711 yılında Emevi Komutanı Tarık bin Ziyad tarafından kuşatıldığında, bölgede Vizigot Krallığı vardı. Taht kavgalarıyla devlet zayıflamış ve General Rodrigo kralı öldürerek kendisi tahta çıkmıştı. Bazı kaynaklar Tarık bin Ziyad’ın gemiyle yarımadaya çıktığında, gemileri yaktırdığını söyler. Bazıları ise gemileri “geri gönderdi” der. Sonra askerine döner ve der ki; “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sabır ve sadakat kalmıştır. Düşmanın silahı, erzakı ve teçhizatı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.”
Asker sabır ve sebat gösterir. Fransa sınırına kadar giderler ama tutunamayıp İber yarımadasına dönerler ve sekiz yüzyıl sürecek Endülüs Medeniyeti kurulmuş olur. O günün Avrupa’sında hâkim olan karanlığa ışık olurlar. Birçok genç o dönemde Müslüman olur. Bilimde, mimaride, musikide giderek derinleşirler.
Orta kuşağın bol güneşli ve sıcak bölgesine uygun bir mimari geliştirirler. Her yanı ferahlık veren havuzlarla donatırlar. Merdivenlerin mermer tırabzanlarından akan şırıl şırıl sular hem serinlik verir hem de insanların içini ferahlatır. Mermer, ahşap ve alçı oymalarıyla iç mekânlar süslenmiş ve hat sanatında da büyük gelişme kaydedilmiş. Refah seviyesi çok yüksek olan bu medeniyet, elini attığı her alanda büyük incelikler gösterir. Bu güzellikleri gören İbn-i Haface’nin deyimiyle: “Ey Endülüs sakinleri! Ne mutlu size ki surlara, nehirlere ağaçlara ve gölgelerine sahipsiniz. Cennet bahçesi sizin diyarınızdan başka yerde değil ve şayet seçebilecek olsaydım bu diyarda kalmayı seçerdim… Yarın cehenneme düşmekten korkmayın. Zira cennet nimetlerini tatmış hiç kimse ateşe sokulmamıştır.” (İki Kaya Arasında Endülüs Ali Abdullah sf:20)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.