Ardışık iki soru: İstiklâl Marşı’mızın kabulünden bu yana geçen tam yüzyıl içinde İstiklâl Marşı’mızı ve şairi Âkif’i anlayabildik mi? Âkif’i yeni nesillere anlatabildik mi? Kanaatime göre ne İstiklâl Marşı’mızın anlamını yeterince kavrayabildik ülke olarak ne de Âkif’i anlayabildik. Necmettin Turinay’ın şu tespiti hâlâ önemini koruyor: “Türkiye’de Mehmed Âkif algılaması genelde İstiklâl Marşı, Çanakkale Şehitleri, şairin Mısır dönemi ve orada çalıştığı Kur’an meali etrafında döner durur.” Ne yazık ki son yıllardaki hatırlayışlara rağmen bu algıyı aşacak adımlar atılamamış, Âkif’e karşı ilgisizlik sarmalı da aşılamamıştır.
Edebiyat kamusunun dün yok saydığı bir Âkif gerçeğiyle bugün de hâlâ karşı karşıyayız. Buna rağmen, Âkif, yer altından akan bir nehir gibi bu toprakların ruhunu besleyecek ve yaşamaya devam edecek. Birinci kümedeki büyük şairlerin sadece şiirleri vardır ve şiirleriyle yaşarlar. İkinci kümedeki şairler ise hem şiirleri hem de idealleri ve davalarının da şairleridirler. Âkif hem şiiri, idealleri ve davası olan büyük bir şairdir.
Âkif hakkında konuşmak gerçekten zordur. Çünkü Âkif hakkında konuşmak ve yazmak düşünce dünyasını ve kendi dünyasını da tanımayı ve anlamayı gerektirir. Bugüne kadar Âkif hakkında çok yayın yapılsa da, bu yayınların çoğunluğu Âkif’in düşünce kaynaklarına eğilmekten uzak ve özgeçmişiyle sınırlı kalmıştır.
- Âkif’in Portresi
Âkif’in yakın dostu Hasan Basri Çantay, “Âkifnâme”nin girişine şu veciz üç kelimeyi yazmıştı yıllar önce: “Âkif kanaatimce yazılamaz[dı].” Bu veciz söz çok farklı görüşlerin yer aldığı bir ilk kitap olarak “Âkifnâme”yi de özetlemektedir... Âkif’in en şiddetli muhaliflerinden Hüseyin Cahit Yalçın ise şu cümleyi kurmuştu Âkif için: “Mehmed Âkif’in hayatı daha büyük şiirdir.” Evet, “Âkif şair değil” diyenlere de bu sözü ithaf etmekle yetinelim. Süleyman Nazif’in Âkif’le ilgili görüşü daha da önemlidir: “Mehmed Âkif’i tetkik eylemek, edebiyatımızın bir şahsı mümtazında mündemiç bir devrini ta’mîk eylemektir.” Hisli bir kalptir Âkif; Nâzım Hikmet bu hisli kalbin toplumcu yönünden etkilenir ve “inanmış adam”dır ona göre, Âkif. Belki de Türk edebiyatı tarihinde Âkif kadar bir dönem edebiyatçısı olmayı hak etmiş ikinci bir isim yoktur. Bu söz çok iddialı bulunsa da bir medeniyet şairi olarak Âkif’in elli yıllık okuru olarak bu görüşü savunmuş olmanın bahtiyarlığı içindeyim.
Nurettin Topçu, “Âkif bir iman ve isyan heykeli”, Orhan Okay “Âkif, bir karakter heykelidir.” demişti. Sezai Karakoç ise “Âkif, şiirle düşünmeyi edebiyatımıza katan hemen hemen ilk şairdir, belki de en önemli şairdir.” diyor. Nurettin Topçu’nun şu yorumu ile Âkif portresini aralayabiliriz: “Âkifleri güneşe bakabildiğimiz, güneşteki cevheri görebildiğimiz kadar anlıyoruz.”
Âkif, 1873 doğumlu olduğu hâlde henüz kronolojisi yazılamadı. Ne yazık ki Türkçemizin Piri Yunus’un kronolojisi de yazılamadı. Umarız İstiklâl Marşı’mızın 100. yılı nedeniyle Yunus Emre ve Âkif kronolojileri de hazırlanır. Neden Âkif kronolojisine vurgu yapma ihtiyacı hissediyoruz? Âkif hakkında konuşabilmek için Âkif’in doğduğu ve yaşadığı dönemle ilişkilendirilmesi gerekirdi. Âkif bunu hak ediyor: Çünkü Âkif, istiklâl savaşı vermiş bir ülkenin İstiklâl Marşı şairidir ve İstiklâl Marşı’nı anlamanın bir yolu da şairinin dünyasıyla bire bir ilişkilidir.
