• İstanbul 20 °C
  • Ankara 24 °C

Osman Özbahçe: İstiklâl Marşı’nın Şiiri

Osman Özbahçe: İstiklâl Marşı’nın Şiiri
İstiklâl Marşı’nın mükemmel bir yorumu yapılabilir mi? İstiklâl Marşı için kuşatıcı bir yazı yazmak mümkün mü?

 İstiklâl Marşı için yazılacak her yazı bence imkânsız yazıdır. Marşın doğduğu yıllar, Trablusgarp Harbi, Balkan savaşları, Rumeli katliamları, Birinci Dünya Savaşı’nda kaybedilen topraklar, dört bir taraftan işgal edilen Anadolu. Hepsinin içinden geçe geçe doğan bir marş İstiklâl Marşı. Marşta öne çıkan kavramlar başlı başına bir araştırma ko­nusu. Marşın savunduğu dünya, ileri sürdüğü fikir, her defasında içimize iş­leyen özgürlük yemini... İstiklâl Marşında işlenen her konu büyük konudur. İmkânsız yazı büyük konu.

İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbi’nin marşıdır. Harbin her gününü, her daki­kasını kalp atışları biçiminde yaşamış bir şairin marşıdır. Cephelerden gelen kara haberleri gözyaşları içinde ağlaya ağlaya dinleyen bir şairin şiiridir. Va­tan türküsüdür. Yüzbinlerce yürekten, yüce dağlardan kopan bir türküdür. Anadolu topraklarından, Arabistan çöllerinden, Filistin cephesinden, Yemen Cephesi’nden, Hicaz Cephesi’nden, Nehir Cephesi’nden, Irak Cephesi’nden, İran Cephesi’nden, Çanakkale Cephesi’nden, Kafkasya’dan, Galiçya’dan kopan bir yüreğin türküsüdür. Yüreği yanan bir şairin türküsüdür. İnsana yok böyle yürek dedirten bir şairin şiiridir. Ülke ülke, diyar diyar, şehir şehir parçalanan vatanın türküsüdür. Merdi, namerdi yoklayarak kapı kapı dolaşanların, mille­ti savaş meydanına toplayanların türküsüdür. Ülkeyi pençesine alan korkunç bir sessizliği yırtanların, ölümlerle, korkularla savaşanların, ölüm var kurtuluş yok çığlıklarının içinde, korkudan tir tir titreyen ruhların içinde vatan işte bi- ziz diye meydana çıkanların türküsüdür. Müslüman yurdu için silahlanıp gel­miş bulutlardan kopup gelenlerin türküsüdür.

Ülke bir baştan bir başa yangın yeridir. Sönen ocaklar son ocak hıncıyla girer marşa. Sönmeyen ocaklar da ocak olsa. Aç yatıp aç kalkan insanlarla dolu aile kabristanlarıdır hepsi. Oğullarını, babalarını cepheye göndermiş ocakla­rın marşıdır İstiklâl Marşı. On beşlilerin, gencecik yüreklerin, bıyıkları yeni terleyenlerin. Bu marşın yazıldığı günlerde yokluk yeridir Türkiye. Yağmurlu günlerde arkadaşının yağmurluğunu, soğuk günlerde paltosunu ödünç alan bir adamın şiiridir. Kiminde baba yok, kiminde oğul, kiminde kardeş. Ey yok­luk. Vatanı büyük bir mezarlığa benzetir Âkif, sanki mezaristan der. Herkesin ölmek için sıraya girdiği bir ülkedir Türkiye. Ölüm günlerinin türküsüdür İs­tiklâl Marşı. Ey sıra sıra ölümler! Öle öle, savaşa savaşa, yenile yenile içinden geçtiğimiz günlerin türküsüdür. Bu marşı ancak yürekten biri yazabilirdi. Yü­rekten biridir Âkif. Yürekte biri. Yoktur Gölgesi Türkiye’de.

Marşın doğduğu kaynak Hakkın sesiyle doludur. Hakkın sesiyle dolu­dur Âkif’in göğsü. Her sabah kimseleri incitmeyen bir gülümseme biçiminde doğan güneşin aydınlığıyla. Sabahın bilgeliği, kuşların kanatlarından süzüle süzüle inen serinlikle. Açık alnı, endişesiz kalbiyle. Eksik bıraktığımız, ya­pamadığımız her şeyle doludur. İçimizden geçen büyük dünyalar, Safahat’ın sayfalarında parlayan ülkülerle. Ey ülkü. Ey hudutlar. İman dolu serhat. Savaş meydanlarındaki askerlerin göğsüdür Âkif’in göğsü. Pak alnı İslam’ın son si­peri! Vurulup toprağa düşenlerin! Korkma! Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz diyenlerin!

