• İstanbul 13 °C
  • Ankara 11 °C

Onur Ömer Düzgün: Garibim Bir Yuva Kurmam

Onur Ömer Düzgün: Garibim Bir Yuva Kurmam
Elindeki kitapları kapının yanına bırakırken, ayakkabılarını çıkarttı. Ayakkabıları değerliydi çünkü yeni alınmıştı. O yüzden okulda arkadaşları ile top oynamayı bırak, koşmuyordu bile.

Çamur bulanmış çizmelerini giydi. Eline plastik kovasını alıp bahçeye babasının yanına gitti. Babasına bakıp gülümsedi. İçtenlikle babası da ona cevap verdi.

Teker teker toplamaya başladı dalından sebzeleri. Babası ona nasıl gösterdiyse o da öyle yaptı. Yetişen bitkiye zarar vermeden, onun canını yakmadan nazikçe topladı ve zedelenmemeleri için nazikçe kovasına bıraktı. Babası kovasını uzatıp, hayvanlara yem vermesini söyledi. Kendisi içeriye girdi. Akşam yemeği vakti yaklaşıyordu.

İlk önce koyunlar ve kuzuları, sonra tavukları yemledi. Çoğu onun arkadaşıydı. Onlar ile geçirirdi çünkü zamanının büyük bir kısmını. İçine kapanık olduğu için pek anlaşamazdı arkadaşlarıyla. Oyunları ona sıkıcı gelir, konuştukları konuları pek bilmezdi televizyon izlemediğinden. Yapacak büyük sorumlulukları vardı küçük yaşına rağmen.

İşlerini bitirince eve girdi. Elini yüzünü yıkadı ve yatağa uzanmış annesinin yanaklarından öptü, sıkıca elini tutarak. Hep o konuştu, annesi dinledi. Gözleri ile ne cevaplar verdi biricik oğluna. Altı yıldır konuşamadığı, beraber oynayamadığı, sarılıp koklayamadığı oğluna… 

Babası, annesini oturtmak için geldiğinde Ozan mutfağa annesinin yemeğini almaya gitti. Daha sonra getirip annesine yemeğini yedirdi. Sonra babası ile beraber yediler akşam yemeğini, radyoda Neşet Ertaş “Karadır Şu Bahtım Kara’yı” söylerken. 

Yemek sonrası masa toplandı ve kitaplar açıldı. Gün içinde öğrendiklerini tekrar ederken öğretmeninin onunla özel konuşurken söylediği söz geldi aklına “ en güzel başarı zor şartlarda kazanılandır.” Gözlerinden ateş saçıldı, içi enerji ile dolarken. Ne olursa olsun çalışmayı bırakmayacaktı. Alaaddin gibi sihirli lambası yoktu, bulamazdı. Çalışmak onun sihirli lambası olacaktı, istediklerini gerçekleştirebilmek için.

“Onu bu evde istemiyorum. Nereye göndereceksen gönder artık!” Adam öyle bağırıyordu ki karşısındakini de onu duyan minik kalbi de unutuyordu. Onun ile evlenirken bir çocuğunun olduğunu biliyordu oysa. Şimdi çocuk fazlalık gelmişti.

Koltukta oturmuş kitap okuyan Çilem’in, gözyaşları dökülmeye başladı inci gibi. Kaç yaşında olursa olsun bu kitabı bırakamıyordu elinden. Babasına gitmek istese onun eşi, annesinde kalmak istese annesinin eşi aynı şeyi yapıyordu. Anne ve babası, karşı tarafa bir şey söyleyemiyor, bağırılan hep Çilem oluyordu. 

Yediği yemekten, yattığı yatağa kadar evde ne yaparsa yapsın suç oluyordu. Elindeki kitaba benzetiyordu kendi hayatını. O da temizlik, çamaşır, bulaşık gibi işleri yapıyordu. Evde soba vardı, sobaya odun atıyordu. Sobayla ilgilenirken de kül oluyordu. Balo yoktu belki gideceği ama arkadaşları ile dolaşmaya dahi çıkamıyordu. 

Onun iyilik perisi öğretmeniydi. Okul gezilerine götürmek için ailesine çok baskı yapıyor ve götürüyordu. Belki elinde sihirli asası yoktu ama kalemi vardı. İstediği mucizeyi onunla gerçekleştiriyordu. Hem öyle balkabağına, fareye ihtiyaç olmadan. 

“Mutfağa git annene yardım et kitap okuyacağına” sesiyle kendisine geldi. Mutfağa giderken televizyondan gelen müziğe kulak kabarttı. Safiye Ayla “Çile Bülbülüm” diyordu. Çilem içinden “bülbülü bilmem ama Çilem hep çiliyor” dedi.

Devamı: https://www.izdiham.com/onur-omer-duzgun-garibim-bir-yuva-kurmam/

Bu haber toplam 125 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim