• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Mustafa Özçelik: Mehmed Âkif’in Bir Muallim Olarak Portresi

Mustafa Özçelik: Mehmed Âkif’in Bir Muallim Olarak Portresi

Mehmed Âkif’in yaptığı resmi tahsil itibariyle asıl mesleğinin “veterinerlik” olduğunu biliyoruz. Fakat o özel eğitimi ve şahsi çabalarıyla kendini ilim, dil, din, kültür ve edebiyat sahalarında da çok iyi yetiştirerek “yazar”, “şair”, “mütercim”, “müfessir” ve “fikir adamı” kimlikleri de kazanmıştır. Hatta denebilir ki bu özellikleri dolayısıyla bu kimlikleri bu meslekte de çok başarılı olmasına rağmen “veterinerlik” kimliğinin önüne geçmiştir.

Mehmed Âkif, belirttiğimiz bu kimliklerinin de kendisine kazandırdığı müktesebatla aynı zamanda bir “muallim” olarak da karşımıza çıkar. Bu arada kendisinin de bir muallimin oğlu olduğunu hatırlamak gerekir. Zira çocuklarının terbiyesinde eğitimci bir baba sıfatıyla hareket eden babası onun ifadesiyle onun sadece “babası” değil “hocası” da olmuştur.

Nasıl bir eğitimciydi?

Mehmed Âkif’in muallimliği yahut eğitimciliği, bütün bir çalışma hayatı boyunca sadece okullarda ders veren hocalardan daha farklı nitelikler taşır. Âkif, hem “örgün eğitim”in yapıldığı okullarda ders vermiş hem de yazı ve şiirleriyle, cami vaazlarıyla, dost meclislerinde yaptığı sohbetler ve derslerle “yaygın eğitim”in de içinde bulunmuştur. Bu yüzden onun muallimliğini çok geniş bir alanda çok değişik vasıtalarla ve metotlarla yapılmış bir hocalık olarak görmek gerekir.

Bütün bunlar, onu sahada eğitimin pratiğiyle uğraşan bir hoca yaparken o, bir yandan da eğitim meseleleri üzerine de kafa yoran, mevcut eğitim sistemini eleştiren ve daha iyisinin nasıl yapılacağına dair fikirler ileri süren bir eğitimci konumuna yükseltir. Gerçekten de Âkif, devrinin pek çok aydınına göre özellikle dil eğitimi konusunda bugün için de yararlanabileceğimiz önemli görüşleri bulunan bir insandır.

Örgün eğitim öğretmenliği

Âkif’in örgün eğitimdeki öğretmenliği konusuna girerken öncelikle onun hangi okullarda öğretmenlik yaptığından bahsetmek gerekir. 22 Aralık 1893’te Baytarlık mektebinden mezun olan Âkif, mezuniyetinden hemen sonra Baytar müfettiş muavini olarak göreve başlamış ve 11 Mayıs 1913 yılındaki istifasına kadar bu görevini yirmi yıl sürdürmüştür.

İşte onun ilk öğretmenliği bu görevini sürdüğü yıllarda gerçekleşir. 17 Ekim 1906’da memuriyet görevine ek olarak mezunu olduğu okula, “Halkalı Ziraat/Baytar Mektebi”ne, “Kitabet-i Resmiye” muallim olarak atanır. Bu görev çerçevesinde “resmi yazışmalar ve hitabet” hocalığı yapar. Bunu 25 Ağustos 1907’den itibaren “Çiftlik Makinist Mektebi”nde yaptığı Türkçe öğretmenliği takip eder. 5 Kasım 1908’de Baytar mektebine “Harita-i Sıhhiye, Kitabet-i Baytariye Hukuk-ı Ticari ve Kanun-ı Tıp” muallimliğine atanırsa da bu görevi kabul etmez. Onu İki yıl sonra ise yani 1910’da “Darü’l-Edeb” adlı özel okulda fahri hocalık yaparken görürüz.

Âkif’in en uzun hocalık dönemi ise 21-24 Kasım 1908’ de atandığı A. Mithat Efendi, Ahmed Naim Bey, İzmirli İsmail Hakkı Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Tevfik Fikret gibi isimlerin de hocalık yaptığı “Dar’ül Fünun” Edebiyat şubesi 1. Sınıf Edebiyat-ı Osmaniye muallimliğidir. Âkif, bu görevini 1913 yılındaki istifasına kadar sürdürür. 1914 Eylülünde ise “Dar’ül- Hilafet’il-Aliyye” medresesinin orta öğretim bölümünde Türkçe-Edebiyat muallimliği yapar. Mehmed Âkif’in örgün alandaki hocalığının son durağı ise Mısır olur. Kahire’deki “Camiat’ül- Mısriyye üniversitesi” Edebiyat fakültesinde 1929 yılından Mısır’dan ayrılana kadar Osmanlı Edebiyatı dersleri verir.

Onun bu görevlerine 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra “İttihat Terakki Şehzadebaşı kulübü”nde verdiği Arapça derslerini, kendi çocuklarına verdiği dersleri (Kur’an ve Arapça’yı öğretti) yine bazı öğrencilere verdiği özel dersleri de dahil etmek gerekir. Yine arkadaşlarıyla yaptığı kitap müzakeresi sohbetlerinde Sadi’nin “Bostan”, Şems-i Mağrıbi’nin “Divan”ı, Alfanso Daudet’in “Değirmenimden Mektuplar” adlı kitapları okutması da muallimliğinin bir başka örneği olarak görülmelidir. Yine Mısır yıllarında Abbas Halim Paşa’nın kızlarına verdiği özel dersler de bu çerçevede mütalaa edilebilir.

Yaygın eğitim öğretmenliği

Âkif’in yaygın eğitim hocalığının mekânı ise öncelikle “camiler” olmuştur. Zaten kendisi de cami merkezli bir eğitimin yetiştirdiği bir insandır. Onu 1913 Balkan mağlubiyetinden sonra İstanbul’un üç büyük camisinde (Beyazıd, Fatih ve Süleymaniye) vaaz verirken görürüz. Âkif, bu anlamdaki öğreticiliğini Anadolu şehirlerinde de söz konusudur. O, Anadolu’da ilk olarak Balıkesir’de 1920 yılının ocak ayının sonlarında Zağnos Paşa camiinde halka hitap eder. Bunu 24 Nisan 1920’de Ankara’ya varır varmaz Hacı Bayram camiinde yaptığı vaaz takip eder. Ardından 19 Ekim 1920’de Kastamonu’ya giderek Nasrullah camiinde vaazlar verir. Yine bu yıllarda Çankırı, Konya, Afyon, Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya gibi şehirlerde ve irşad heyetinde vazife aldığında cephede ve hükümet meydanlarında, köy odalarında halka yaptığı konuşmalar da onun hocalık vasfının bir yansıması olarak görülmelidir.

Bir yaygın eğitimci olarak camilerde, hükümet meydanlarında, cephede muallimlik yapan Âkif portresine 1914 yılı sonunda gittiği Berlin’deki “Hilal” kampında bulunan Müslüman esirlere yaptığı konuşmalar da dâhil edilmelidir. Âkif’in bu anlamdaki öğretmenliğinin bir başka mekânı ise dost meclisleridir. Âkif, gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da bulunduğu yıllarda dost ve arkadaş meclislerinde sohbetler yapmış ve dersler vermiştir. Özellikle Ankara yıllarında Taceddin Dergahı’nı bir mektebe çevirmiş, burada ilmi, edebi pek çok konu münakaşa ve münazara edilmiş, arkadaşlarına Tefsir, Hafız Divanı gibi eserleri okutmuştur. Bu sohbetlerde/derslerde sözü en çok dinlenen yani hoca kimliğini en çok sergileyen de Âkif olmuştur.

Âkif’in yaygın öğretmenliğinin bir alanı da dergiler olmuştur. Her derginin bir mektep yazarlarının da birer hoca olarak görüldüğünü biliyoruz. Bu sebeple 27 Ağustos 1908’te İstanbul’da yayımlanmaya başlanan ve bir din, felsefe, edebiyat, hukuk ve ilim dergisi olarak çıkan “Sırat-ı Müstakim” (Sebilürreşad) dergisi de yayınladığı süre içerisinde bütün yazarlarıyla okuyucuları için bir mektep vazifesi görmüştür. Âkif ise bu derginin başyazarıdır. Hemen bütün şiirleri, yazıları ve tercümeleri bu dergide yayımlanmıştır. Âkif bu dergide en çok ürünü çıkan bir isimdir. Orada sadece imzasını taşıyan yazı ve şiirler değil imzasız yayımladığı yahut müstear ad kullandığı pek çok yazısı vardır.

Burada Âkif’in veterinerliği bile muallimlik özelliğinde yaptığı da söylenilmelidir. O görev yaptığı süre içerisinde bir masa başı görevlisi bir veteriner olmamış, görev yaptığı bölgelerde bulunan köy ve kasabaları dolaşarak daha verimli hayvan üretme konusunda bilgiler öğreten bir halk eğitimcisi olmuştur.

Mehmed Âkif’in yukarıda adını verdiğimiz okullarda yaptığı işin adının muallimlik olduğu kesindir. Fakat diğer mekânlardaki konuşmalarını neden muallimlik kapsamı içinde gördüğümüzü de söyleyelim: O, nasıl okulda adı öğrenci olan topluluğa bir müfredat dâhilinde ders vererek onların hocası olmuşsa; camilerde, meydanlarda yaptığı konuşmalarla halka ve askerlere; dergide ise okuyucularına hocalık etmiştir. Kısacası o mabedi de meydanları da dergiyi de birer mektep olarak telakki etmiştir. Bunun böyle olduğunu anlamak için yazı ve konuşmalarının muhtevalarına bakmak yeterlidir. Çünkü Âkif’in şiirlerinde ve özellikle yazılarında asıl amacı sanat yapmak değil öğreticiliktir. Bu durum konuşmalarında zaten böyledir. Ciddi bir eğitimsizliğin yaşandığı o dönemde Âkif, bu açığı işte bu konuşmaları ve yazılarıyla kapamaya ve bu anlamda bir eğitimci olmaya çalışmıştır.

Âkif nasıl bir muallimdi?

Âkif’in okullardaki öğretmenliği ile ilgili fazla bilgi sahibi değiliz. Aynı durum cami ve meydan konuşmaları için de söylenebilir. Fakat bu durum, bu konu hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz anlamına gelmez. Onun özellikle İstanbul ve Kahire’de yaptığı hocalık hakkında az da olsa Reşat Nuri, Baha Kahyaoğlu, Ahmet Hamdi Akseki, M. Emin Erişilgil, Mahir İz, Mithat Cemal Kuntay gibi isimlerin hatıralarından bazı şeyleri öğrenmemiz mümkündür. Diğer yandan şiir ve yazıları da bu anlamda bazı sonuçlar çıkarmamıza imkân vermektedir. Çünkü Âkif, söylediklerini kendi hayatında uygulayan bir şahsiyettir. Şimdi bunların ışığı altında bu soruya cevap verelim.

1-Âkif, belki de eğitimin o yıllardaki acil sorunları dolayısıyla işin nazariyatı ile fazla ilgili değildir. Nitekim üniversitede nazariyat okutması teklif edildiğinde buna itiraz etmiş bunun yerine edebi metin tahlilleri konusunda müzakereye dayalı ders vermeyi tercih etmiştir. Bu bağlamda hem öğrenciyi ezbercilikten kurtarmış hem de derslere katılımlarını sağlayarak onların duygu ve düşüncelerini ifade edebilmelerine imkân sağlamıştır. Bu aynı zamanda dilin metinler üzerinden öğretilmesi noktasında da önemli bir yöntemdir.

2-Âkif’in öğretmenliğinde lügat ayrı bir önem taşımaktadır. Bu yüzden öğrencilerinden mutlaka metinle birlikte lügatten yararlanmalarını, kelimeleri anlam dünyaları, farklı kullanışları itibariyle öğrenmelerini istemiştir. Bir başka öğretme tekniği de okunacak şiirleri önce defterlerine yazdırması olmuştur. Bunun da yazarken öğrenme, metne aşinalık kazanma anlamında ne kadar önemli olduğu ortadadır.

3-Yine eğitimde soru-cevap yöntemini de sıkça kullanmıştır. Bunun için öğrencilerine onların bu konudaki özgüvenlerini artırıcı davranışlar sergilemiş, gördüğü her yerde onlarla gülerek selamlaşmış, söyledikleri her cümleyi, sordukları her soruyu dikkatle ve önemle dinleyen bir hoca profili çizmiştir.

4-Âkif, yazı ve şiirlerinde planı ne kadar önemli görmüşse de okulda müfredata dayalı ders vermek istememiş, resmi plan ve programın dışına çıkarak öğrencinin seviyesini dikkate alarak onları bulundukları seviyesini üzerine çıkarmayı amaç edinmiştir. Fakat derste oldukça titiz, görevine sadık, öğrencilerine sözünü dinleten, kalıcı bilgiler öğreten bir hoca olmuştur.

5-Bir başka özelliği ise; ders esnasında verdikleri cevaplarla dikkatini çeken öğrencilere iltifat etmesi, onlarla fazla yakından ilgilenerek ilgi alanlarını genişletmek ve derinleştirmek istemesidir. Yine ders esnasında da yapmacıksız, samimi davranışları ve kendisine yaklaşılamaz hoca tavrı içinde olmaması hatta hocalığını hissettirecek durumlardan kaçınmasıdır.

6-Özellikle dil öğretimi konusunda çok hassastır. Yabancı dil öğretiminde o dille yazılmış gramer kitaplarının okunmasını bir garabet olarak görmektedir.

7-Âkif için yaptığı hocalık, bir vatan ve millet vazifesi olarak telakki edilir. Mesela yine üniversitede ders verirken bir ara maaşların ödememesi söz konusu olunca bazı derslerin kaldırılmak istenmesi üzerine bu derslerin kaldırılmamasını ve ücretsiz girebileceğini belirtmesi bunun bir örneğidir.

8-Âkif, üniversitede sadece ders vermekle kalmamış, müessesenin yapılanmasında ve dönemin eğitim politikalarının şekillenmesinde de rol almıştır. Üniversitede bu anlamda yapılan toplantılara katılarak bu konuda görüşlerini açıklamıştır.

Âkif’e göre öğretmen

Mehmed Âkif, yazı ve şiirlerinde öğretmenin hangi özellikleri taşıması gerektiğine dair görüşleri bulunmaktadır. Safahat’ın pek çok yerinde muallim konusuna vurgular vardır. Bunlardan ilkine “Fatih Kürsüsünde” kitabında rastlarız. Orada milletin yükselmesine dair gerekenler sıralanırken ilk sıraya siyaset, ordu, ekonomi, sanatı söyleyenlere karşı önce eğitimi ve öğretmeni çıkarır. Almanya, Fransa, Prusya gibi ülkelerin bu yolu takip ettiklerini söyler ve mahalle mekteplerinin lüzumuna işaret eder.

Bunun için başvuracağımız başka bir kaynak ise, eğitim konusunun ağılıkta olduğu ve bu yüzden bir eğitim kitabı olarak da okunabilecek olan Asım kitabıdır. Orada anlatılan öğretmen karakterinden hareketle Âkif’in bir öğretmen nasıl olmalı sorusuna cevap verdiği görülür. Buna göre öğretmen inançlı, temiz, öğrencilerle ve halkla iyi ilişkiler kuran, dürüst, gençlere güvenen, onları yaşadıkları ülke ve dünya hakkında bilgilendiren, Dini temelleri ihmal etmeden modern eğitime de öncülük yapan, onları asrın icaplarına göre yetiştirmek isteyen, onların gereksiz bilgilerle kafasını doldurmayan biri olmalıdır. Söylediği şu mısralar ise öğretmen konusundaki düşünceleri en özlü şekilde ifade etmektedir:

“Muallimim diyen olmak gerektir imanlı

Edepli, sonra liyakatlı, sonra vicdanlı

Bu dördü olmadan olmaz:

Vazife çünkü büyük”

Buna göre bir öğretmende bulunması gereken ilk özellik imanlı, inançlı olmasıdır. Bu özellik muallimin Müslüman bir toplumla sağlıklı bir iletişim kurmasının en önemli şartıdır. Halkın inanç değerlerine sahip olmayan bir muallim, bu mesleğini asla yapamaz. Yapsa da başarılı olamaz. Asım’da anlatılan halkın inanç değerlerine yabancı bir muallimin köyden kovulma hadisesi bu şartın ne kadar önem taşıdığını gösterir. Diğer önemli özellik ise edepli olmasıdır. Zira eğitimde öğrenciye kazandırılması gereken en önemli değer, edeptir. Kendisi bundan yoksun olan birinin öğrencilerini bu şekilde yetiştirmesi elbette düşünülemez. Üçüncü özellik ise mesleğin asıl amacının gerçekleşmesi için gerekli olan liyakat yani o mesleğin bilgi donanımına ve öğretme tekniklerine sahip olmaktır. Dördüncü özellik olarak zikredilen vicdan ise eğitimin sağlıklı olarak gerçekleştirilmesi açısından çok lüzumlu bir özelliktir. Çünkü eğitimin öznesi insandır. İnsan ilişkilerinde ise vicdan esastır.

Eğitim-öğretime dair görüşleri

Âkif, eğitime dair doğrudan bir kitap yazmamıştır. Fakat şiir ve yazılarında eğitime, özellikle de ders öğretim şekline dair önemli görüşlerin sahibidir. Çünkü onun yazdıklarında asıl amacı insanın eğitimidir. Bu yüzden Safahat, bir eğitim kitabı olarak da okunmaya müsait bir kitaptır. Safahat’ı bu gözle okuduğumuzda Âkif’in eğitimden ne anladığından, yabancı okullar meselesine, ders kitaplarının nasıl olması gerektiğinden yabancı dil öğretiminin usullerine, nasıl bir insan yetiştireceğimizden mevcut eğitimin sorunlarına, aile içi eğitimden hayat boyu öğrenme konusuna kadar kısacası eğitimle ilgili her meseleye dair görüşleri olan bir muallim portresiyle karşılaşırız. Bu görüşleri her biri ayrı ayrı incelenmeye muhtaç olmakla birlikte şu şekilde özetlemek mümkündür:

1-Âkif, yaşadığı devirde karşılaşılan problemlerin başında eğitim meselesini görmekte, diğer sorunların buna bağlı olarak ortaya çıktığına inanmaktadır.

2-Âkif, eğitimi maarif (örgün ve yaygın eğitimin kazandırdığı bilgi ve kültür), terbiye (çocuğu manevi yönden yetiştirecek bilgiler), Tedib (edepli olmasını sağlayacak disiplin, kontrol) ve tehzib (iyi özellikleri geliştirme, kötü olanları ortadan kaldırma şeklinde bir önemli faaliyet olarak görmektedir.

2-Devrinin üç önemli yabancı dilini çok iyi derecede bilen bir insan olarak en çok dil eğitimi üzerinde durmaktadır. Buna göre dil eğitiminde kural, kaide ezberciliğinden vazgeçilmeli, metne ve tercümeye dayalı bir eğitim gerçekleştirilmelidir. “Bize lisan lazım. Bir lisanın kuralını o lisanı konuşandan daha iyi biliyoruz fakat o lisan ile yazılmış bir kitabı, bir gazeteyi okuyamadıktan sonra kaide bilmenin ne faydası vardır?” demesi bu yüzdendir.

3-Ona göre her öğrenciye eğitimin her kademesinde bilhassa Fransızca öğretmenin lüzumu yoktur. Hele ilkokul ve ortaokulda yabancı dil öğretmeye çalışmak yanlıştır. Yabancı dil, liseden sonra buna ihtiyaç duyacak öğrencilere ayrı bir yabancı dil sınıfında öğretilmelidir.

4-Ders kitapları öğrencilerin anlayacakları bir dille yazılmalıdır. Bilgiler muhakemeye hitap edecek tarzda verilmelidir. Aksi durumda bilgiler zihinde “emanet para gibi” taşınır. Sadece ezberlenir fakat anlaşılmaz.

5-Ders kitaplarının yanı sıra bir de öğretmenlerin o dersi nasıl öğreteceklerine dair rehber kitaplar da hazırlanmalıdır. “Okutacakları dersi hakkıyla bilmeyen bir müderris, esasen tedrise kalkışamaz. Zira karşısındaki talebe temyiz iktidarında olduğu için hocasının aczine yarım saat bile dayanamaz.” Bu durum, eğitimcilerin her şeyden önce nitelikli olmalarını gerektirir.

6- Ders kitapları zamanın şartları dikkate alınarak yazılmalıdır. Ona göre “Askerimizi yeni silahlarla donatmak ne ise çocuklarımızın eline zamana göre yazılmış kitaplar vermek de aynıyla odur.

7-Âkif, Müslüman Türk çocuklarının azınlıkların yahut yabancıların açtıkları okullarda okumalarına karşıdır. Çünkü bu okulların misyoner yetiştirdikleri ortadadır: “Milliyeti, diyaneti hakkında henüz hiçbir telakkisi, hiçbir fikri olmayan masum evladını papazların eline teslim etmek mülahazadan, histen azıcık nasibi olan bir baba için bile isteye yapılır bir hareket olmasa gerekir.

8-Âkif, eğitimde fırsat eşitliğinin mutlaka sağlanması gerektiğini söyler. “Küfe” hikayesi buna ilişkin bir metin olarak okunabilir.