Bir baştan bir başa yangın yeridir Türkiye. Yerinde yoktur Rumeli. İstan­bul’da Fatih parodisi yapan, beyaz atıyla dolaşan Fransız. İzin belgesi düzenle­yen İngiliz. Ey geceler ülkesi! Ey yokluk! Memleket yoktu bugün, yoktu Allah korusun günleri, dakikaları. Alevler sarmış evin bütün saçaklarını. Yerinde yok Rumeli. Parça parça yok ülke. Şehir şehir yok. Haritalar susmuş. Güzelim Karadeniz yerinde yok. Akdeniz yok. Filistin yok, Bursa yok. Dünyada bizi esir edecek kuvvet yok diyenlerin şiiridir İstiklâl Marşı. Ey yok ülke! Cephelerde yükselen iman duvarıdır İstiklâl Marşı.

Bizi ateşe atmak istediler, gül bahçesi kabul ettik. Ey gül bahçesi. Dağ­larımıza ovalarımıza bir duman çökmüştü. Sadece dağlarımıza mı, yürekle­rimize, ruhumuzun derinliklerine. Bir rüzgâr bekliyorduk. İçimizde vınlayan rüzgâr, İslam’ın gür sadası biçiminde dokundu dudaklara: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak! Ey konuşan rüzgâr. Meydan meydan dolaştı bu rüzgâr, cami cami, ev ev. İçimizden geçen büyük dünyalar, Safahat’ın sayfala­rında parlayan ülküler. Ey ülke. Ey büyük ülke. Ey şehir şehir parçalanan ülke. Akdeniz’den Marmara’ya dökülen kara bir günün batağında tek dişi kalmış ca­navarlarla boğuşan İstanbul’dan mürekkep yürek. Ey mürekkep yürek. Düveli muazzamanın korkutamadığı muazzam yürek. Seni ne kadar yüceltsek azdır. Bir sahabe gibiydin geceler ülkesinde, Bedrin aslanları gibiydin. Ey sahabeler. Ey Bedrin aslanları.

Ahlak felsefesinin kitabını yazdı, olmadı, bakın böyle yaptı. Adım adım, milim milim adaletin imbiklerinden aktı. Ey milim! Ey imbik! Bu memleketin dağı taşı Âkif’in arkadaşıdır. Memleketin dağıyla taşıyla senli benli konuşan birinin şiiridir İstiklâl Marşı. Sen ey boğaz! Uzattın da demirden kolunu, za­vallı yurdumu tehdit eden deniz yolunu, düşmana asırlarca kapattın. Şimdi can çekişen haykırışların elimi ayağımı inletiyor. Söyle açık mı kapalı mı yo­lun? Ateş yağıyor üstüne her taraftan açık mı kapalı mı yolun? Taş olsa erir bulutlardan yağan binlerce şimşek. Hak ocağıdır bu vatan açık mı kapalı mı yolun, söndün mü son ocak. Söndün mü elimi ayağımı inleten haykırışların. Ey geceler ülkesi! Ey yokluk!

Marşın yazıldığı günler tarihimizin en acı günleridir. Milletin tarihinde varlık yokluk kavgası verdiği tek dönemdir. Ey yokluk! Ey tüten ocak! Yaşa­mak yok size diyenleri yerin dibine gömenlerin şiiridir İstiklâl Marşı. Demir pençenin şiiridir. Sesimi duyan yok, ışık yok, yol yok, yolcu yok. Ey tüten ocak! Yön yok. Oturup birlikte ağlaşacak can yok. Varlıkta ses yok. Dünya susmuş. Bülbül susmuş. Haritalar susmuş. Parça parça ülke yok. İşte çiğnetmedi namu­sunu diyenlerin şiiridir İstiklâl Marşı. Şüheda gövdesi baksana dağlar taşlar. O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar. Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor. Ey yokluk! Ey geceler ülkesi! Birinci Dünya Savaşı, İstiklâl ülkesi. Ey nazlı bayrak.

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı günler tarihimizin en acı günleridir. İstiklâl Marşı yaşayan, nefes alıp veren canlı bir organizmadır. Her gün biraz daha güçlenen, biraz daha büyüyen, güvendiğimiz, itimat ettiğimiz ocağımız, evi­miz barkımızdır. Tarihten süzülüp gelen ruhumuzdur. Karakter timsalimizdir. İçinde Trablusgarp Harbi’nde, Balkan savaşlarında, Birinci Dünya Savaşı’nda, İstiklâl Harbi’nde geçen günlerimiz vardır. Ordadır yabancılaştıkça her gün daha çok özlediğimiz ruh, arada bir neşelenen yürek. Ey neşelenen yürek. Bü­yük Pota.

