• İstanbul 14 °C
  • Ankara 16 °C

Metin Erol: İstanbul’u hakk-el yâkin meşk etmiş bir âlim: A. Haluk Dursun

Metin Erol: İstanbul’u hakk-el yâkin meşk etmiş bir âlim: A. Haluk Dursun
Haluk Dursun Hoca, 1957 yılında Hereke’de doğar fakat o baştan ayağa İstanbulludur. Gençliği kendi tabiriyle “Boğaz’ın içinde” geçer. İstanbul’un ilk manolyasını Fer’iye Sarayı’nın bahçesinde görür.

İlk lüferini orada yer ve ilk Boğaziçi mehtabını yine Fer’iye Sarayı’nın bahçesinden izler. İstanbul’un ilk erguvanlarına Fethi Paşa Korusu’nda şahit olur. Lise yıllarında İstanbul’u yavaş yavaş tanımaya başlar; Ladino konuşan Yahudi madamları, Ermeni kokanaları, Rum kopilleri, Levanten mösyöleri ve İstanbul Efendileri’yle tanışır. Tüm bunlara rağmen gerçek bir İstanbullu olmuş değildir o yıllarda çünkü daha Suriçi’ne girmemiştir.

Hiç âşık olmadıysanız beş para etmezsiniz

Üniversite yıllarına geçince, gerçek bir İstanbullu olur Haluk Hoca; Çemberlitaş’ta tarihî Atik Ali Paşa Medresesi’nin bir hücresinde kalmaya başlamıştır çünkü… Artık, İstanbul’da doğmasa da İstanbullu olmuştur. İstanbul’un müteveffa ulularının meclislerinde demlenmiş ve İstanbullu olmanın manasını idrak etmiştir. Birgün birkaç arkadaşıyla Fethi Gemuhluoğlu’nu ziyarete gider. Selamdan sonra ilk kelam; ‘Hiç âşık oldunuz mu?’ diye sorar Fethi Gemuhluoğlu. ‘Olmadık’ derler. Bunun üzerin Gemuhluoğlu, “beş para etmezsiniz” deyip yollar hepsini…[1] Fakat Haluk Hocalar hazineyi bulmuşlar, hiç bırakırlar mı? Gel zaman git zaman bir gün Fethi Gemuhluoğlu, Haluk Hoca'ya “Seni sahaya göndereceğiz.” der ve şu sırrı salık verir kendisine “Fitnenin evveli de ahiri de Şam’dır.” Haluk Hoca “Bismillah” der çıkar yola. Sahaya gidecek ama sudan çıkmış balık gibidir… Farklılıkları ayrılık meselesi değil bir zenginlik olarak gören ve tevhid için bu zenginlikleri değer olarak algılayan Haluk Hoca, Şeyh Nazım Kıbrısî’yi ziyarete gider. Kıbrısî kendisine Şam’ı “Şam-ı Cennet Meşam / Cennet kokulu Şam” olarak özetler ve Tin Suresinde Şam’ın işaret edildiğini düşündüğünü söyler. Saha ile ilgili ise şu kilit tavsiye de bulunur kendisine; “Türkmenler üzerinden değil, Halid-i Bağdadi Türbesi üzerinden git.” Hoca yıllarca sahada görev yapar. Bu tecrübeyle Suriye konusunda üç tarihi hadisenin hatmedilmesi gerektiğini belirtir: “Emevi-Abbasi münasebeti, Fatımiler ve Kerbala hadisesi.”  Devlet adına yapılacak tüm bölge çalışmalarında ise politikanın şu metotla oluşturulması gerektiğini aktarır: “Öncelikle entelektüel akademik grup çalışacak, gerekli literatür bilgisini masaya koyacak. Sahada bizzat çalışacak ekip, saha bilgisini üretecek ve literatür bilgisi ile saha bilgisi harmanlanacak. Sonrasında dış güçlerin bölge üzerindeki ağırlıkları hesaba katılarak devlet bir politika belirleyecek. Politika hükümetlerin değil, devletin politikası olacak. Operasyonel adımlar bu politika minvalinde atılacak.”

Haluk Hoca'nın sevda-ı hakikisi: İstanbul[2]

Haluk Hoca, Suriye ve bölge ülkeleri üzerine ciddi çalışmalar yapmış ve bu konuda ‘devlete’ ciddi katkılar sağlamış olsa da onun asıl sevdası daima İstanbul olur. İstanbul’u evvela ilm-el yakîn tanır, sonra İstanbul’a karşı olan ilgisini ayn-el yâkin mertebesine çıkarır. Son raddede ise İstanbul’u Hakk-el yâkin meşk eder. İş bu raddeye varınca şu kelimeler dökülür dilinden: İstanbul’da yaşayıp da bir türlü İstanbullu olamayanlara, bir türlü İstanbul’u yaşayamayanlara hep acıdım, onları hiç anlayamadım!”[3] Hakk-el yâkin mertebesinde İstanbul ile hemhal olan Haluk Hoca, hilafet tacını başına giyer ve irşada başlar. 1983 yılından sonra İstanbul’da sadece yaşamaz, muhabbetle kapısına gelen herkese hakikat-i İstanbul’u anlatmaya ve aşk-ı İstanbul’u aşılamaya çalışır. “Beni seven arkamdan gelsin” demek yerine “İstanbul’u seven peşime düşsün” diyerek yola çıkar Haluk Hoca. Bu hali Fransızcadaki “L’art de vivre” kavramıyla karşılar; “İstanbul’da yaşama sanatı”. İstanbul’da yaşamak da İstanbul’u yaşamak da tam bir sanattır. İstanbul tükenmez bir hazinedir. Ne gezmekle ne okumakla ne yazmakla biter. Haluk Hoca'nın gözünde İstanbul ne sıradan bir şehirdir (megapolis) ne de Toynbee’nin ifadesiyle “geleceğin dünya şehridir.” Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.) hadisine mazhar olması hasebiyle tüm tanım ve tanımlamaların üzerinde bir cevherdir İstanbul. İstanbul hem Doğu’nun hem Batı’nın şehridir; Pax Romana ve Pax Ottomana İstanbul’da birleşmiş ve kaynaşmıştır. Haluk hoca İstanbul’un güzelliğinin bir sebebinin de yapısal inşa süreci olduğunu tespit eder. Şöyle der: İstanbul’a ondan daha güzelini yapma, öbürünün kattığından daha çok şey katma estetik doğrultusundaki mücadele” sürekli devam etmiştir. Bizanslıların 1123 sene boyunca İstanbul’a yaptıklarını, Osmanlılar 470 sene içerisinde geçmek için hummalı bir faaliyette bulunmuşlar ve gerçekten de şehrin siluetine, panoramasına damgalarını vurmuşlardır.”[4]

Bu haber toplam 133 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim