• İstanbul 17 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 17 °C
  • Konya 12 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 18 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 17 °C
  • Bolu 12 °C
  • Bursa 15 °C

Mustafa Miyasoğlu'ndan: Hatıralar Meydan Muharebesi

Mustafa Miyasoğlu'ndan: Hatıralar Meydan Muharebesi
Herkes için hatıralarının özel bir anlamı var, bu yüzden onları anlatır veya yazar. Sanatçı, siyasetçi veya toplumun çeşitli alanlarında tanınmış şahsiyetlerin hatıraları ilgi çeker.

TARİH GİBİ YAZILAN HATIRALAR

Osmanlı devleti yöneticilerinin benimsediği, âdeta resmi görüşleri haline getirdiği hususları yazan Âşıkpaşazâde’nin Tevârih-i Âli Osman adlı kitapla buna karşı görüşlerle yazılan kitaplarda farklı bir tavır görürüz. Birbirlerine benzer bir tarzda, o dönemde hâlâ iktidar tutkusundan vazgeçemeyen Karamanoğlu Mehmet tarihinde, Çandaroğlu Halil Paşa’yı savunurken, isim vermeden, Âşıkpaşazâde ile birilerinin ona iftira attığını ifade eder. Çünkü ikisi de tarih kadar hatırat denilebilen kitaplarında, okuduklarından daha çok duyduklarını ve hatırladıklarını yazarlar. O yüzden bu ilk dönem tarihlerine tarih dendiği kadar hatırat da denebilir.

Bu tarihçilerin yaptıklarına benzer bir kavgayı bu milletin tarihini ilk kez düzenli bir şekilde yazanlar kadar sonrakilerde de açıkça görürüz. Sultan II. Murat, II. Beyazıt ve Kanuni’nin teşvikleriyle yazdıkları kitaplarda ortaya koyan devlet adamlarında da bu türden şahsî tercihleri veya müdafaaları görmek mümkündür. Padişahların vak’anüvisi olarak devletin zaferlerini ve bazı şahsiyetlerin zaaflarını onların sağlığında yazamamak, belki de bir dönemi anlatmak durumunda kalanların karşılaştığı en büyük zorluk. Bazılarının hatıratla karışık bir şekilde kendi gözlemlerini de anlattıkları ve tarih diye ortaya koydukları eserlerin tarihi gerçekleri objektif bir tarzda ortaya koyamamak gibi bir zaaf içinde olduklarını kabul etmeliyiz.

Göktürk Yazıtları’nda devlet başkanı Bilge Kağan ile Vezir Tonyukuk sanki anlatımlarıyla birbirini tamamlarken, bir taraftan da Tonyukuk kendi adına diktirdiği kitabesinde, anlattığı olaylardaki katkısıyla devlet başkanına “Ben de bu devlete sizin kadar hizmet ettim!” der.

Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk kitabından kısa bir süre sonra yazılıp yayınlanan Kazım Karabekir’in İstiklal Savaşımız adlı kitabında, onu bazı noktalarda düzeltme ve İstiklal Savaşı’nda “senin kadar zaferde benim de katkım var” deme teşebbüsünde olduğu görülür.

İttihatçı paşaların hatıratları da hep böyle bir tamamlama-düzeltme veya eksikleri hatırlatma gibidir. Fakat Refik Halit ve Ali Kemal gibi muhaliflerin hatıratları ise, İttihatçı paşalara karşı tam bir meydan muharebesi gibidir. Çünkü İstiklal mücadelesinde onlar yüzünden yanılmışlar ve -iddialarına göre- İttihatçılar yüzünden sürülmüş ve lanetlenmişlerdir. Rıza Tevfik ise, her devirde ve her durumda öne çıkmak çabasından ötürü 150’likler arasına girmiş, hem felsefe, hem tekke kültürü ve hem de Abdülhamit karşısında hep çelişkili olmuştur. Ömer Seyfeddin’in Efruz Bey adlı dizi hikâye şeklinde yayınlanan romanında bu iyi anlatılır.

Celal Bayar’ın Ben de Yazdım adlı kitabının adı bile bu siyasi hatırat çokluğunun nasıl bir nitelik taşıdığını gösterir. 27 Mayıs ve 12 Eylül hatıraları da artık büsbütün meydan muharebesine döndü. Darbe yapanlar bile yapmamış gibi suçu başkalarına yükleme çabasındalar.

İsmet İnönü’nün, Turgut Özal’ın ve Kenan Evren’in ağzından da pek çok hatırat kitabı çıktı. Bütün bunlarda anlatılanlar, yakın tarihin olayları ve onların bu olaylarda almak zorunda kaldıkları tavırlar. Bir kısmı tarihçilere belge bırakmaya, bir kısmı “araştırmacı gazeteci” tavrına girmeye ve objektif görünüşlü çarpıtmalara veya gerçeğin başka bir yüzünü anlatmaya yönelik. Galiba R. Tayyip Erdoğan günü gününe not tutarak kendi adına başkalarının hatırat yazmasına lüzum bırakmayacak tarzda şahsi notlarını tutuyor, bugünden savunmasını yapıyor.

HATIRALAR TARİHİN MALZEMESİ

Elbette hatıralar yakın tarihin malzemesidir, böyle olması hatıralara önem verilmesini sağlar. Fakat bazı hatıralar ne kadar güvenilir, işte bu netameli bir konudur. Bu hep böyle, ama olayları bizzat yaşayan veya görüşleri bizzat ortaya koyanların yazdıkları hatıralar gerçekten önemli. Mesela Ksnefon’un paralı olarak katıldığı savaşın günlüğünü Anabasis / On Binlerin Dönüşü adıyla yazması, Sezar’ın yönettiği bir savaşın tarihini yazma çabası veya Bâbür Şah’ın hayatını ve zaferlerini anlattığı Vekâyi adlı hatıratı, elbette anlattıkları dönem için önemli kaynak. Hiçbir tarihçi o dönemleri anlatırken bu kaynaklara bakmadan edemez.

Elbette İstanbul’un Fethi’nden sonraki Osmanlı tarihini yazacak olanlar, Fetihnameleri, Selimnameleri ve Süleymannameleri görmeden edemezler. Hatta o dönemdeki sefernameler, sefaretnameler, surnameler de bu dönemin sosyal ve siyasi tarihi için önemlidir. Barbaros’un, Sadrazam Lütfi Paşa’nın, Mimar Sinan’ın hatıralarını dikkatle okumadan yazılacak bütün tarihler eksiktir, sosyal tarih açısından yanlıştır. Saray halkı dışında kimsenin, özellikle yabancıların girmesi mümkün olmayan Topkapı Harem dairesi hakkında yazılan yalanlar o kadar çok ve o kadar üçüncü sınıf romancı muhayyilesinden uydurulmuş ki, şaşıp kalıyorsunuz!

Yakın tarihle ilgilenen tarihçilerin en büyük handikapı bu yakın geçmişteki olayları anlatan insanların ne kadar güvenilir oldukları hususudur. Bu arada, hüsnükuruntularına veya kendilerini savunmak için masum yalanlara sığınan bir kısım şahsiyetin hatırat diye yazıp yayınladıkları metinlere gülmemek mümkün değil. Bu metinlerde görülen gerçeği çarpıtma çabaları anlaşılır, ama mazur değil. Bunlar aslında yalancı tarih tanıklıklarıdır ve sayıca çoktur. Çünkü rejim değişikliğini tabii ve zaruri bir değişim biçiminde anlatabilmek kolay değil...

Nutuk ve İstiklal Savaşımız adlı kitaplardan sonra pek çok yakın tarih kitabı veya hatırat çıktı. Pısırık adamlar kahraman, kimsenin dinlemediği adamlar büyük hatip ve kendini çoluk-çocuğuna önemsetmek isteyen garipler de bir zamanlar çok önemli olduğunu anlatmaya çalıştılar. Böylece gülünç oldular. Onların çevrelerindeki sevimli halleri kimseyi yanıltmamalı. Dedelerini çok seven torunların hatıraları gerçeği ifade ediyorsa, İttihatçılar kahraman sayılır!

Bu tür hatırat yazarlarının garip örnekleri yakın tarihte de çoktur ve pek çoğu da hayli ilginçtir. Nedense bu ülkenin yakın tarihinde pek çok olayda yer alan, hatta Osmanlı’nın yıkılışında bir hayli etkili olan Cemal Paşa gibi onun torunu gazeteci Hasan Cemal de çeşitli vesilelerle hatırat yazar, bunlarda hatalarını itiraf eder. Fakat bir süre sonra yeniden başka hatalar yapar. Dedesinin adını soyadı olarak taşıdığı gibi, onu andıran tarzda jakoben kadrolara katılır, onların dergi ve gazetesinde yazılar yazar veya darbecilerle işbirliği yapıp gündemde kalır.

Necip Fazıl Büyük Doğu dergisinin tarih sayfalarıyla birlikte, hayatının son 40 yılında bu türden yalanları sergiledi ve Sultan Abdülhamit ile Vahdettin hakkındaki iftiraları çürüttü. “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!” diyerek yazdığı monografilerde İttihat ve Terakki Fırkası ile CHP’lilerin kendilerini haklı göstermek için söyledikleri ve resmi ideolojinin kalkanı haline getirdikleri yalanları ortaya koydu. Bunları yazdığı için çok çile çekti, çok hapis yattı.

Büyük Doğu dergisinin tarih tezlerinden yola çıkan Mustafa Müftüoğlu, hatırat veya tarih adı altında yayınlanan bir dizi yalanları belgelerle çürütmeye çalıştı ve bunlardan oluşan Yalan Söyleyen Tarih Utansın adlı 10 ciltten meydana gelen kitabını da bu amaçla yayınladı.

03.02.2013 Milli Gazete
Bu haber toplam 775 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim