Bu iki farklı idraki, yukarıda söylediğimiz şekliyle bir "şuurunda olma" halinin kendisi olarak alırsak bugün "teoloji yapmak ayrı şeydir, şiir yazmak ayrı şey" ya da "şiiri gökle ilişkilendirmek gereksiz, o bizim bir edimimiz olduğuna göre onu kendi alanımızda yani dünyamızda tutmak zorundayız, bizden önce gökle ilişkilendirilmişse bile biz onu yeniden yere indirmeliyiz" demekle kalmayıp, şiirlerini bu mülahazalar üzerine kurmaya çalışan dil'i, üstelik bu dil Sol değil, kendini Müslüman olarak tanımlayan bir dil ise onu hangi idrakın içinde değerlendireceğiz?
Söz konusu mülahazaların ait olabileceği adresi belirlemeden önce, hangi etkiyle şekillendiklerine bakalım:
Modernleşme sürecinde Tanrı'dan kopan dil'in ürettiği şiir, asli bağını koparmanın suçluluğuyla, Tanrı'sal dilin içinden doğan ve ya en azından onunla dirsek temasında olan şiirin nefesini ensesinde hissederek, onu hem unutmak / unutturmak hem de ona karşı bir üstünlük kazanmak için kendini nesirle açıklamaya, kısırlaşan anlamını nesirle genişletmeye mecbur kalmıştır. Ama bu nesir yoluyla ona meşruiyet kazandırma çabalarının tümü Aristoteles'in "Poetika"sına düşülmüş bir dipnot olmaktan öteye geçemeyen söz kirliliğini, artistik ifade oyunlarının oynanmasını beraberinde getirmiştir.
O mülahazaların sahipleri, yapısı gereği teknik söyleyişlere, cafcaflı kelimelere, saçmalıkları nedeniyle doğruluk testinden muaf olan görüşlere yaslanan söz konusu nesrin iki nedenle tutsağı olmuşlardır: 1-Yeni bir şey yapıyor olma yanılsamasına düşmek, 2-Edebi iktidarı elinde tutan (ama artık esamesi bile okunmayan) Sol'a kendisini beğendirme, onların sayesinde ulusal düzeyde tanınma, mümkün olabilirse onlar üzerinden Batı'ya taşınma tutkusuna düşmek.
Bu iki husus sevilme, takdir edilme ve şöhretin büyüğüne ulaşma gibi neticede insani olan eğilimler nedeniyle onlara merhamet göstermeyi, "ne yapalım sonuçta bizim mahallemizin delileri" yaklaşımıyla değersizleştirilmiş bir değer vermeyi gerektirebilir.
Ancak esas aldığım mülahazlar herhangi bir isme değil, (taraftarı az sayıda da olsa) yeni bir zihniyete ait olmasıyla merhamet dağıtmamızı, pasif bir onamaya başvurmamızı gerektirmiyor.
O halde gelelim yukarıdaki sorumuzun cevabına:
Nicedir üstüne su damladığından mukavemetini tümüyle kaybettiği halde, henüz kendisine dokunulmadığı için ilk şeklini koruyarak dağılmadan duran bir kerpiç örneği geliyor aklıma. O mülahazaların sahipleri de tıpkı bu örnekteki gibi zihinlerine damla damla işleyen Batı idrakinin farkında olmaksızın, dini kimliklerini koruduklarını sanıyorlar. Oysa ki bunlar "Mordernist, modernizmin geleceği için savaş verendir" tanımının içinde duruyorlar ve bu duruşları onların şiirine değil, modernizmin pekiştirmesine hizmet ediyor.
Sonuç olarak, insanın özünde yerleşik olan Yüce'nin (müte'al olanın) varlığını algılama ve keşfetme yeteneğini, dolayısıyla var olmadan önce nasıl idiyse öyle olma potansiyelini harekete geçirmek gibi zorlu bir eyleme talib olmak yerine, kolaylığı nedeniyle sadece bu dünya ile sınırlı kalmayı ve bu dünya için üretmeyi seçen bir idrak ancak Batılı idrake dahil edilebilir.
Ve şuurunuz neyse, şiiriniz odur.
10.12.2011 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.