28 Şubat tartışmaları, bu defa bir ‘yıldönümü’ boyutunun çok ötesine geçti.
28 Şubat dönemiyle hesaplaşma konusunda beliren işaretler, ortalığı bir anda karıştırdı. Çünkü sözgelimi 27 Mayıs’la hesaplaşmak isteseniz, ancak onun oluşturduğu zihniyetle ya da kurumlarla mücadele etmeniz gerekir. Yahut 12 Eylül darbesi söz konusu olunca yine mücadeleniz öncelikle bazı semboller ve sembol isimler üzerinden, bir de o dönemin bizlere en büyük armağanı (!) olan anayasa başlığından devam edebilir.
Oysa 28 Şubat’ın özelliği çok farklı. Zaten ona post-modern sıfatını yakıştıranları haklı kılan da bu özellikleri. Darbe doğrudan kurumsal bir güç eliyle değil, o kurumsal gücün ittifak ettiği çok sayıda gücün harekete geçirilmesiyle gerçekleşiyor. İşte tam da bu nedenle o döneme ait bir hesaplaşma, 12 Eylül’de olduğu üzere komuta kademesini ya da onlara eşlik eden üç beş ismi ele almaktan çok öte anlamlar taşıyor.
Dün farklı düşünenler, bugün bambaşka bir çizgide olabilir. İnsan elbette değişir, düşünceleri olgunlaşır ya da dönüşür. Bunlara kimsenin bir itirazı yok zaten. Ancak asıl sorun, şu anda dengeler değiştiği için farklı bir yerde durmaya çalışıp, fırsatını bulur bulmaz gerçek karakterini sergileyenler. TÜSİAD’ın yeni eğitim yasasıyla ilgili verdiği tepki bunun en tipik örneği.
Karmaşık, hassas, bir o kadar da olmazsa olmaz bir hesaplaşmayla karşı karşıyayız. Çünkü 28 Şubat, generallerin siyah beyaz ekranda boy gösterip, sokağa çıkma yasağı ilan ettiği ve her şeye kaba güçle el koyduğu bir darbe değildi. Bir güç, sermaye çevrelerini, bazı sendika ve odaları, medya patronlarını ve onların pahalı yayın yönetmenlerini, birtakım istihbarat kanallarını öyle bir koordine etti ki, bir anda ortalık allak bullak oldu.
Şimdi de bu dönemle hesaplaşacaksak, müsaade edin de ortalık biraz allak bullak olsun. Elbette bu bir öfke seline, intikam ateşine yol açmasın. Lakin kılıçla geleni, çiçekle uğurlamak da fazlaca iyimserlik olur.
08.03.2012 Star
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.