Her ikisi ve daha fazlası etkili oldu benim için. Elbette her insan gibi benim de yalnızca hayallerim değil, yıkılan hayallerim de var. Aslında bunlar da gelişen şartlar dediğimiz unsurlar. Çoğu zaman hayatın içinde yalnızlaşıyoruz. Kendimizle çok fazla konuşmak ve mümkün olmayanın peşinde olmak da buna sebep oluyor diyebilirim.
Bir diğer husus ise insanın merkezinde olduğu bolca hikâye dinledim ailemden. Bir zaman sonra hayatı yaşarken de bir hikâyedeymiş gibi yaşamaya başladığımı fark ettim. Böyle olunca gördüğü ve görmediği her şey yazmaya yöneltebiliyor kişiyi.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Anlatmanın kutsal değil de kıymetli ve konuşulmaya değer bir yanı olduğunu düşünüyorum. Dinin, kültürün ve dilin esas taşıyıcı öğesidir anlatı. Bugüne kadar anlatılanlar şayet aktarılmasaydı bir kültür inşasından bahsedemezdik.
Anlatmanın benim için en ilginç tarafı bir bebeğin de dünyayı bu şekilde tanıyor olması. Doğduğumuz an itibariyle aslında çevremizdeki herkes ve her şey bize bir şeyler anlatıyor. İnsan, anlatılarak var ediliyor yeryüzünde.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.