Bu kadarcık alıntıdan da hemen anlaşılacağı gibi hınzır, ironik, put kırıcı bir retoriğe sahiptir O'Doherty.
Bunu derken çevirmen Ahu Antmen'in konuya ve dile hakimiyetini de es geçmeyelim. Bana öyle geldi ki, Antmen çoğu cümleleri "anlamına" göre çevirmiş. Böyleyse iyi de etmiş diyeceğim çünkü çeviride asıl maksadı vermek, kelimelere sadık kalmaktan daha iyidir.
"Göz ve izleyici" başlığını taşıyan ikinci metinde zirve yapar O'Doherty'nin söz konusu retoriği. Modernizmi çocuklara bir dizi Ezop masalı gibi anlatmanın sanat sevgisi aşılama konusunda "ağır metinlerden" çok daha faydalı olacağını düşünerek, "Derinlik Yanılsamasını Kim Öldürdü?"; "Resmin Kenarları Resmin Merkezine Nasıl Başkaldırdı?"; "Tuvalin Irzına Geçen Adam"; "Çerçeve de Nereye Gitti?"; "Eriyip Giden Boya Katmanının Şimanlayarak Geri Dönüşü" gibi masal başlıkları önererek "Peki büyüyüp de fena bir şey haline gelen o küçük Resim Düzlemi'nin masalı nasıl anlatılırdı?" diye sorarak düzlem'den göz'e, gözden izleyici'ye "tembel fiil", "algısal Adem", "resmin önünde vekaleten duruş", "izleyici-göz" "romantik benlik" kavramları çevresinde, kuramcıların, eleştirmenlerin ve ressamların "büyük" laflarını ve işlerini halaç pamuğu gibi atıp, okurunu biteviye gülümselemeler eşliğinde modern putların harabesi içine oturtuverir.
"İştahı kabarık sanat sistemi"nde, olgudan olaya, ressamdan esere, mekândan zamana yatay ve seri geçişlerle koşar O'Doherty; ilginç olan kendisinin yorulduğuna dair en ufak bir işaret vermezken, ezberini bozarak, hazır bilgisini tahrip ederek, modernizm algısını yıkarak bitap düşürür okurunu. Ama son tahlilde "haz veren bir bitap düşme"dir bu. Çünkü, 'okur' benim gibi "zorunlu bir modern"se, O'Doherty'nin Beyaz Küp müzakereleriyle, modernizme bir tokat da kendisi atmak için ellerini; yok "gönüllü modernse" onun putları devirişindeki ihtişama daha iyi tanıklık etmek için gözlerini oğuşturur.
O'Doherty, bir mekân olarak galerinin bağlam planında nesneyi nasıl yuttuğunu ve nasıl doğrudan o nesnenin kendisi haline geldiğini; bir "yer" olmaktan çıkarak bir "göstergeye" dönüşmesini ve giderek sanatsal maceranın kendisi oluşunu, örnekleriyle birlikte inceler. Bunu teyiden bir küçük alıntı daha yapayım: "Estetik bir tür sosyal elitizme dönüştürülmüştür – galeri mekânı- 'ayrıcalıklı' bir yerdir. (...) estetiğin ticarete dönüştürüldüğü galeri mekânı 'pahalı' bir yerdir. İçlerinde sergilenenlerse, kulübün üyesi değilseniz eğer, resmen anlaşılmazdır– sanat 'zor' bir şeydir. Seçkin izleyiciler ve anlaşılması güç nadide nesneler; bunlar, sınırlı üretim sistemlerimizi, değer biçme biçimlerimizi ve genel olarak sosyal alışkanlıklarımızı yansıtan sosyal, finansal ve entelektüel züppelikler (ya da en azından o züppeliklerin parodisi) değil midir?"
O'Doherty'yi okudukça, kadın "izleyici"lerin mümkün olabildiğince soyunarak, takıp takıştırarak galerilere gitme nedenlerini de büyük oranda anladım ama bu başka bir yazının konusu.
"Beyaz Küpün İçinde"yi okumalısınız. "Sel Yayınları" arasından Ocak 2010'da çıkmıştı.
27.08.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.