Arada bir uzaklaştığım, ilgi alanımın merkezinde olan mizaha dört elle sarılmanın vaktinin geldiğine kendi kendimi ikna edeceğim sırada, eve misafir geleceğini haber veren ortanca çocuğum, ısrarla iş yerinden erken çıkmam gerektiğini söylemez mi.. Evin içişlerinden sorumlu bakanına karşı gelecek halimizin olmadığını bilen çocuğum, ekledi:
-Evde tek eksik meyvedir!..
Evde tek eksiğin meyve olduğunu bilmemem mümkün mü? Markete uğramam lazım ki istenen ne varsa bir arada alayım. Market dediğin müskirat satıcısı ise, ayağımız böyle yere uğramaz. Zaten aldığım ne varsa mahalledeki birkaç esnaftan olur. Manavı da bitiren bu marketler, sırada küçük bakkalı da yuttu. Artık Kahraman bakkal markete karşı duramıyor, açıkçası.
Meyve için dolaşmayı, yorgunluğu göze almak istemedim. İş yerinden çıkarken, pahallı da olsa sosyete tabir edilen kimselerin alışveriş yaptığı yerden almak istedim, meyve çeşitlerini:
-Muz, kivi, elma, çilek, erik, üzüm, kavun, karpuz.
Gelenlerin sayısı çok olduğu için çeşidi bol, tartıyı hafif kılmanın gerekliliğinin farkındayım. Ay sonu olduğu için kredi kartı emre amade. Lakin fiyatlar uçuk mu uçuk!.. Dengelemeyi düşünürken, beni tanıyan bir sesin sahibi. İrkilir gibi oldum, başımı çevirince yanıma gelen gencin biri, saygıdan eğildi. Elimi öptürmekten haz etmediğim için geri çektim:
-Hocam, ben eski öğrencinizim!..
Tanışma faslı iki-üç dakika sürdü, sonuçta ismini belirtti. Yaramazlıklarını sıraladı. Kendimi Hababam Sınıfı'nın Kel Mahmud'una benzetmeme az kalmıştı ki iş yeri sahibi olduğunu ifade etmez mi?
Körün aradığı bir göz, bulduğu iki göz. Bizde şu yazarlık iddiası var. Hemen sormaz mı?
-Hocam, halen yazıyorsunuz.Geçen gün şehirle ilgili yazdığınız makaleyi okudum. Bir öncesinde Profesör isimli hikâyenizi, döne döne okudum.
Bu gencin, öğrencimin Sema ile bir alakası olmadığı kesin. Mutlaka iki-üç kez okumadan bahsediyor.
halen mesleğe devam ettiğimi, yazarlığın sürdüğünü, iş ile ev arasında med-cezirler yaşadığımı ifade ettim:
-Hayatımız bu, işte Mükremin.
-Hocam, para kazanmıyor musunuz? Kitaplarınızın satışı, nasıl?
Mükremin'e hiçbir kitabımı parayla basmadığımı, bu sebeple tümünü parasız dağıttığımı, mevcut makalelerden hiçbir ücret almadığımı özetle belirttim. Zavallı Mükremin, ağlamalı oldu. Keşke doğrusunu söylemeseydim:
- Hocam, biz farklı bilirdik. Gazete yazılarınızı okumadan geçmem.
Mükremin'e prensip gereği yazdığım yazıları, dört aydır kestiğimi, yazdığım gazeteye hiç uğramadığımı anlatmadım. Amacım, buraya meyve almak iken kalkıp uzun uzadıya sohbete girme değildi, hem misafir kapıya geldiğinde ben yok isem, akşam sonrası hırlaşmanın tescilidir, geç kalmam.
-Mükremin, meyve almak için gelmiştim. Şundan ve bundan iki kilo tartı ver.
Mükremin, itiraz etti:
-Hocam, siz çayınızı için. Gereğini yaparım.
Hocanın öğrencisini kırması mümkün mü? Oturduk, koskoca manavın bir köşesine. Biz, çayımızı yudumluyoruz. Beş dakika sonra poşetler geldi. Para vermek yerine kartı uzattım. Mükremin talimat vermiş, "Almayın!.." diye. Sekiz-dokuz poşet dışarıya taşındı.
Mükremin, elimi öpmeye kendisini zorladı, bu sefer başarılı olamadım:
-Hocam, arabayla bırakacaklar. Buyurun, sizi çok beklettim.
Bir şeyler düğümlendi boğazımda. Meslek hayatımda karşılaştığım bir çok manzaranın son halkasıydı, bu. Ben, uzun zaman minibüs ücretini ödemedim, şehir içi yolculukta. halen halk otobüslerine binerken de arada bir kartımızın geçersiz olduğunu belirtir, sürücü:
-Yapma be evladım, bu kaç oldu?
Mükremin beni kapıya kadar uğurladı. Araç, iş yerine ait. Küçük bir araç. Servis amaçlı alınmış. Sürücü, gayet kibar bir çocuk. İsmini sordum, hareket ederken:
- Selami... Ben Küçük Mehmedin abesiyim, Hocam.
Küçük Mehmed, bir lakabıdır, öğrencimin. Topla oynayan çocuklar arasında aynı isimde iki kişi olursa fizikî yapılarına göre biri küçük öbürü büyük olur:
-Selami Mehmed ne yapar şimdi?
Elleri direksiyonda, gözleri pûr-dikkat:
-Hocam, pazarda çalışıyor. Tezgâhı var. İşporta işte. Geçinip gidiyor. Hamd olsun, kimseye muhtaç değiliz.
Arada sırada muhabbet derken evin önündeyiz. Poşetleri tek başına taşımam mümkün mü? Mahalleli, beni ilk kez sekiz-on poşetle görmüş gibi. Adeta tüm gözler, üzerime çevrili. Böyle olmasa bile hissettiğim bu.
Asansöre kadar getirdi, Selami poşetleri. Kendisine teşekkür ettim, ceketinin düğmelerini ilikler gibi saygıda kusursuzdu:
-Hocam, her zaman bekleriz. Hayırlı akşamlar diliyorum.
İnsanın ha öğrencisi ha çocuğu. Ne fark eder ki... Derken asansörün 3. katta çıkması ve açtığım kapı:
- Hanım ben geldim!..
Ellerim dolu dolu, sevincim dorukta. İstanbul'u fethe den komutan edasında sevinçliyim. Herkesten övücü sözler bekler gibi halim var. Hanım, beni bu şekilde görünce, asabîleşti:
-Manavın tezgahını getireydin, herif!...
Ceketimi vestiyere asarken, cevabını geciktirmedim:
-Taksiyle geldim, yorulmadım.
Hanım, başını "Fe's- Sübhan-Allah!." diyerek salladı:
-Aldığın maaşa bak, attığı tafraya bak!..
Kendisine Mükremin adlı öğrencimin bize hediyesi olduğunu söylememle daha bir sertleşti:
- Çok güzel çok güzel!.. Anası-babası akşam gelmeden meyveyi göndermiş!..
İşte burada neyin ne olduğunun farkına vardım. Demek Mükreminin annesi ve babası akşamleyin eve gelecekler. Parasız alınan meyvenin tadı mı olur?
-Hanım yahu kızımız yok ki istesinler!..
Hanım, mahallelinin nabzını tutmakta pek mahîr biri:
-Hoca Hoca!.. Heç bir şeyden haberin yok!.. Misafirler, seçim için dolaşıyor.
Yahu, bunların milletvekili adayları yok ki oy toplamaya çıksın. Belediye Başaknlık Seçimi'ne daha çok var. Merak bu ya ben de sordum:
-Mahallemizde bahis mi kumar mı ne var?.. Mahalleli imza toplamak istiyor. Mükreminlere ait bu dükkânın kapatılması lazım.
