• İstanbul 11 °C
  • Ankara 12 °C

Mesut BİLGİNER: Şafak Söktü Yine Suna’m Uyanmaz

Mesut BİLGİNER: Şafak Söktü Yine Suna’m Uyanmaz
Hani bazen bir şiir veya bir türkü-şarkı ya da bir deyiş dolanır diline, insanın. Bir gün dilime bu türkü düştü;

“Şafak söktü yine Suna’m uyanmaz, Hasret çeken gönül derde dayanmaz,

Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz, Uyan Suna’m uyan derin uykudan,

Çektiğim gönül elinden, Usandım gurbet ilinden,

Hiç kimse bilmez halimden, Uyan Suna’m uyan derin uykudan

Bunca diyar gezdim gözlerin için, Niye küstün bana el sözü için

Dilerim Mevlâ’dan sızlasın için, Uyan Suna’m uyan derin uykudan.”

 Çoğu türkü için sonradan uydurulmuş hikâyeler dolaşır, sosyal medyada. Belki yüzlerce mecrada hatta TRT’de yayınlanan bazı programlarda bile Malatya’lı Suna ve Fahri isimli gençlerin aşkları ve bu aşkın hazin sonu anlatılır. Hikâye şöyle: “Suna ve Fahri Bey birbirlerini çok seven evli bir çifttir. Komşu ve akraba kadınların düzenlediği bir hamam eğlencesinde Suna Hanım kıyafetlerini çıkarınca sırtındaki beni en yakın arkadaşı Neriman Hanım görür ve eve gidince kocasına anlatır.  Bir gün kahvede Neriman Hanım'ın kocası, tartıştığı Fahri Beye eşinin sırtındaki beni bile bildiğini söyler ve eve giden Fahri Bey eşi Suna Hanımla tartışır. Suna Hanım her ne kadar masumiyetini anlatsa da yaşadıklarına dayanamayarak eşine bir mektup yazar ve intihar eder. Fahri bey de Suna Hanımın cesedini bulunca bu türküyü söyler”

Bunu okuyunca ilk aklıma gelen Malatya’lı Fahri Bey kim sorusu oldu? Çocukluğumda adını sık duyduğumuz ve dinlediğimiz bestekâr ve icrâcı Fahri Kayahan mı? Evet, oymuş; hani Malatya’ya girerken şehir merkezinde Çevre-Yeşilyurt yolları arasındaki bulvara adı verilen kişi. Tamam da bu kişiler ve hikâye gerçek mi?

Araştırdığım bütün ciddi kaynaklarda özgeçmiş aynı ama bambaşka bir hikâye anlatılır:

Fahri Kayahan, 1918 yılında Malatya’da dünyâya gelir. Babası Gaffar Ağa sülalesinden Mustafa Bey, annesi Şam Kadısı’nın kızı Şerife Hanım’dır. İlk, orta ve lise tahsilini Malatya’da tamamlar. Babası, Malatya’nın en büyük manifaturacılarından biri olduğu için genç Fahri de bu dükkânda çalışmaya başlar. Ancak O’nun gözü müziktedir. İlk önceleri Bağlama, daha sonra da bağlamayı bırakıp Tanbur çalmaya başlar. Henüz ilk gençlik çağlarında Fahriye isminde genç ve güzel bir kızla tanışır. Malatya’nın ileri gelen ailelerinden olan Hamikoğulları’ndan Hacı Ağa’nın kızı Fahriye ile 1933 yılında evlenir. Hacı Ağa’nın konağına iç güveyi giren Fahri, kısa zamanda bu konakta yapılan müzik toplantılarının tanınmış simaları arasına girmeyi başarır. Ertesi yıl Suade adını verdikleri bir çocukları doğar. Ancak 1936 yılının son gününde Fahri Kayahan’ın daha sonraki hayatında derin izler bırakacak o talihsiz olay yaşanır.

Fahri Kayahan’ın kuzeni Yaşar Kayahan’ın anlattığına göre, "Bir yılbaşı akşamı, akrabalar bir araya geliyor. Kızları Suade de kucaklarında. Hep beraber eğlenmişler. 'Piyango biletlerinin çekilişini dinleyelim' diye radyoyu açmışlar. Çekiliş başlamadan önce birbirlerine 'Sana çıkarsa ne yaparsın' diye soruyorlar. Fahri Ağabey'ime soruyorlar, o da 'Malatya'da saz söz dinlenecek bir yer yok. Burada güzel bir gazino açarım, İstanbul'dan da sesi ve kendisi güzel hanımlar getiririz' diyor. Hanımına 'Sen ne yaparsın' diyorlar. 'Benim söyleyecek lafım kalmadı, hadi kalk gidelim' diyor. Gidiyorlar ama Fahriye Abla kırılıyor. Fahri Ağabey, 'Bir şaka yaptık, buna inanıyor musun?' diyor. Fahriye Abla bunlardan önce yürüyüp eve gidiyor ve odaya girip kapısını kilitliyor. Fahri Ağabey'in tabancası da odada. Bütün ısrarlara rağmen kapıyı açmıyor ve “'Fahri'nin yüzünden intihar ediyorum” notunu yazarak intihar ediyor. Polisler, Fahri Beyi eşini vurduğu iddiasıyla önce gözaltına alıyor, sonra notu bulunca ve el yazısının Fahriye Hanıma ait olduğunu kardeşleri tasdik edince serbest bırakıyorlar.”

Fahri Kayahan, yaşadığı olayların derin acısına dayanamayarak İstanbul’a gider. Sonra da kızı Suade ile anne-babasını yanına davet eder. Kendisini İstanbul’un usta bestekârlarının arasında bulunca TRT İstanbul Radyosu’nda ve eğlence yerlerinde programlar yapar, plaklar çıkarır, senaryolar yazar ve filmlerde oynar.  En önemli besteleri de “Sarı kurdelem sarı”, “Ayrılık ateşten bir ok” ve “Şu dağları delmeli”. Tabiidir ki bestesi kendisine ait olmayan birçok şarkı ve türküyü de maharetle okur; “Şafak Söktü Yine Suna’m Uyanmaz” türküsünü de söyler.

Tamam da hani Fahri Kayahan’ın eşinin adı Suna’ydı? Hamam nereden çıktı? Suna Hanımın “sırtındaki ben” de neyin nesiydi? Rahmetli Anacığım bu gibi durumlarda Maraş ağzıyla “yalanınız bata mı?” derdi.

Bilirsiniz, bazı türküler anonim, bazılarının bestekârı bellidir. Pekiyi, bu türkü kimin bestesi?

Merhum Yücel Ayrıçay Hocam için yazdığım yazıda da bahsetmiştim.  Bir mecrada bu türkünün Malatya’lı Fahri’ye ait olduğu iddia edildiğine tesadüf ettim. Sonra başka bir sitede Erzurum’lu Kemânî Haydar Bey ismine denk geldim ama soyadı yoktu.  Ama gönlümde yerine oturmayan bir şeyler vardı. Bunu en iyisi Yücel Hocama sorayım dedim, konuyu anlattım, “bunu bilen birine sorayım” dedi ve ertesi gün bulmacayı tamamladı. Meğerse Kemânî Haydar Bey, bestekâr Haydar Telhüner olarak tanıdığımız kişiymiş. Hani “Hüsnüne güvenme ey rûy-i mâhım, Niceler bu tarz-ı revişten geçti” diye başlayan Hicaz şarkının da bestekârı.

Pekiyi bu türkü Malatya’lı Fahri Kayahan’ın mı? Erzurum’lu Haydar Telhüner’in mi?

Türküpedia (https://www.repertukul.com) Türkü Ansiklopedisi’nde bu türkünün bir notası yer almaktadır. TRT Müzik Dairesi’nin THM repertuar sıra no: 3163 sayılı notaya göre Erzurum yöresinden Haydar Telhüner’den 18.04.1950 tarihinde Ali Canlı tarafından notaya alınmıştır.

Buna karşılık (neyzen.com)’da yer alan notada bu türkünün Orta Anadolu yöresinden Halil Sarıoğlu’dan alındığı kaydedilmiş ancak notanın üzerine ‘Yılmaz Öztuna’nın Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde Kemâni Haydar Telhüner’e ait olduğu yazılmıştır’ notu eklenmiştir.

Yılmaz Öztuna, çok önemli bir tarihçi ve müzikologdur. Merhum Öztuna’nın Kültür Bakanlığı tarafından 1990 yılında yayınlanan Türk Musikisi Ansiklopedisi, büyük boy 2 cilt ve toplam 1068 sayfadan oluşan dev bir eser ve alanında referans kitaptır. Bu eserin 2. Cildinin 387 ve 388. Sayfalarında Haydar Telhüner’in hayatı ve eserleri anlatılırken toplam 32 eser sıralanmakta ve 26.sırada “Makam: Gülizar; Usûl: Düyek; Eser: Şafak söktü yine, Suna’m uyanmaz” ifadeleri yer almaktadır.

Haydar Telhüner 1911 yılında Yüzbaşı Derviş Beyin ve Cemile Hanım’ın oğulları olarak Erzurum’da dünyaya gelmiştir. Erzurum’un yetiştirdiği önemli bestekâr ve saz sanatçılarındandır. İlk önce Erzurum çalgısı olarak bilinen “mey” çalmağa başlamış, zaman geçtikçe plaklardan duyduğu şarkıları öğrenerek  keman ve uda merak salmış; keman tedarik ederek kendi kendine çalışıp ilerletmiş ve nota öğrenmiştir. Bir dönem Erzurum Öğretmen Okulu’na devam etmiş, ancak musikiye olan ilgisi yüzünden, okulu terk etmiştir. İstanbul’a gittiğinde devrin ünlü bestekârları Sâdettin Kaynak ve Selahattin Pınar‘dan “feyz” alan sanatçı, “Hüsnüne güvenme ey ruy-i mâhım”, “Vurma avcı vurma, kalbim yaralı”, “Sen seher yelisin esersin serin”, “Eşini kaybetmiş bir garip kuşum”, “Palandöken dağlarının yaylası”, ”Bir güneş ki doğmayacak” eserlerinin bestekârıdır. Bazı kaynaklara göre “Tanrıdan diledim bu kadar dilek”, “Mavi yelek mor düğme”, “Geceler yarim oldu” ve “Şafak söktü yine Suna’m uyanmaz” türkülerinin bestekârı değil kaynak kişisidir.

Haydar Beyin soyadı aslında Algöz’dür. Ancak müzikte meşhur olurken yakınlarının telkiniyle Telhüner soyadını almıştır.  Pekiyi, “Telhüner” soyadı nereden gelmektedir?  İncelediğim sözlüklerde bu kelimeyi bulamadım. Alanında bir diğer referans eser olan ve Mehmet Zeki Pakalın tarafından hazırlanarak MEB tarafından 1993 yılında yayınlanan büyük boy 3 cilt ve toplam 2324 sayfadan oluşan Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’nde de “Telhüner” kelimesi yer almamaktadır. Ancak, 3.cildin 448. sayfasında şu ifadeler yer almaktadır: “Tel Ehli: Mecaz yoluyla ehl-i dil, rind meşreb yerine kullanılan bir tabirdir. Gümüşten tel ve sırmalı, tel işleyen sanatkâra da bu ad verilir.”

Coğrafi işaretli geleneksel el sanatlarımızdan Telkırma (Telsarma) İşi, gümüş telin makas kullanılmaksızın özel bir iğneyle bez üzerine işlenmesiyle yapılır. Bu bilgilerden yola çıkarak “Telhüner” kelimesinin Telkırma ve hüner kelimelerinden elde edilen bir kelime olduğu ve mûsıkîde hünerli bir üstad ve rind meşreb olduğu için Haydar beye bu soyadının uygun görüldüğünü düşünüyorum. Günümüzün en önemli aktörlerinden Zafer Algöz, merhum Haydar Telhüner’in torunudur.

Haydar Telhüner, 1963 yılında bindiği trenin penceresinden atlayarak hayatına son verir ve naaşı can dostu ûdî bestekâr Kadri Şençalar tarafından Şişli'deki kendi aile kabristanına defnedilir. Fahri Kayahan'ın tek çocuğu olan kızı Suade Kayahan Demirsoy da 19 Kasım 2018 tarihinde İstanbul’da vefat eder.

Rabbim adı geçenlerin hepsinin ve hepimizin taksiratını sonsuz merhametiyle bağışlasın, inşallah. Bazı türkü dostları rind meşreb olmak ve intihar gibi fiillerden dolayı adı geçen kişiler hakkında tereddüt yaşayabilir. Ancak, Eş-Şeyh Ömer Tuğrul Murâdî el-Cerrahi Hazretleri şöyle buyurmuştu: “Sarhoşları içkiye müptelâ oldukları için aşağılamayın. Eğer Rabbimize ve Peygamber Efendimize karşı yaptığımız her hatamızla sarhoş olsaydık, bu dünyada ayık insan kalmazdı. Herkes kendi nefsine baksın. Biz, günahkâra değil günaha düşman olalım.”

Bendeniz işin içinden çıkamadığım için mûsıkî üstatlarına soruyorum. Bu eserin makamı (www.repertukul.com/) adresinde Hüseynî, Yılmaz Öztuna Hoca’nın ansiklopedisinde ise Gülizar olarak kaydedilmiş. Hangisi doğru? Bu iki makamın akraba olduğunu biliyorum ama yine de soruyorum: Bu eserin makamı ne?

Haydi türkü dostları, görev başına! Bu yanlışları düzeltelim: Bu türkünün kaynak kişisinin veya bestekârının merhum Haydar Telhüner olduğunu duyurarak hakkını teslim edelim. Bunun yanı sıra bu türkünün merhum Fahri Kayahan’a ait olmadığını ve merhum Fahri Kayahan ile merhume eşi Fahriye Hanıma iftira edildiğini her mecrada duyuralım.

                          

                                                                                                      

Bu haber toplam 955 defa okunmuştur
  • Yorumlar 2
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim