Bir taraftan "Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu"nu söylüyor, diğer taraftan da değiştirilmez maddelerden söz ediyoruz. Buradaki çelişki mercimek kadar beyni bulunana anlatılamaz. Söz konusu hassasiyetle devletin şeklinin cumhuriyet, başkentinin Ankara, niteliğinin de sosyal ve laik olduğu anlatılmak isteniyorsa, bunların lüzumunun her ortaokulu bitiren farkındadır. Cumhuriyet, kuranların kafalarının konforundan doğmamıştır; azıcık hukuk ve sosyolojiye aşinalar, hiçbir milletin rejimini seçmekte hür olmadığını bilirler; dünyanın durumu, ülkenin coğrafi ve jeopolitik konumu, kültür seviyesi, nüfusu ve benzeri şartlar topluma adeta rejimi dikte ettirirler.
1876 yılından beri anayasa yapıyoruz; iddiamın mazur görüleceğini umarak, daha anayasanın ne olduğunu tam anlamadığımızı belirtmek istiyorum. Ferdin muhatap olduğu devlet çok güçlüdür; kuvvetlinin zayıfı ezmemesi için Magna Carta ile anayasa anlayışı kendisini hissettirmiştir. Anayasalarımıza bakınca bir terslikle karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz; devletimizin ferde karşı korunduğunu görüyoruz. İlk anayasamız, en yeni, en güzeldir zihniyetiyle 1832 Belçika Anayasası esas alınarak düzenlenmiştir. Sadece ona Prusya Anayasası'nın güçlü devlet başkanlığı maddesi monte edilmiştir. 1921 anayasamız hariç, diğerleri hep yabancı anayasalardan ilhamla kaleme alınmıştır. Milletin vicdanından kopup gelmedikleri için ciddi bir uygulamaları da olmamıştır. Mesela millet egemenliğini vurgulamak amacıyla 1924 anayasamız meclisin mutlak hakimiyetini öngörüyordu. Fakat tatbikata baktıkça büyük farklılıkla karşılaşıyor, devlet başkanının Meclis üzerindeki ciddi otoritesini müşahede ediyoruz. Bunu izah etmek için "O günün şartları başka idi" diyoruz. Elbette o günün şartları başkaydı; o vakit, o günün şartlarına göre anayasa yapacaksınız. Uygulamayacağımız anayasayı yapmamızın anlamı ne? Anayasacılık oyunu mu oynuyoruz?
Solon'a; "En güzel kanunları yaptığını iddia edebilir misin?" diye sorulduğunda şu cevabı vermiş: "Hayır, ama Atinalıların ihtiyaç duyduğu kanunları yaptım." Kanunlar ihtiyaçtan doğar; günümüzde ise hayat çok daha girift hale gelmiştir. Bunun için ihtiyaçların tespiti hukukçulardan önce sosyologlara, sosyal psikologlara düşer. Nasıl bir anayasa yapılması gerektiği belirlendikten sonra devreye hukukçular girer. İlk anayasa hareketinden bugüne kadar kurulan komisyonlarda ne bir sosyolog, ne de bir sosyal psikoloğa rastlıyoruz. Değiştirilme şartları ağır olduğu için Ahmet Cevdet Paşa anayasa kavramına karşıydı. Hayat canlı bir organizma gibidir; her günün ihtiyaçları farklıdır. Gerektiğinde anayasayı değiştirmek mümkün olmayabilir. Demokrasinin beşiği İngiltere'de anayasa yoktur; her an kendini tazeleme imkânına sahip geleneklerle ihtiyaçlarını görürler. Fakat biz anayasayı bir sihirli değnek olarak telakki ediyoruz.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.