Marşın mecliste kabulü İstiklâlin ilk adımı, ilk zaferidir. O gün hepsi orda- dır. Ülkeyi temsil eden yanık yürekler de, savaştan sonra vatansever kesilenler de. Marş o gün hepsini Âkif’e dönüştürmüştür. O gün hepsi ayaklandı tekrar tekrar okudu. Aktan karadan okudular. Ankara’dan Kayseri’den, dönüp Ur- fa’dan Maraş’tan okudular. Doğuda batıda durdurulan düşmandan, Kars’tan, Ardahan’dan, Oltu’dan, Erzurum’dan, dönüp Konya’dan, Adana’dan, Mersin’den okudular. Sakarya’da çınlayan tekbir, Antep’ten, Antalya’dan okudular. İstan­bul’da Fatih’in türbesine hava atan, Bursa’da Osman Gazi’nin mezarını tepik- leyen düşmanı titrete titrete okudular. İstiklâl günlerinin müjdesi Türkiye’nin yüreği tam tekmil 41 mısra, bir kez, bir kez daha okudular. Zaferin hatırına bir kez daha. Hepsi ordaydı. Üzgün Şark, bütün Anadolu tam tekmil 41 mısra. Hepsi ordaydı. Cihadın kıblesi, özgürlüğün meşalesi. Şehitlerin ruhları, anne­lerin gözyaşları.

İstiklâl Marşı 12 Mart 1921’de mecliste kabul edildi. O günlerde meclis Anadolu’nun ortası koca bir binadır. Etrafı göz alabildiğine boş arazidir. Boş­lukta yükselen Anadolu’nun kalbidir. Hacı Bayram’ın gölgesinde yükselen mil­letin istinat duvarıdır. Özgürlüğün kalbi burasıdır. Bu kalpten yükselen İstik­lâl Marşı bir daha susmayacaktır. Marşın mecliste kabul tartışmaları ülkenin içinde bulunduğu atmosferi kavrama açısından önemli bir göstergedir. Her mısrası ayakta alkışlanmıştır: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al san­cak. Şiddetli alkışlar. ... Alkışlar. ... Alkışlar. ... İnşallah sesleri. ...Alkışlar. ... Sürekli alkışlar. Bu Türkiye’ydi savaşı kazanan. Dinin son yurdunu kurtaran. Milletin aklından geçen, kalbinde biriken ne varsa İstiklâl Marşı’ndaydı. Öz­gürlük savaşını örgütleyen meclis o gün yeni bir meclisti.

İstiklâl Harbi’nin fırtınalı günlerinde marş için açılan yarışmaya 724 şiir katılmıştır. Katılımın yüksekliği yarışmaya ilgiyi göstermektedir. Fakat ön ele­meyi geçip finale kalan yedi şiire baktığımızda bunlara şiir demek oldukça güçtür. Âdeta eli kalem tutan herkes yarışmaya katılmıştır. Bu durumda tek çare kalmıştır. Bu marşı yazabilecek tek şaire başvurmak. Devlet Âkif’e yazılı bir belgeyle müracaat edip marşı yazmasını istemiştir. Siz “son çare”siniz de­miştir: “Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri maksadın husu­lü için son çare olarak kalmıştır.”

Âkif’e başvuru yarışmanın iptali anlamına gelmektedir. Devlet Âkif için yarışmasını da, şartnamesini de ortadan kaldırmıştır. Bu ilk değildir. 23 Tem­muz 1908’de askerî bir darbeyle devleti ele geçiren İttihat ve Terakki, iktidarı­nın ilk günlerinde Âkif’i aralarına davet etmiştir. 2 Ağustos 1908’de İttihat ve Terakki’ye katılım töreni yapılmıştır. Her tarafta yeni iktidarın coşkusu dalga­lanmaktadır:

“Vatanperver bir gruptan müteşekkil arkadaşlarıyla birlikte Âkif cemi­yete alınacaktı. ... Âkif yeminin şekline keskin bir itirazda bulundu.

