• İstanbul 13 °C
  • Ankara 11 °C

Maraş’ın Çiçekleri: Ferhat Ağca

Maraş’ın Çiçekleri: Ferhat Ağca
Hasan Keklikci yazdı.

Ferhat Ağca…

            Ferhat çok güzel yürürdü; çok sevdiği biri gibi… Kametini hafif eğerek yürüdüğünü dostları fark ederdi.     Maraş’ın sokakları adımlarının sesine alışıktı. Yürüdüğü yollardaki çakıl taşları onun adımlarının ahengini tanırdı. Yürürken “Ne yeri yarmaya, ne de dağlarla boy ölçüşmeye çalışmazdı.” Güzel yürürdü Ferhat…  

Çok güzel konuşurdu Ferhat. Söze başlamadan önce bir tebessüm gelir yerleşirdi yüzüne. Kendi tebessüm etmek için filan da uğraşmazdı. Tebessüm yüzünün her zamanki süsüydü onun. Dikkatli dostlar o gülüşün gözlerinin içinden, gözlerinin içine de yüreğinden geldiğini bilirdi. O, o tebessüm karşısındakinin, karşısındakilerin yüzlerini de aydınlatırdı kısa zamanda. Sonra bir sükûnet, bir yumuşaklık yayılırdı bulunduğu mekâna.

Ferhat çok güzel gülerdi. Bazen aklına eski, gülünesi bir olay gelir gülerdi. Sonra durur, biraz daha durur tekrar gülerdi. Ardından güldüğü olayı anlatır herkesi güldürürdü.

Çalışkan biriydi Ferhat… Ziraat yüksek mühendisiydi. Doktor olmuştu. Her bir işe koşardı. Derneklerde görev alır, öğrencilere öğretmenlik ederdi. Değirmende un öğütür, bulgur çekerdi. Görüştüğü herkes tarafından sevildiğini bilirdi. Şımarmasın diye zaman zaman nefsini de buğdayla birlikte değirmen taşının altına serer, taşı üzerinde bir iki tur döndürürdü. Derviş meşrepliydi Ferhat. Tambur çalardı ama çalmaktan ziyade onu severdi.

Ferhat henüz otuzundaydı. Maraş’ın çiçeklerini yazıyordu. Kaya sümbülünü, güz çiğdemlerini yazmıştı. Yüzlercesi için hazırlık yapıyordu. Dağlarda kayaların ve ağaçların gölgesinde kalmış çiçekleri gün yüzüne çıkaracaktı. Bitkilerin boylarını güzel bir şeye, yapraklarını daha güzel bir şeye ve çiçeklerini en güzel bir şeye benzeterek yazacaktı. Ben yüksek mühendisim, ben doktorum demeden gördüğü her bitkiye gülümseyecek, yanına çömelecek resmini çekecek ve nesli tükenmek üzere olan çiçeklerin yetimliğine, öksüzlüğüne ortak olacaktı. “aziz dost, çiçeklerin ruhunu ve evsafını dergilere anlatacaksın öyle mi? biz mahzun gönüller sizin dilinizden çiçeklerin kalbini, evsafını, hayatlarını, aidiyetlerini ne zaman dinleyip dinleyip şifayab olacağız? sıradayız... daim muhabbet...” diye, Ahmet Doğan İlbey’den yazılarına övgüler alacaktı.

Kaç zamandır notlar alıyordum. Uygun bir zamanı kolluyordum. “Ferhat” diyecektim “şu bizim yazın yaptığımız sebze bahçeleri var ya.” Ferhat “Eee Emmi!” diyecekti bana. “O bahçelerin kenarlarına çeşit çeşit, renk renk çiçekler ekilir, evelahir’in bir sayısına da onları yaz.” Ferhat “Sizin yazmanız daha uygun olmaz mı Emmi?” diyecekti. “Hayır” diyecektim, “ben çiçeklerin dilinden anlamam. Üstelik kaba saba biriyim ben onların kalbine gönlüne giremem. Sen kalplere giden yolu en iyi bilensin.” Ferhat gülerdi. Ben de gülerdim. Sonra “Eyvallah Emmi.” derdi.

Mekke’den, Medine’den davet almıştı. Umre yapmıştı Ferhat. Saraybosna’ya gitmiş Mostar Köprüsü’nden geçmişti. Ülkemizin birçok şehrini gezmiş, manevi büyüklerimizin övgülerine mazhar olmuştu. “Efendim Rabbül âlemin fakîre nasıl büyük bir devlet nasip etti anlatmak istesem anlatamam...

En son 128 yıl evvel Sultan 2. Abdülhamid'in emri ile değiştirilen Hz. Mevlânâ'mızın merkadındaki puşîde, bugün "Tecdîdi Puşîde" töreni ile değiştirildi, yerine yenisi kondu. Tören öncesi sikkeyi yerine koyarken yardım etmek nasip oldu. Takdiri hûdâ...” diye yazmıştı, Konya’dan.

            Deprem oldu…

Bir uğursuz ışık yayıldı yeryüzüne. Yer yerinden oynadı. Ovalar, dağlar yarıldı. Apartmanlar çöktü. Evler yıkıldı. Yıkılan evlerde yangınlar çıktı. Şehirlerin şebeke suları evleri bastı. Yollar yarık yarık yarıldı. Dağlardan kayalar yuvarlandı. Barajlar çalkalandı. Derelerin yerleri, yatakları değişti. Ağaçlar devrildi.

Her kelime boğazımızı yırtarak çıkıyor dostlar. Keşke, keşke kalbimizde kalsaydı gördüklerimiz, bildiklerimiz. Ferhat’la aynı gün yola çıkan türküdarımız, şairimiz Fazlı Bayram, Ferhat Ağca’ya ithaf ettiği ve adını “kar beyazı yağması” koyduğu şiirinde,  

“bak ben pek severim

hem sever hem ölüye dönerim

yolumuz açık

ben gelemezsem bu ben sana

sen gelirsin

devran döner

hem kırlarda çiçek açarız yeniden” demişti.

Ferhat da Fazlı’ya “Uçsuz bucaksız bir çölde sonsuzluğa doğru, sonsuzluğun sahibine doğru yürümek isterim. Dilimizde türküler, tabakamızda tütünler, bağıra bağıra deli gibi yürümek… Biz hakikate âşık iki âşığız.” diyordu.

“Yârabbi! Biz ölürsek de bayram olsun. Âmin...” diye yazmıştı Ferhat bir kurban bayramı mesajında. Bayram olmadı! Ölüm, ölümden fazla geldi şehre…

Evelahir Dergisi 15. sayı

Bu haber toplam 2147 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim