Aklın sahasından kotarılan düşünce ile dil arasındaki ilişki malum. "Nutk" Arapçada hem düşünme hem konuşma anlamına gelir. "Mantık" da aynı köktendir. Düşünme ve konuşma kavramını karşılayan kelimenin aynı olması tesadüf değildir elbet. Birçok veciz de bunu işaret ediyor zaten. Aristoteles "Dilde olmayan düşüncede yoktur" diyerek meseleyi evvel emirde özetleyivermişti. Arkadan gelenler de bu farkındalığı teyid ederler biteviye. Alain'e göre "Dil düşüncenin evidir". Darmesteter "Sözcük düşüncenin hizmetkârıdır" derken Saussure dil ve anlamı bir kâğıdın iki yüzüne benzetir. Durmuş Hocaoğlu, dil ile ifade edilemeyen şeyin, düşünülemeyen şey olduğu kanaatindedir.
Öyleyse düşünce, "dile gelen" bir şeydir.
Dil ile düşünce arasındaki kavi bağa rağmen duygunun dil ile ilişkisi daima şaibelidir ve bu ilişkinin çetrefili bellidir. Kalbe sığan dile sığmaz, dil duyguları ifadede yetersizdir, duygular sınırsız ama kelimeler sınırlıdır, vesaire.
Fakat dile dökülemiyor olması duygunun varlığına mani değildir. Yani dile dökülemeyen düşünce, düşünce olamazken, duygu dile dökülemese de varlığı sabittir.
Düşüncenin dilde karşılığı olmak zorunda ama duygunun böyle bir mecburiyeti yoktur. Düşünce dile sığmak mecburiyetinde ama dil çok defa duyguyu karşılayamıyordur. Kısaca dil, düşünceyi kapsarken duygunun altında kalıyordur.
Sabit bir kelime ve terim haznesinin bilime yetmesi ama şiire yetememesi bundan. Düşünce ve şiir burada ayrılır. Âlim ile şairin farkı buradadır ve âlimin onca ilmine rağmen bir tür hakikat habercisi, sahib-i kelam muamelesinin âlime değil de şaire reva görülmesi bundandır.
Neticede dil, duygu ile düşüncenin mihenk taşıdır bir bakıma. "Dile gelmek" düşüncenin şartıyken duygunun şartı değildir. Dilsiz düşünce yoktur da duygu çoğu kez dilsizdir.
Fakat kalbin dili olmadığı müddetçe duygunun kendisini ifade edebileceği en yetkin alan da yine dildir. Ama bu dil artık düşüncenin değil şiirin dilidir. Çünkü şair gündelik lisanda karşılığı bulunmayan hallerin yeni karşılıklarını bulmakta mahirdir, eski kelimelerle olsa bile.
Şiirin bir tanımı bizde daha evvel tecrübe edilmiş yaşantılara karşılık gelmesiyse bir başka tanımı da bilmediğimiz, tecrübe etmediğimiz duyguların adını koyması, öyleyse bize yeni duyguları tanıtması, yeni duygu alanları açmasıdır. (Yoksa bizi niye zenginleştirsin?) Hatırlatır ve tanıtır. Bu bakımdan dil, gramer âlimlerinin değil yetenekli şairlerin elinde gelişir. Çünkü şair yeni isimler koymayı becerir. Şairin bizatihi kendisinin de fark ettiği gibi:
ben yazmazsam kim yontar bu sessizliği
kim havalandırır kınalı keklikleri
kim kanat takar yaban kazına
kim ad verir çavuşkuşuna, sakaya
Faruk Uysal, "Avcılıklarım", Dergâh, nr. 146, Nisan 2002.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.