Yemindeki, bilâ şart u kayd cemiyetin emirlerine itaat, kaydının kal­dırılmasını teklif etti. Bu, o zamanda pek cesurca bir teklif idi. Kısa bir münakaşadan sonra arkadaşları yemin ettiler. Fakat Âkif, ben cemiye­tin yalnız emr-i marufuna biat ederim, mutlak surette söz veremem ve yemin edemem, dedi. İşi kestirdi. Şahsiyet ve kıymetini nazarı dikkate alarak, cemiyetin artık bir ihtilâl cemiyeti hâlinde kalmayacağını düşü­nerek istediği gibi yemini kabul ettim. Bu yemin tarzı cemiyet toplan­tılarında epey dedikoduya sebep oldu ve hatta bunun üzerine yemin sureti tashih edildi. Âkif’in Meşrutiyetin ilânının onuncu gününde bu cesareti göstermesi ve sözüne bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesi ve hususiyle cemiyete girmesindeki sebeplerin bilinmeyen tarafı, tama­mıyla menfaatten uzak görülmesi, üzerimde mühim tesir yapmıştı.”

5 Şubat 1921’de kendisine başvurulmuş, 7 Şubat’ta şiiri teslim etmiştir. İdareten kaldığı dergâhta, sokakta, mecliste, her yerde, gece gündüz şiddetli bir yoğunlaşmayla iki günde marşı yazmıştır. Bir gece uyanıp, âdeta rüyasında ilham almışçasına, ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım, mısrasını not edecek kâğıt bulamayınca kurşun kalemle mısrayı dergâhın duvarına yaz­mıştır:

“Vekâlet yapmış olduğu tetkiklerde fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ... MehmedÂkif Bey Efendiye müracaat edil­miştir. ... Kendileri, isimlerinin ikramiye ile anılmasını istemediklerini, bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzım gelen tedbirleri alırız ve icap eden ilânı yaparız dedim. Bu şart ile bü­yük dinî şairimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. ... Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. ... Bundan sonra Hamdullah Suphi Bey çok gü­zel bir inşad ile kürsüde İstiklâl Marşı’nı okudu. Meclis alkış tufanları arasında çalkalandı.”

Marş 17 Şubat’ta devletin resmî yayın organı Hâkimiyet-i Millîye’de ve Se- bîlürreşâd’da yayınlanmış, 26 Şubat’ta meclise intikal etmiş, 1 Mart’ta gündeme alınmış, 12 Mart’ta resmen kabul edilmiştir. İstiklâl Marşı, meclis görüşme­lerine yarışmada ön elemeyi geçen yedi şiirle birlikte sevk edilmiştir. Âkif’in marşıyla birlikte diğer şiirlerin de meclis kürsüsünden okunması talep edil­miş, meclis başkanı diğer şiirlerin okunmasına izin vermemiştir. Aynı şekilde marş işini şairler ve bestekârlardan oluşan bir komisyona havale edelim teklifi reddedilmiştir, encümen-i edebi teşkil edelim teklifi reddedilmiştir, maarif vekâletine ne kadar şiir verilmişse aynı şiirleri bir de bir edebiyat komisyonu incelesin teklifi reddedilmiştir, marşı meclis değil maarif vekâleti seçsin teklifi reddedilmiştir, marş için bir ihtisas komisyonu kurulsun teklifi reddedilmiştir, her marş ayrı ayrı oylansın teklifi reddedilmiştir. Reddedilmeyen tek teklif, yedi vekilin, Âkif’in marşının İstiklâl Marşı olarak kabul edilmesini isteyen tekliftir. Meclis başkanı bu vekillerden, “Basri Bey’in takririni kabul buyuran­lar lütfen el kaldırsın, kabul edildi efendim.” Refik Şevket Bey: “Mehmed Âkif Bey’in şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın.” Reis: “Bu takriri, yani Mehmed Âkif Bey Efendi tarafından yazılan marşın İstiklâl Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın, büyük çoğunlukla kabul edildi.” Hepsi oradadır. El kaldıranlar da, el kaldıramayanlar da. Marşın pers­pektifi, duygusu, düşüncesi ayakta alkışlanmıştır. Gözyaşları içinde, inşallah sesleri içinde tekrar tekrar okunmuş, tekrar tekrar teyit edilmiştir.

O gün el kaldıramayanlar, savaş sonrası galiplerin dayattığı siyasi ortamın muhalife dönüştürdüğü Âkif’e omuz atmak, bak yazdığın marşı değiştiririz yapmak istemişlerdir. Ankara’ya geçerken ailemi belki bir daha göremem di­yerek oğlunu ailesinden hatıra olarak yanına alan adama, ölümü kabul ederek yola çıkan adama, Ankara’ya doğru yürümekten ayakları şişen, ayakkabıları yırtılan adama, kapı kapı dolaşarak milleti cihada çağıran adama, cami kür­sülerinde vaaz eden, kumandanlarla cephelerde dolaşan, ev toplantıları, so­kak mitingleri düzenleyen adama omuz atmaya çalışmışlardır. Ne bilsin Âkif öyle bir savaştan sonra böyle günlerin geleceğini. İstanbul’da kalanların, işgal günlerinde Balkan kaplıcalarına tatile gidenlerin, ikbalini İngiliz galibiyetine bağlayanların el üstünde tutulacağını, kendisinin sürgüne gideceğini. Oysa Ankara’ya gelişini resmî gazetede birinci sayfadan haberleştirmişlerdir. Dosta düşmana Âkif bizimle demişlerdir. Milletvekili kimliği meslek hanesine İslam şairi yazmışlardır. Şimdi hepsi gitmiş yerlerine başka başka adamlar gelmiştir. Savaş sonrasının vatanseverleri, istiklâl günlerinde el kaldıramayanlar aslan kesilmiştir. Fırtınanın biri bitmiş biri başlamıştır. İstiklâl Marşı Türkiye’nin perspektifidir. Geleceğe bakışıdır. Ütopyasıdır. O gün neyse bugün de odur. Âkif, marşı değiştirmeye kimsenin gücü yetmez diyor. Değiştirmeye de, yeni­den yazmaya da.

Ey gerilimli tüfekler! Ey ihanet! Ey kulakları sağır eden şiir! Her defasında daha güçlü bir biçimde Âkif’i sahiplenen kalabalıklar. Ey önemsiz kalabalık­lar! Ey küçük insanlar! Ey reaya! Herkes onu vaiz zannediyor: Beni kürsüde görüp vaaz edecek sanmayınız. Vaiz değil, Camideki Şairdir o. Derdi vatan toprağı, İslam yurdudur. Beni kürsüde görüp vaaz edecek sanmayınız. Bana siz âlem-i İslam’ı sorun söyleyeyim. Müslüman yurdunu baştan başa kaç devrim var. Dönemin en etkili şairi, en etkili düşünürüdür. Dünyanın dört bir yanına hitap eden en etkili yayın organını çıkaran adamdır. Servet-i Fünun günlerin­de Fecr-i Ati’nin kurucularından Hamdullah Suphi ondan büyük şair, geleceğe kalacak şiir biçiminde söz etmiştir. Türk edebiyatında yeni edebiyatın öncü isimlerinden Recaizade Mahmut Ekrem övgü dolu ifadelerle şiirini yüceltmiş- tir. Ömer Seyfettin, ne zaman Süleymaniye Kürsüsünde’yi okusam İslamcı bir ütopiste dönüşüyorum demiştir. Muhteşem bir şaheser, şaheser kere şaheser demiştir. Yahya Kemal’in başucu kitabı, yatağının yanındaki küçük masada duran iki değişmez konuktan biri Safahat’tır. İslam tarihindeki en büyük des­tan şairi (Cenap Şahabettin) biçimindeki övgüleri duymazlıktan gelecek ölçü­de tevazu sahibi büyük bir şair, büyük bir entelektüeldir.

Beni kürsüde görüp vaaz edecek sanmayınız. Bana siz âlem-i İslam’ı sorun söyleyeyim. Müslüman yurdunu baştan başa kaç devrim var. Cami kürsüleri­nin alışık olmadığı bir vaizdir o. Anadolu’nun, özgürlük savaşının bilgesidir. Dergisiyle İslam dünyasına hitap eden Büyük Hatip, camilerde, şehir meydan­larında, Anadolu kasabalarında, sabahlara kadar süren ev toplantılarında bü­yük davayı anlatmaktadır.

Balkan savaşlarının acıklı günlerinde kürsüye çıktı, Beyazıt Camiinde hal­kı savaşa çağırdı. Bir daha o kürsüden inmedi. Fatih Camiinde kürsüye çıktı. Konuşma metinleri Sebîlürreşâd’da yayınlandı. Balıkesir Zağanos Paşa Cami­inde konuştu. Konuşma metni 1 Şubat 1920 tarihli İzmir’e Doğru’da yayınlan­dı. Ankara’ya çağrıldığında ayağının tozuyla Hacı Bayram kürsüsündedir.

24 Nisan 1920’de Ankara’ya geldi. 28 Nisan 1920’de Ankara’ya gelişi İslam şairi Ankara’da içeriğiyle Hâkimiyet-i Millîye’de birinci sayfadan duyuruldu. “İslam Şairi Âkif Bey” başlıklı kısa metinde Âkif’ten dört kez İslam şairi olarak söz edildi. Bir kez de bilge: “Şair-i hakîm-i İslam”: İslam’ın bilge şairi biçimin­de. İslam’ın şairi İslam’ın savaşındaydı.

Haberde 30 Nisan’da Hacı Bayram’da vaaz edeceği yazıyordu. Özgürlük Vaazları başlıyordu Ankara’dan. 29 Nisan 1920’de Burdur kazasından vekil ya­pılması için Konya vilayetine telgraf çekildi. 30 Nisan’da büyük bir cemaate coşkulu bir vaaz verdi. 4 Ekim 1920’de Basın ve Haber Alma Genel Müdür­lüğü Meclis Başkanlığından Âkif’in irşat için Kastamonu’ya gönderilmesi­ni istedi. Kastamonu Nasrullah Camiinde halkı cihada çağırdı. Sebîlürreşâd, Âkif’in konuşmasını yayınladı. Derginin bu sayısı defalarca yeni baskı yaptı. Devlet tarafından askerler arasında dağıtıldı. Diyarbakır Cephesi Komutanı Nihat Paşa bütün erata Sebîlürreşâd’da yayınlanan Kastamonu vaazını dağıttığı gibi Âkif’e de mektup yazarak şükranlarını arz etti. Kastamonu’nun ilçelerin­de yaptığı konuşmalar Sebîlürreşâd’da peş peşe yayınlandı. Bu konuşmaların bir kısmı Hâkimiyet-i Millîye tarafından iktibas edildi. Âkif’in Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşâd’dan sonra şiir ve yazıları sadece Hâkimiyet-i Millîye’de yayın­lanmıştır. Sebîlürreşâd, cihat çağrısının yapıldığı en güçlü yayın organıdır. Özellikle Âkif’in konuşmalarının yayınlandığı sayılar devlet eliyle çoğaltılarak bütün yurtta dağıtılmıştır. Fakat savaş bittikten sonra 6 Mart 1925’te Âkif’in dergisi kapatılmıştır. Âkif’in dergisini İttihatçılar da kapattı, Cumhuriyetçiler de. Oysa meclisin, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hâkimiyet-i Millîye

dışında mali destek verdiği tek yayın organıdır Sebîlürreşâd. Âkif de devletin Ankara’ya davet ettiği tek sivil şahsiyet.

29 Temmuz 1922’de üç milletvekiliyle birlikte askerlerin bayramını kutla­mak üzere meclis tarafından cepheye gönderildi. Temmuz ve Ağustos ayların­da cepheleri dolaşan mebuslar heyetinin içindeydi. O artık istiklâl günlerinde yükselen efsanevi kahramandır. Bu milletin, bu toprakların ayırt edici simge­lerinden biridir. Onda olan Yunus’ta yoktur, Mevlânâ’da yoktur, Fuzuli’de yok­tur. Âkif bütün zamanların şairidir. Yunus gibi, Mevlânâ gibi, Fuzuli gibi. Onu Yunus’la, Mevlânâ’yla, Fuzuli’yle değerlendirmek, bir arada görmek elbette önemlidir. Ama o semasında tek başına bir yıldızdır. Büyük yıldızdır. Milletin birer birer bir araya gelerek vücuda getirdiği büyük adamdır. Herkesin şiirinde kendisini gördüğü büyük aynadır.

İstanbul’da kalanlar da, Ankara’ya gelenler de yazamazdı. Millî hükûmetin millî marşını kalbi cephelerin kalbinde atan bir şair yazabilirdi. Âkif’e mü­racaat halk arasında duyulmuş, haber Ankara’da yayılmıştı. En feci izmihlal kaderimize dönüşecekken sana yok ırkıma yok izmihlal çıkışıyla çalkalanmıştı Anadolu. Onun ırkını diline dolayanlar Çanakkale şehitlerini sıra sıra sayama- yanlardır. Âkif’in ırkı Dua Tepede yatmaktadır. Tek tek, satır satır yatmaktadır. Ey sağır kulak! Ey kayıp zaman! O konuştukça Anadolu konuşuyor, o konuş­tukça ruhu Anadolu’yu dolaşıyordu. Büyük Pota İstiklâl Marşı herkesi içine çekiyor, eritiyor, yeni bir kalıba döküyordu. Savaş meydanlarındaki askerlere onun konuşmaları dağıtılıyordu. Camilerde, miting meydanlarında onu dinle­yenler, sabahlara kadar konuşa konuşa ikna ettiği adamlar cepheye koşuyordu:

“Meclis kürsüsüne en sonra çıkan Maarif Vekili olmuştu. O, Âkif’in yazdığı İstiklâl Marşı’nı okuyordu. Hemen her mısra alkış tufanına tu­tuldu. Mebuslardan Fazıl Paşa ‘Bir defa daha okunsun’ diye bağırdı. Maaarif Vekili bir defa daha okudu. ‘Bir defa daha okunmalıdır’ dendi. Gene okundu.”

