İslami yayınevleri ise ağırlıklı olarak telif eserlere dayalı bir çalışmayı, çerçevesi iyi belirlenmemiş bir plan dahilinde ya kendiliğinden gelen ya da telif hakları satın alınabilen eserlere göre yürütüyorlar. Yayınlanacak eserlerde zengin bir içerikten önce "çok satma" özelliği aradıklarından hem içerikte sığlaşma hem de ancak sığlaşmak suretiyle çok satılabilme eğilimi karşılıklı olarak bu yayınevleri sayesinde birbirlerini üretiyorlar.
Çeviride ise (Külliyat, Kitabevi, Klasik, Pınar, Küre, Dergah, İnsan, Profil, İz, Mana, Semerkand ve Hece Yayınları'nın hassasiyetleri saklı olarak) hala 40 – 50 yıl önceki alışkanlıklar sürdürülüyor. Yabancı dilde eğitim yapan üniversite öğrencilerine dolaylı burs verme mantığıyla "ölü fiyatına" çeviri yaptırılıyor. Çeviriye karşı gösterilen bu ikinci sınıf iş muamelesi ilgisizlik ilgisini beraberinde getirdiği için, iyi çeviri yaptığını sanan birisi de çevirdiği esere "tercüman" sıfatıyla "önsöz" yazma cesareti göstererek düzeysizliğe tavan yaptırabiliyor (Bkz.: William C. Chittick, Kozmostaki Tek Hakikat).
Diğer yandan "butik yayınevleri" artık tarihe karışıyor. Bu karın tokluğuna kültürel hayata katkıda bulunmayı meşrep edinen insanların da tarihe karışması demek. Zengin içerikli ama az satan kitaplar bir yayınevinin çarkını çevirmeye yeterli gelmediğinden, çok satabilecek kitaplar da giderek kartelleşen İslami-kapitalist yayınevlerine yöneldiklerinden tıpkı hipermarketlere yenik düşen kahraman bakkallar gibi butik yayınevleri de onurlu bir yenilgiyle kapılarına kilit vuruyorlar.
Entelektüel faaliyetlere prim verilmemesi, verildiğinde neyin "kazanılacağı" sorusunun sorulmasıyla, yani dini zihniyetteki kapitalist dönüşümle ilgilidir. Bu manada normal yayıncılık faaliyeti içinde "din satışı" artı bir çabayı gerektirmeksizin zaten yeterli kazancı sağladığıdan, entelektüel ilgilerin görünür kılınmasına gerek kalmıyor. Ayrıca, mevcut düzen (siyasi işleyiş) düşündürme değil düşündürmeme esasına göre yapılandırıldığından, aksine bir çalışma, düzeyinin koruyucuları tarafından da hoş karşılanmıyor.
"Yeni yazarın yetişmemesi"ne gelince. Aslında yeni yazar yetişiyor, ancak sözünü tüm zamanlara söyleyen yazar değil, satış kabiliyeti yüksek yazar yetişiyor. Yukarıda söylediğim "sığlaşmış içeriğin, içeriğin sığlaşmasını teşvik etmesi" olgusu yeni yetişen yazarın yönelişini de belirliyor. İskender Para'nın yazı serüveni bu manada sosyolojik değerlendirmeyi hak edecek derecede önemli bir örnektir.
Kültür konusu ideolojik eğilimlerin tümüyle bertaraf edilmediği şu ortamda mayınlı bir tarla hükmünde olduğundan, AKP bu alana –siyasi açıdan isabetli sayılabilecek bir tutumla– adım atmama politikasını benimsemiştir ki, gidişata göre yirmi yıl daha iktidarda kalsa bu yine böyle sürecektir. Belediyeler ve 2010 Ajansı tarafından ulufe dağıtma kabilinden yaptırılan işler saklı kalmak üzere, paylaşılabilir büyük bir kültürel pastanın iktidarca işaret edilmeyen yeri tüccar-yayancılar için zaten var olmayan bir yerdir.
Sonuç olarak İslami yayıncılık konusunda Ahmet Hakan'ın "güya" dışarıdan, benimse içeriden bakarak gördüklerimiz hemen hemen aynı şeylerdir. Şu farkla ki, ben kültürel hegemonyanın yıkılması konusunda umutluyum. Onun artık "İslami" olanı da içerdiğini bile bile.
19.11.2011 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.