Ya Rabbi, aklıma mukayyed ol!.. Bunca meyvenin kaynağı da haram imiş!.. Memur maaşı ile ancak bayramda alınabilecek bu kadar meyve, ziyan olup çöpe gidecek:
-Hanım, internettir, onların açtığı. Bizim sokağın yanı başında. Kumar falan yok ki makinedir, bilgisayardır işte. Günahlarını alma bu çocukların.
Poşetleri taşıma faslı bitince, oturdum, yığıldım kanepeye. Eskiden kalma alışkanlığımız. Sedirlere otururken bir başka zevk alırdık. Şimdilerde kanepenin içine gömülüyoruz, açıkçası:
-De Hanım, şu Mükreminlerin babası nerede oturur?
-Bey, bizim sokak başında oturmazlar mı? Ahmet Ağa, Recep Ağanın oğlu. Recep Ağa, Nevzat Paşanın Yeğeni olur. Be Adam, ben ne tanırım babasını.
Çok şaşırdım. Hanım, hiçbir gün dediğimin dışına çıkmamış, bana bu denli saygısızlıkta bulunmamış. Nihayetinde sabrı kendime telkin ediyorum, kendimce. Belki bunca poşetin içindekine para harcadığımı sandığı için öfkelenmiştir. Nihayetinde memur maaşı ile bunca masrafı yapmak, ay sonunda intiharıdır, insanın:
-Hanım, vallahi para ödemedim. Eski bir öğrencim, i,ş yeri açmış. Tesadüfen içeri girdim. Kendisi hazırlatıp, arabasıyla beni eve kadar gönderdi.
hanım, biraz yumuşar gibi oldu, sonunda:
-Parayla almadın mı?
Bir yemin içmediğim kaldı. Hemen bir poşet istedim, Hanım'dan. Üzerinde telefon numarası var, kocaman rakamlarla. Telefonu aldım, sehpadan. Çevirdim, numaraları;
-Al, çocuğa teşekkür et de beni mahcubiyetten kurtar. Al telefonu ve kendini tanıt önceden.
Ya Rabbi, ne müthiş bir atak geliştirdim, kendimce. Bu zekayı çalıştırmak lazım. Hanım, istemeye istemeye telefonu aldı:
-Evladım, ben Hamid Hocanın eşiyim. Ne zahmet ettiniz de bunca masrafa girdiniz. Size teşekkür etmek istedim. Hoca da teşekkür ediyor.
" Oh be!.." dedirten bir buluş oldu, benimki. Mükremin ne dediyse duymadım, açıkçası. Hanım, memnun kalmıştı, duyduğundan:
-Ne nazik ve kibar bir çocuk.. Size selam söyledi.
Eh, artık aradaki buzlar çözülmeye başlayınca sormak lazım, gelenleri:
-Kim gelecek bu akşam, bize?
Hanım, dudağını büker gibi yaptı:
-Hiç kimse!.. Ben de getirdiğine şaşırdım, bunca masrafı niçindir?
-Hanım, ortanca çocuk telefon açtı bana, mi,safirin geleceğini söyledi, bana.
Anlaşılan Hanım'ın misafirin geleceğinden haberi yok.
- Bekleyelim,bakalım, kimler gelecek?
Ayak sesleri, çalan zil ve sinirlice yerinden fırlayan Hanım:
-Geldim geldim!..
"Zaten kapıya gidiyorsun da neden geldiğini belirtiyorsun, be Hanım?" diyecektim, asabîleşmesi an meselesi.
Kapı açıldı, kapıda beliren genç kız, soruyor:
- Hoca evde mi?
Hanım, evde olduğumu belirtiyor, usulcacık. ;çeri alıyor, ellerinde alet-edevat olan çocukları. Baktığım, beni yanıltmadı. Müzikle uğraşan çocuklar, bunlar:
-Hoş geldiniz çocuklar. Sizi çıkartamadım.
Soruma cevap verilecek yerde soruya muhattab kılındım:
-Hocam, siz gitar dersi vermiyor musunuz?
Üst kat komşumuz Musıkîşinas Behlül Efendi'yi anlattım, kendilerine. O'na gitmelerini söyledim. Gitar derslerini verdiğini de yeni öğrenmiştim.
Çocuklar, bir şey demeden kalktılar. Erkek olanın kulağında küpe, kızın dudağındaki halkayı merak etmedim değil:
-Bak Hanım, bu oğlandan damat, bu kızdan gelin çıkmaz... Görmez misiniz, Efendim gençliği?
Dah çok söylenecektim, Hanım oralı olmadı. Onda da merak, gelecek misafirler kim? Ne yemek yapılmış ne etraf temizlenmiş. Yaşlı başlı kadın, tek başına misafir ağırlamayı yapamaz ki!..
Oğlumu aradım, mecburen. Hattımda kalan birkaç kontürü de bitirmek istedim. Hat cevap vermekten uzak, telefonun ahizesi, oldukça utangaç. kalkıp hırsımı telefondan çıkarsam, geçen hafta kırdığım ahizenin çalışmaması söz konusu olursa yeni telefon almam gerekecek, bir ihtimal.
hanım, mutfakta masayı kurmakla meşgul. Seslendi:
-Gel, misafir kim ise meyve almışsın. Yemeğe gelecek olan çoktan gelirdi. Allah'a şükür, pilavımız, salatamız, çorbamız var.
Doğrusu ben de acıkmamış değildim. Sahurdan bu yana hep aklıma düşen baş ucuma bırakıp yemediğim içli köfteler. Ellerimi yıkayıp, masaya kuruldum. Akşam Ezanı okumaya başlayınca durmamı fark eden Hanım, "Besmele" çekerek, çorbayı kaşıkladı:
-Ye de soğutma şimdi. Müezzin ezanı, dört dakika geciktirdi. Mübarek Ramazan'da bu zulüm değil mi?
Mübarek Ramazan Ayı'nın son haftası. Misafir kim? Oğlanın telefonu kapalı. Akşam Namazı'nı kıldıktan sonra önümde tavşan kanı çay. Kahveyi hüpürdete hüpürdete içenler gibi çaya talim ediyoruz, tek başımıza.
Telefon acı acı inliyor!...
Hanım, daha yakın telefona. Açıyor, telefonu:
-Burası Hocanın evi. Ben eşiyim, buyur!... A Mehmedim sen miydin? Az sonra kapıdasın, öyle mi?... Bey, Mehmedim geliyor...
Ortanca Oğlan, demek ki ahlâklı imiş. Mehmed'i gelen Hanım, beni unuttu. Derken kapı zili, uyarıda gecikmedi. Mehmet kapıda.
Ben yerimden kalkıyorum. Hanım, Mehmedine sarılıyor. Sonrasında ben oğluma sarılıyorum. En az altı ay görmemişim, Mehmedimi:
-Eee Baba, kavuşturana çok şükür. Bak, geldim, sağ-selamet.
Mehmedime bakınca sormadan edemedi, Annesi:
-Oğlum meyve eksiktir dedi, baban. Poşetler dolusu meyve almış...
Mehmedim, annesine baktı, bana baktı, sadece üç cümlecik söz sarf etti:
-Ben gönül meyvenizim. Eksik olan bendim. İşte geldim.
Bir şeyler söyleyecektim de söyleyemedim. Evet, gönül meyvemiz bizim misafirimizdi, bu akşam. O, eksikti. Şimdi evde eksiklik kalmadı, her şey tamamlandı. Anlayamamıştım, açıkçası, söylenen "Evde tek eksik meyvedir!.." sözünü. Demek Mehmedim, gelince her şey tamamlanmış.
Evdeki Poşetler mi? Sabahleyin meyvelerin çürüyüp bozulmaması için Hanım, hepsini konu-komşuya Mehmedin gelişini hem bildirmek hem de Ramazan Akşamı iftarda bir tadımlık amaçlı dağıtmış.
Rabbim!.. Her evin içindeki meyveleri, dalından ayrı düşürme, ağacından uzaklaştırma!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.