İstiklâl Marşı’na ilişkin yazılarda Safahat ilgisi yok. Bunu hep tuhaf bul- muşumdur. İlgi kuranlar da ya istiklâl kelimesi sayıyor, ya marş benzeri şiir arıyor. Oysa Âkif’in şiiri baştan başa istiklâl şiiridir. Özgürlükle ilgili, özgür­lüğe ilişkin bir şiirdir. Marşın doğduğu kaynaktır Safahat. İstiklâl Marşı bu kitabın özü, en etkili şiiridir. Âkif’in şiirindeki büyük idealdir. Şiirinin akış yönüdür. İstiklâl Marşı ve Çanakkale Şehitleri bu şiirin taçlandırılması, ko­layca kuşatılamayacak büyük içeriğin üst başlıklarından biridir. Marş âdeta Safahat’ın finali, Âkif’in son şiiridir. Safahat ve İstiklâl Marşı sebep sonuç iliş­kisidir. Âkif’in şiiri milletin yaşadıklarına koşutluk içermektedir. Bu şiir âdeta İstiklâl Marşı’yla noktalanan kronolojik bir seyir izlemektedir. Şiirde kronolo­ji her zaman birebir kronoloji değildir. Balkan savaşları, Âkif’in şiiri; Birinci Dünya Savaşı, Âkif’in şiiri; Çanakkale, Âkif’in şiiri; Bursa’nın işgali, Âkif’in şiiri; Anadolu’nun işgali, Âkif’in şiiri; İstiklâl Marşı, Âkif’in şiiri. Millet ona tutuna tutuna yürümektedir.

Savaştan sonra Âkif’i önemsizleştirmeye çalıştılar. Hepsi öldü, Âkif kaldı. Hepsi unutuldu, Âkif yaşadı. Şiiri her dönem yeni yorumlarla güçlendi. Mo­dern zamanların arifesinde İslam’ın çağdaş gücüdür Âkif’in şiiri. Âkif’e çata­rak rütbe kazanmanın yolları eridi. Âkif, hakkı tutar kaldırırım diyor. Millet bunu yaptı. Zaman bunu yaptı. Zamanla sağlamlaştıkça sağlamlaştı Safahat. Âkif kadar şiiriyle özdeş ikinci bir şair yoktur. Hayat hikâyesidir Safahat. Özü de İstiklâl Marşı’nda parlayıp durmaktadır.

Âkif şiiriyle etkiliyor, siyasetiyle değil. Anti emperyalist karakteriyle etki­liyor. Âkif’in şiiri anti emperyalist bir şiirdir. Türk şiirinde ilk anti emperyalist şiirdir. İstiklâl Marşı da emperyalizme karşı çıkan anti emperyalist bir mar­ştır. Batı’yla aramızdaki kesin çizgidir. İstiklâl Marşı’ndaki canavarla savaşan kahraman bizlere her gün kimlere karşı savaş verdiğimizi hatırlatmaktadır. Selçuklular Dönemi’nde Haçlı Seferleri biçiminde yaşanan savaş Osmanlılar Dönemi’nde Birinci Dünya Savaşı biçiminde yaşanmıştır. Savaş bitip siyaset günleri geldiğinde kültür politikalarına dönüşen düveli muazzamaya kafa tu­tan yine İstiklâl Marşı’dır.

Âkif bütün zamanların şairidir. Zaman Âkif’i eskitmek yerine yeni yo­rumlarla sürekli güncellemiştir. Safahat Okumaları dost meclislerinde Sevda Sözleri biçiminde sürmektedir. Safahat bu milletin bu dünyaya cevabıdır. Sa­vaşa cevabıdır. Özgürlüğe cevabıdır. Barışa cevabıdır. İstiklâl Marşı öylesine yoğun bir şiirdir ki âdeta tek başına bir kitaptır. Âkif’in şiiri denildiğinde her­kesin aklına öncelikle İstiklâl Marşı ve Çanakkale Şehitleri gelir. İstiklâl Marşı da, Çanakkale Şehitleri de Türk şiirinin iftiharıdır. Biri kalbimiz, biri ruhu- muzdur. Milleti yansıtan değil, yaşatan şiirlerdir. Âkif’in şiirine ilişkin eleşti­riler, bu şiiri manzum hikâye biçiminde indirgeme çabalarının nedeni İstiklâl Marşı’dır. Âkif’in hayatında en çok öne çıkan özellik vatanseverliği ve dindar­lığıdır. Din ve vatan onda iç içedir. Onun gözünde Türkiye İslam milletinin anahtarıdır. Türkiye’nin anahtarı da İstiklâl Marşı’dır. Büyük Potadır. Milleti eritip 41 mısraya döken tek metindir.

