Dede kahırlıydı, oğul veya torun ümitli...
Dedenin sözlerine “gözyaşı medeniyeti”nin tavrı refakat ediyordu ve gönül imbiğinden geçirdiği kelimelerle geçmiş ve an’ı dokuyordu. “Biz dergahta zikrimizi yapar, samahımızı icra eder, türbemizi ziyaret eder 5 vakit namazımızı da eda ederiz” diyordu.
O günlerde de Alevîlik konusu gündemde yoğun olarak tartışılıyordu vezamanın Kültür Bakanı Ercan Karakaş, “Bu ülke, yüzde doksan dokuz Müslümandır, demek yanlıştır. Bu ülkede 20 milyon Alevî vardır” diyordu. Aynı günlerde, bir sokak röportajında bir kız “Ben kendimi Müslümanlıktan çok Hıristiyanlığa yakın buluyorum” diyordu. Televizyonlarda gazetelerde Alevîlik konusu yoğun bir şekilde tartışılıyor; Aleviliğin Müslümanlıktan apayrı bir kültür olduğu ve hatta Budizm’le ilgili olduğu söyleniyordu.
Medyada konuşulan Alevilik ile ziyaret ettiğim köydeki Dede aynı şeyleri söylemiyordu.
Usulünce sohbet ediyorduk.
Bir ara “Dedem, basında konuşulan Alevilikle ilgili ne düşünüyorsunuz?” dedim.
“Hz. Muhammed ve Hz. Ali yoksa, o Alevilik değildir” dedi.
“Peki, kamuoyuna siz yaşadığınız Aleviliği anlatsanız...” diyecek oldum.
“Hocam, işin içine basın girdi mi, şöhret girer... Şöhret âfettir... Şöhret fitne çıkarır... Biz kendimizden mes’ûlüz ve hâlimizden de memnunuz. Ne kimse bize karışsın, ne de biz kimseye karışalım” meâlinde sözler söyledi.
Bu Dede gibi dedelerin çok olduğunu biliyorum. Asılsız bilgi kirliliğine boğulmuş Alevilik tartışmasına hiç bulaşmayan; Aleviliği ateistlikle telif edip İslamiyet’ten uzaklaştıran çığırtkanlıklara hiç yüz vermeyen binlerce Alevî yaşıyor bu ülkede.
*
Bektaşilikle özdeşleşen Alevilik, mezhep veya din değil, bir tarikat zihniyetini yansıtır.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.