Hiç kimsenin, bu ülkelerde yaşayan halkların adalet ve haysiyet mücadelesine itirazı yok, olamaz da. Yaklaşık bir asır öncesinin küresel cetvelleriyle ortaya çıkan haritalara, sözüm ona adı devlet olan zorbalıklara, hanedanlara, sonrasında üretilen albay cuntalarına başkaldıran herkes sonuna kadar haklıdır.
Ancak bu durum ortaya çıkan ayaklanmaların nasıl sonuçlar üreteceği üzerinde kafa yormamıza engel değil. Adını Arap Devrimleri ya da Baharı koyarak hepsini belli bir kategoride anlamaya çalışsak da, ortaya çıkan iktidar değişimlerinin birbirinden hayli farklı özellikler taşıdığı dikkatten kaçırılmamalı.
Bu iktidar değişimleri bize daha demokratik, özgür ve adil ülkeler mi vaad ediyor? Yoksa belirsizlik ve kaos mu? Değişimin bayraktarlığını yapanların, mesela Tahrir’de toplanan milyonların ya da Suriye’de tankların önüne çıkan insanların gerçekten aynı hedef etrafında birleştiklerini düşünebilir miyiz?
Dış dinamikleri filan boşverelim. Mesela Mısır’da, Suriye’de İhvan’ı ya da bilinen muhalif hareketleri aşan bir güç var mı? Bu gücü harekete geçiren dinamikler nelerdir? İktidar değişimleri bu ülkelerde birlik ve beraberlik içinde bir demokrasinin habercisi mi? Yoksa giderek artan ‘bölünme’ rüzgarının siyaseten meşruluğunun ilan edilmesi mi?
Neye hazır olmalıyız?
Bunlar bizim hiç tartışmadığımız, ya hayallerin ya da kabusların gölgesinde kalan sorular. Ne toz pembe rüyalar görelim, ne de kabuslarla uyanalım. Korkunun ecele faydası görülmemiştir bugüne kadar.
Irak konusunda yıllar boyunca ‘toprak bütünlüğü’ üzerinden savunulan tezlerin, bugün ne ifade ettiğini itiraf edebilir miyiz? Irak’ın Bağdat merkezli bir ülke olarak yoluna devam edemeyeceği gerçeğine direnmenin bize maliyetlerini konuşabilir miyiz?
Peki bunu bir kenara bırakalım. Mesela aynı soruları Suriye için sorabilir miyiz? Kuzey Suriye adlı bir coğrafi bölgeden giderek daha fazla söz edilmesi ne anlama gelmektedir? Suriye Kürtlerine özerklik vaad edenlerin hesabıyla bizim hesaplarımız kesişiyor mu, çatışıyor mu? Kesişmeli mi, çatışmalı mı?
En can yakıcı soruya gelelim. Irak ve Suriye Kürtleri üzerinde kendisinin bile farkında olmadığı bir güce ve nüfuz alanına sahip bir ülke, mesela kendi topraklarındaki Kürtlerle nereye kadar ve hangi modelle gideceğini tartışmakta mıdır?
Ya kendi geleceğinizi tartışır, kağıda döküp yeniden yola çıkarsınız. Yahut başkasının tartışıp karara bağlamasına boyun eğersiniz.
Gerçeğin yakıcı olması, onu yok saymamıza yol açıyorsa, vay halimize!
26.03.2012 Star






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.