9-Medreselerde iki temel sorun vardır. Bunlardan ilki dini ilimler Kur’an’a dayalı bir anlayışla öğretilmemektedir. Diğeri pozitif ilimlerin okutulmamasıdır. Bu iki eksikliği ortadan kaldırmadan onlardan bir şey beklemek mümkün değildir.

10-Eğitim sadece fen ilimleri ve teknikle sınırlandırılmamalı, ahlaki ve dini yönü ile birlikte olmalıdır.

11-Mevcut eğitim, ihtiyaç duyduğumuz öğrendiklerini hayata uygulayan nesiller yetiştirmemektedir. Özgüven sahibi, çalışkan, kararlı, eski ve yeni hurafelerden uzak, akla, dine zihinleri açık, memleket sorunlarına duyarlı gençler yetiştirilmelidir. Özgüven sahibi, vatansever, şahsiyetli, hoşgörülü, taassuptan uzak, çalışkan, tarihini seven ancak yenilikçi ve istikbale yönelik hayalleri olan, ahlaklı, edep sahibi, ümitli, çağından haberdar bir nesil yetiştirmek esas olmalıdır.

14-Eğitim sadece okulla sınırlandırılmamalı, aile, okul ve halk eğitimi bir bütünlük ve ortak anlayış şeklinde organize edilmelidir. Çünkü eğitim hayatın her anını ve alanını kapsar. Eğitim ailede başlar ve bütün bir hayat boyunca insanın olduğu her yerde devam eder. “Bu cehalet yürümez, asra bakın: Asr-ı ulum/Başlasın terbiyeniz ailelerden oğlum”

15-Çocuklar zamanın gerektirdiği bir şekilde eğitilmeli, onlara kendi zamanımızın eğitimi verilmemelidir. Çünkü onların yetişmekte olduğu zaman ile bizim yetiştiğimiz zaman arasında ciddi farklılıklar vardır.

16-Eğitimde dayağa asla yer verilmemeli, “Hocanın vurduğu yerde gül biter” anlayışı tamamen terkedilmeli, çocuğa sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşılmalı, hataları pedagojik usullerle düzeltilmelidir.

Sonuç

Mehmed Âkif, özetle söyleyecek olursak eğitimi öğrencilere onların psiko-sosyal gelişimlerini de dikkate alarak hem bilgi öğretimi hem de diğer kazandırma faaliyeti olarak gören bir eğitimciydi, Milletlerin ikbal ve istikbalini “marifet” ve fazilet” şeklinde adlandırdığı iki temel şarta bağlamaktaydı. İşte Mehmed Âkif gerek muallimlik şahsiyeti gerekse özetlemeye çalıştığımız bu görüşleriyle zamanın pek çok eğitimcisine göre hayli ileride bir noktada olan bir isimdir. Onun bu özelliği bugün için de söz konusudur. Unutulmamalıdır ki Türk Milli Eğitimi değerler eğitimini ancak 2010 yılında uygulamaya başlayabilmiştir. 2009’da Yetenekli çocukların özel eğitimiyle ilgili bilim sanat merkezleri de (Bilsem) oldukça yeni sayılabilecek bir uygulamadır. Bu uygulamalar, daha o yıllarda Âkif’in üzerinde durduğu konulardır. Dolayısıyla Âkif’in eğitimci özelliği ve fikirleri bugünkü eğitim sorunları karşısında bize ışık tutacak niteliktedir.

Kaynaklar

Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İnkılap Aka kitabevi, İstanbul 1985

Mehmet Akif Ersoy, Düzyazıları, Hz. A. Vahap Akbaş, Beyan y., İstanbul 2010

Mehmet Akif Ersoy, Kavaid-i Edebiyye, Haz. Yusuf Turan Günaydın, Büyüyen Ay İstanbul 2016-12-11

Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Haz. Mustafa Miyasoğlu, Konak y. İstanbul 2010

M. Emin Erişilgil, İslamcı Bir Şairin Romanı, İş Bankası y. Ankara 1986

Eşref Edib, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, Hz. Fahrettin Gün, Beyan y. İstanbul

2010

Hasan Basri Çantay, Akifname, Haz. Hasan Karayiğit, Erguvan y.,İstanbul 2008

Mehmet Akif, Edebiyat ve Düşünce, Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni kitabı, Yay. D. Mehmet Doğan, Ankara 2010

Vahdettin Işık (Haz.), Vefatının 75. Yılında Mehmet Akif Ersoy, Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu kitabı, Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul 2011

 

80 Yıl Sonra Mehmed Âkif Ersoy, 2017
Bu haber toplam 562 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim