Kendi halkından ve değerlerinden kopuk rejimlerin hemen her biri bugüne kadar uluslararası hesaplaşmaların ya da çıkarların dengesinde ayakta kaldı. Bugünlerde bildik iki yüzlü tavrıyla bu ülkelere demokrasi ve özgürlük götürme hevesi depreşen Batı’nın, henüz ilgi alanına girmeyen ülkelere baktığımızda (mesela muhteşem müttefik Suudi Arabistan !) ne kadar samimi olduğunu görmek mümkün.
Bu iki yüzlü tavırdan söz etmemin nedeni şu: Türkiye’nin bu geniş alanda sahip olduğu etki ve gücün belki de en önemli nedeni, kendi içinde yaşadığı dönüşüm sürecinin, çevresinde dikkatle takip edilmeye değer bulunması. Libya’ya koşa koşa müdahale edip, Suud askerlerinin Bahreyn’deki vahşetine sessiz kalan uluslararası sistem, bunun fazlasıyla farkında.
Arap baharı üzerinden ortaya çıkan, ancak kimilerinin konuşmaktan pek de hazzetmediği gerçek, hemen tüm dinamiklerin bir şekilde dinle, yani İslam’la olan irtibatı. İster Türkiye’ye, ister İran’a, isterseniz diğer tüm İslam ülkelerine bakalım; hemen tüm değişim taleplerinin, bu yöndeki siyasi hareketlerin bir şekilde ‘din’le irtibatından söz etmek durumundayız.
Mesela Türkiye’de siyasi liberalizmin, bizzat dindarlar eliyle taşınması tesadüf sayılabilir mi?
24 Ocak rüzgarı esecek mi?
Türkiye’de bugüne kadar herhangi bir değişim dinamiği ya da hareketi, İslam’ın herhangi bir yorumunu esas almadan, en azından buna dayandığını hissettirmeden başarılı olamadı. Milli Mücadele döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında ipleri elinde tutanların, bu durumun fazlasıyla farkında olduğuna dair pek çok örnek verilebilir.
Buna yerimiz yok. Ama sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal tarihi bile bu konuda eşi benzeri bulunmayan örnekler ve tuhaflıklar anlatır bize.
Bu yazıyı farklı bir soruyla tamamlamak istiyorum. 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar, bizzat 12 Eylül darbesi eliyle hayata geçirilirken, özellikle de Turgut Özal bürokrasiden siyasete taşınırken, bunun büyük bir dönüşüm hamlesinin başlangıcı olduğunun, herhalde çoğumuz farkında bile değildik. O günden bugüne baktığımızda 24 Ocak kararlarının, merkezdeki tüm siyasi partileri ya da akımları belirleyen ana metin ya da belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Soru şu: Acaba Arap baharı olarak tanımladığımız dönem, bu ülkelerde 24 Ocak kararlarına benzer adımların ortaya çıkmasını sağlayacak mı?
Bu soru kimilerine çok anlamsız gelebilir. Oysa bu coğrafya yeniden düzenleniyorsa, birileri bu ülkeleri yeni birer ‘pazar’ olarak görmek istiyorsa, başka hangi soru sorulabilir ki.
31.10.2011 Star






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.