Londra'ya yerleşti, ama o sisli dünyada bulunduğu sürece çocukluk, ilk gençlik yıllarının geçtiği Gurzof'ta, Kızıltaş'ta, Kırım'ın diğer yerlerinde yaşadı. Geçimini temin etmek için lokantada çalışırken, evinde gece yazarken hasretini duyduğu, Karadeniz'in yeşillikle kucaklaştığı güneşli diyarlardaydı. Aksi takdirde ağıt dolu, o lirik sayfaları yazabilir miydi? Duygulu bir yüreğin doğduğu toraklardan, çocukluk hatıralarından, yakınlarından, bilhassa annesinden kopması mümkün mü? Şu cümlesi hangi ırk, hangi dinden olursa olsun, insanlıktan nasibini almış herkesi titretmez mi: "1940'ın kışı Akmescit demiryolu istasyonunda birbirimizden ayrıldığımız gün onun yüzü ve kendisinden uzaklaşan trenin arkasından bakan gözleri, taze çimentoya batmış bir taban izi gibi kaskatı kaldı aklımda."
Gençliğimizde başucu kitaplarımızın arasında "Korkunç Yıllar", "Yurdunu Kaybeden Adam", "Onlar da İnsandı", "Ölüm ve Korku Günleri", "O Topraklar Bizimdi" gibi eserleri bulunurdu. Yaşar Nabi Nayır'a "Korkunç Yıllar"ı gönderirken anlattıklarının doğru olduğunu belirten şöyle bir not da bulunduğu basında yer almıştı: "Elhamdülillah Müslüman'ım ve bu notlarımda yazdıklarımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim." Edebiyatla ilgilenenler ancak hayattan kuvvet alan eserlerin canlı, etkileyici olduğunu bilirler. Başka türlü o unutulmaz tabloları resmedemezdi. Daha sonra "Yansılar"ı kaleme aldı; dört ciltten oluşan bu kitap ağıt, hasret, gözyaşı yüklüdür. Anlattıkları aslında bir ferdin değil, bir milletin dramıdır. Yazdıklarından nasibine düşeni almayana yürek taşıyor denir mi!?
Kaybetmeyen, vatanın ne olduğunu bilemez; vatanı olmayan, dünyalara sahip olsa, hiçbir şeyi yok demektir; o artık hüznün, çaresizliğin, kimsesizliğin esiridir. Dağcı'nın şu satırları, söz konusu ruh halini ne güzel anlatıyor: "Esirlik yılları bitti artık. Ömrümde ilk defa hür hissediyorum kendimi. Hür insanların yaşadıkları topraklardayım. Ölüm korkusu, işkence korkusu bıraktı artık yakamı. Yıllarca peşinden koştuğum hürriyete kavuştum, ama içim neden kapalı? Kendimi bildiğim anda kaybettiğim yaşama sevincine neden kavuşamadım yeniden? Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile manası kalmadığını şimdi anlıyorum."
İçini kemiren vatan hasretini dindirmek ümidiyle Türkiye'den getirttiği çiçek tohumlarını bahçesine diker; büyüyen çiçeklerin adlarını bilmez; sorduklarından bilen de çıkmaz. Ansiklopedilere bakar; ama Latince adları onlara yakıştıramaz ve şöyle der: "İsimleri önemsiz ; çiçekler Türkiye çiçeği, bu yetiyor bana. Yaz boyunca her akşam suladım, üzerlerine eğilerek okşadım; okşarken akrabayız, kardeşiz diye fısıldadım bile çiçeklere."
Sovyet Rusya dağılma sürecine girince, belki Kırım'a gidebilirdi. Kızıltaş'ın camilerini, Akmescit'in yaşmaklı kızlarını bulamayacak, yâdında kalan Kırım'ın yerinde yellerin esmesi ona dayanılmaz bir cehennem sunacaktı. Gerçekle yüz yüze gelmeyi göze alamadı; hayallerinde yaşamayı tercih etti. İkinci vatan bildiği ülkemize gelmeyişinin sebeplerinin ne olabileceğini düşündükçe gözkapaklarımın altında acı bir sıcaklık hissediyorum. Günahları varsa, Rabb'imin çektiği acılara karşılık bağışlamasını diliyorum.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.