- İradeli Çocuk ve İstikbal
Âkif’e göre çocuk, istiklâl ve istikbal meselesi ve davasıdır. Âkif, çocuğu, özel ilgi alanı ve öncelikli bir tema kabul eder. Âkif’in çocuk davası bakımından; iradeli çocuk, “Âsım’ın nesli” ve istikbal kavramlarını anlayabilmemiz için de Âkif’in kronolojisine ihtiyacımız vardır. Bu nedenle, Âkif kronolojisi ve tetkikleri olmadan Âkif’i anlama çabalarımız çok sınırlı kalmaya devam edecektir. Âkif’in çocuk davasının anahtar kavramları iradeli çocuk, “Âsım’ın nesli” ve istikbal’dir: İradeli çocuk anlayışı bize Tanzimat edebiyatıyla ve daha çok da Batı etkisinde girmiş bir anlayıştır. Bilindiği gibi, Ahmet Mithat, bu konuları romanlarında en çok ele almış ve bir yönüyle de bu iradeli çocuk anlayışını ısrarla sürdürmüştür.
Ahmet Mithat ile Âkif’in iradeli çocuk anlayışında ortak yönler bulabiliriz: Âkif ve Ahmet Mithat eğitimsizlik ve mesleksizlikten söz ederler; hatta Âkif, mesleksiz nesiller konusunda isyan çığlığı gibidir. Âkif’in çocuk davasının eğitim boyutu mahalle mektebinden başlar. İradeli çocuk kimdir? Sorusunun ilk cevabı ise, Âkif’in kendisidir. On beş yaşında babasının vefatı ile bir anlamda bu iradeli çocuk Âkif’te boy atmaya başlar. Evlerinin yanması, Balkan Harbi, Osmanlı-Rus Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi’ni sancılı bir şekilde yaşamış olan Âkif’in kendisi iradeli çocuk tipinin ve hikâyesinin örneğidir.
Âkif’in Safahat’ı aynı zamanda iradeli çocuk, genç ve yetişkin hayatının da lirik-didaktik, lirik-epik şiirle ifadesidir. Fatih Camii şiirinden Safahat’ın son şiirine kadar çocuk, genç ve yetişkin insanların feryadını derinden içimizde duyarız. Bugün biz Âkif’i öncelikle şiirleri üzerinden konuşuyoruz. Çünkü Fatih Camii, Bayram, Âmin Alayı, Meyhane, Ahiret Yolu, Küfe, Hasta gibi şiirleri daha çok birinci Safahat’ta yer alan şiirlerdir. Dört yaşında vefat eden Sel- ma, Bebek Yahut Hakkı Karar, Hürriyet, Kocakarı ile Hz. Ömer, Hüsranı Mü- bin, Mezarlık, Dirvâs, Çocuklara Nevruz, Azim, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hüsran gibi şiirleri esas itibarıyla Âkif’in çocuğa bakışını ve çocuk felsefesini ortaya koyan anlayışını yansıtmaları bakımından önemlidirler. Ve bu bölüm içinde yer alan şiirler için şu soruyu sorabiliriz: Âkif, bu şiirlerde daha önceki gelenekli pedagojiyi mi tekrar eder? Âkif’in feryadından anladığımıza göre, Âkif, gelenekli pedagojiye itiraz eder ve toplumu yakaza hâlinden uyandırmayı hayatının gayesi bilir. Bu şiirlerle Âkif, daha önce edebiyatımızda hiç olmayan toplumcu edebiyatın zirve örneklerini kaleme alır.
Âkif için ikinci sorumuzu sorabiliriz: Âkif, zihniyet dünyası olarak, modern pedagojinin safında mı durur? Âkif, Rönesans ve sonrası Tanrı’nın yerine aklın ikame edilmesiyle oluşturulan seküler pedagojinin de karşısında yer alır. Bu nedenle Âkif’in iradeli çocuk anlayışı seküler ve modern pedagojinin parçalı çocuk anlayışıyla örtüşmez. Çünkü modern pedagoji Âkif’in zihniyet dünyasıyla uyuşmaz. Âkif, din eğitimi ile pozitif bilimlerin birlikte yapılması yanında iki dünya anlayışına göre bir metafiziği ve buna dayalı bir pedagojiyi savunur.
