Karşımızda uzun, çok uzun bir tarih vardı ve bunun arşivi henüz açılmamış, tasnif edilmemişti. Hem kendi geçmişimizi merak, hem hakikat aşkı, hem bazı dış zorlamalar (Ermeni meselesi vb. gibi) amatör veya akademisyen araştırmacıları harekete geçirdi. Gerçek kendini kolay ele vermiyordu. Ne "Kızıl Sultan" ne "Ulu Hakan".
Yeni belgelere, yeni yorumlara ihtiyaç vardı. Yurt dışı arşivleri taranmaya başlandı.
Artık "ezber bozulmuş", tarih geri dönmüştü.
Kaderin cilvesi olarak kariyerlerini yurt dışında yapan bazı dünya çapında tarihçilerimiz (Halil İnalcık, Kemal Karpat vb.) yurda dönmüş, eserleri yayımlanmaya başlamış ve ses getirir olmuştu. Yeni kuşak tarihçiler arasında da donanımlı, sözü dinlenir olanlar (Msl: İlber Ortaylı) bilinenleri bir bir çürütüyordu.
Mesela "Matbaa bize geç geldi, bu sebeple geri kaldık" denince, İlber Bey: "Onun başka sebepleri var. Hem matbaa bize geç gelmedi, 15. asırda gayr-i müslimlerin matbaaları vardı" diye cevaplıyor; "Bizi geri bırakan ezberci eğitimdir" denilince; "Ne münasebet efendim, tahsilin esası ezbere dayanır" diyordu.
Redd-i miras bize neleri kaybettirdi?
Bunun hesabı sorulmaya başlandı. Yüzleşmenin gelişimi.
Sadece Topkapı Sarayı'na yapılanlara bakmak yetiyordu. Etrafına ve geniş bahçesine ne kadar ilgisiz bina yapılmış, saray ne kadar ihmal edilmişti. Şimdilerde (İlber Bey oraya müdür olunca) Sur-i Sultani lüzumsuz binalardan kurtulmaya, eski ihtişamına kavuşmaya çalışıyor.
Eskiye ait ne varsa kıymete bindi.
O köhne-tahta konaklar restore ediliyor. Çeşmeler, camiler, sebiller, mescitler, medreseler elden geçiriliyor. Hatta "Sur içi"nde bazı bölgeler (Sultanahmet gibi) trafiğe kapatıldı.
Tarihle ilgili neşriyat inanılmaz biçimde arttı. Televizyonlarda tarih programları, tartışmaları yapılmaya başlandı. En önemlisi Anadolu'da her şehir her belde kendi tarihini araştırmaya, bu yolda yayın yapmaya çalışıyor, dergiler çıkarıyor.
Ve geçen zamana yanıyoruz.
Ömrü uzun olsun ünlü tarihçi Semavi Eyice Millet Caddesi'nin açılması sırasında 174 tarihi eserin yıkıldığını, kendisinin buna şahit olduğunu söylüyor. Nasıl ağıt yakmayalım?
Hat sanatımız, ebrumuz, tezhibimiz canlanmaya başladı. Öyle ki bugün Taşkent'ten Fas'a kadar olan ülkelerde yeni bir cami yapıldığında, yazılarını yazmak için Türkiye'den hattat istiyorlar.
Sadece çiçekler için yazılan kitaplar (Şükûfe mecmuaları) üzerine yayın yapılıyor. Ve biz ecdadın nasıl bir zevk-i selim sahibi olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Üsküdar kıyısındaki Şemsi Paşa Camii'nin en az Süleymaniye kadar kıymetli olduğunu yeni anlıyoruz.
Bu bir başlangıçtır. Yüzleşme sürecektir. Çünkü Osmanlı Arşivi'nin henüz onda biri tasnif edilmiştir. Bu arşiv olmaksızın ne kendi tarihimiz, ne Balkanlar, ne Kafkasya, ne İran, ne Ortadoğu, hatta ne de Avrupa tarihi yazılabilir. Yazılır ama eksik kalır.
Tarih kolay yazılmaz. Hadiselere yeniden, yeniden, yeniden bakmak lazımdır. Ve yeri geldiğinde yanlıştan dönmek lazımdır. Tarih bize güç verir, güven verir, kendimizi ve ötekini tanıma imkânı verir. Doğru tarih olmaksızın söylenenler ya hamasî ifadeler ya da ideolojik hedefler taşır.
Tarih bize geleceği kurmada bir pusula, bir temel, bir vizyon kazandırır. Tarihle dalga geçilmez, intikamı acı olur.
İyi bir tarihçi olmak için siyaset, hukuk ve epeyce dil bilmek lazımdır. Yeni nesil tarihçilerimiz bunun bilincindedir.
Redd-i miras ettiğimiz maziyi eninde sonunda kabul edeceğiz. Çünkü onu yapanlar atalarımızdır. Ve bize, şimdilik öğrendiğimiz kadarıyla övünç vesilesi olacak eserler, isimler, hasılı bir medeniyet bırakmışlar.
Tarih geri döndü ve anlatmaya başladı.
Onu özgür bırakın anlatsın.
Ak koyun kara koyun ortaya çıksın.
30.05.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.