- “Âsım’ın Nesli”
Nurettin Topçu’ya göre Âsım, sanki Âkif’in gençliğidir: “Âsım, cemiyetin fedakâr ve cesur çocuğudur, inkılabı da o yapacaktır.” Safahat’ın altıncı kitabı Âsım, 1917-19 yılları arasında yazılmıştı. Sezai Karakoç ise, Âsım’daki tarih ve destansı yapıyı savaş sosyolojisi ve potansiyel hâlinde gelecek zaman bağlamı içinde yorumlar. Bu istiklâl gerçekleşmiş midir? Bu soru bugün için de geçer- lidir ve söz konusu istiklâl gerçekleşmemiştir.
Âkif, Safahat’ın altıncı kitabı olan Âsım’daki satır aralarıyla hem Âsım ve bütün Safahat ile diğer yazdıkları, mektupları, yakın dostlarıyla yapmış olduğu konuşmalar toplamında Âkif’in istikbale dayalı bir çocuk ve gençlik davası olduğunu anlıyoruz. Ancak bu dava sadece imparatorluğu kurtarma davası değildir. Bütün İslam medeniyetine ve onun uyuyan yakaza hâlindeki halkını uyandırmaya yönelik bir tekliftir.
Safahat’ın yedi bölümden oluşan safhaları çocuk, genç ve yetişkin temaları ile hem bu öznelerin romanı hem de destanı olarak kabul edilebilir. Necmettin Turinay, “fikir romanları” olarak nitelendiriyor bu şiirli safhaları. Safahat, yazıldığı dönemin gerçekliğine uygun olması bakımından sanatkârın iç dünyası yanında dış dünyayı yansıtan, Sezai Karakoç’un vurgusuyla belirtmek gerekirse, bir günlüktür. Fatih Camii’yle çocukluğu kadar bütün imparatorluk coğrafyası da bu toplumcu günlüğün içindedir.
Âkif’in dünya görüşü tasavvuru çocuğu ilahi bir emanet, bir armağan ve bir başlangıç kabul eder. Âkif’e göre “en saf ümit, çocukların yüzünden” görünür. Süleyman Hayri Bolay’ın belirttiği gibi; “Mehmed Âkif’in çocuklarla ilgilenmesi bir ideal içindir;” hem “Âsım’ın nesli” dediği idealindeki gençliği hazırlamak hem de cemiyetin geleceğini teminat altına almak için onun çocuklarla ilgilendiğini söylemek yanlış olmaz. Âkif’in istikbal hayatını gerçekleştirecek ideal tip, “Âsım’ın nesli”dir.
İmparatorluk döneminde üç yüz yıllık geri kalış karşısında Âsım ve arkadaşlarına köklü bir hedef göstermekle kalmıyor, tarihî bir rol de yüklüyor Âkif. Necmettin Turinay, “Âsım’ın nesli”ne yüklenen bu hedef ve rolü “mütareke karanlığında yeni istikbal arayışı” olarak tanımlıyor. Âsım tipi, idealist şairler arasında Tevfik Fikret’in “Şermin” ve “Halûk”u, İkbal’in “Cavidnâme”si ile modern pedagojinin öncülerinden Rousseau’nun Emile mukayesesi yapılabilirse, Âsım’ın, Cavid’in ve Emile’nin yetişmesinde ortak kavramın eğitim olduğu kolayca fark edilebilir.
- Son Bir Soru
Son bir soru: “Âsım’ın nesli” yetişti mi? Âsım’ın vatanı dünyadır, asrın idrakine İslam’ı söyleyecek olan nesil yetiştirme hayalidir, Âsım. Âkif, çöküş ve yıkılış karşısında fikrini ortaya koymuş, Safahat’ı yeni nesillere emanet etmiştir. “Âsım’ın nesli”nin yetişeceği iklim ise bir türlü oluşmamıştır. Hatta bu iklime yakın boy atmış nesiller her dönemde budanmıştır. Bu yüzden Âkif, İstiklâl Marşı’nda bütün zamanların Âsım’larına da “Korkma!” diye seslenmiştir.
Doğmuş ve doğacak çocuklarımızın esenliği için “Âsım’ın nesli”ne funda toprağı olmaya devam edeceğiz. Nasıl mı? Büyük düşünerek ve daha büyük sorular sorarak. Sadece şimdiki zamana değil, gelecek zamanlara seslenmeyi öğrenerek. Ve elbette Âkif’in Âsım’a önerdiği gibi çalışarak: Bekayı hakka uyan sây’i vazife bilir/ Çalış ki beka, sây olursa hak edilir..
KAYNAKÇA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.