Dünya tarihinde neredeyse bütün devletlerin birleşip saldırdığı, yine de yıkamadıkları tek devlet Türkiye’dir. Bu dün de böyleydi bugün de böyle. On­larca devlet saldırmış, millet onlarca devlete karşın yine yeni bir devlet kur­mayı başarmıştır. Ey Birinci Dünya Savaşı! Ey haritalar! Âkif’le bir kez daha şiirden doğan millet! Moğol istilasında milletin en büyük dayanaklarından biri Yunus’un şiirleriydi. Dilimiz de, dinimiz de Yunus’la yeniden doğuş yaşamıştı. Yüzlerce yıl sonra Âkif’le bir kez daha şiirden doğan millet! İçimizden geçen büyük dünyaların, büyük ülkülerin, büyük ülkelerin marşı! Ey Hak! Ey vade- dilmiş günler! İçimizden geçen, eksik bıraktığımız, yapamadığımız her şeyin toplaştığı kitap. Ey Safahat!

İstiklâl Marşı büyük tarihtir. Marşın ardında koca bir tarih vardır. Yüz­yıllar sürmüş büyük bir imparatorluk vardır bu marşın ardında. Yüzlerce ama yüzlerce yıl sonra ilk defa düşman ayağı basmış toprakların ürpermesi vardır. Çiğnetmedi yurdunu çiğnetmeyecek azmi vardır. Ardında özgürlük yemini, din yemini, vatan yemini vardır. Köse İmam, Mandal Hoca vardır. Asım var­dır. Fatih Kürsüsü, Süleymaniye Kürsüsü, Nasrullah Camii, Diyarbakır Cep­hesi Komutanı Nihat Paşa vardır. Ardında Safahat vardır. Mehmed Âkif var­dır. Savaşla geçen bitip tükenmez yıllar vardır. Sönen ocaklar, geri dönmeyen babalar vardır. Ey tüten ocak. Savaş meydanlarında kaybolup giden meçhul askerler vardır. Ey meçhul asker. Ey sönen ocak.

İstiklâl Marşı, millî mücadelenin bir safhasıdır. Savaşın mütemmim cüzü, ulaşılan aşamasıdır. Balkan savaşlarında toplum yıkılıyor, sistem çöküyor. Bi­rinci Dünya Savaşı’nda devlet yıkılıyor. İstiklâl Harbi’nde millet un ufak edil­mek, sömürge valilerinin emrinde köleye dönüştürülmek isteniyor. İstiklâl Marşı’yla girilen süreç ayakta kalma savaşıdır. Yaşama savaşıdır. Onlarca dev­lete karşın devlet kurma mücadelesidir. Milletin iradesi milletin marşındadır.

Millet varlık yokluk günlerinde, en acılı savaş günlerinde Âkif’in palto­sundan çıktı. Moğolların Anadolu’yu kasıp kavurduğu günlerde Yunus neyse istiklâl savaşının verildiği günlerde Âkif odur. Şiiriyle odur. Şahsiyetiyle odur. Büyük Potadır Âkif, büyük şiir. Herkesin altına toplandığı Büyük Şemsiye. Potasında erittiği insanları Hudutların Kanununa dönüştüren Büyük Hatip­tir: Alınır kal’a mı göğsündeki iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkâm. Allah yapısı göğsündeki iman, ilahi bir eser. Göğsümüzden başka istihkâm yoktur. Ey serhat boyları. İman dolu duvar. Öyle günlerdir ki Âkif’in paltosu bile vatan içindir. Âkif’in paltosu va­tan için, din iman uğrunda gösterilen fedakârlık demekti. Ey fedakârlık. Para karşılığı istiklâl işini kabul etmeyen Âkif’e geçimini zehir eden dünya! Evler­den sokaklara taşan çatal kaşık sesleri. Kuş cıvıltıları. Ey kuş cıvıltıları! Ey nazlı hilal! Her şiirde konuşan bir özne vardır. İstiklâl Marşı’nın öznesi kimdir? Âkif midir, millet midir? Âkif’i milletin, milleti Âkif’in yerine geçirsek ne değişir? Millet kimdir? Âkif istiklâlin marşını yazdı, destanını da yazmak istiyordu. Fakat Safahat baştan başa istiklâlin destanı değil mi?

İstiklâl Marşı gerçekten İstiklâl Marşı’dır. Gerçek bir istiklâlin gerçek mar­şıdır. Onu değiştirmeye çalışanlar Türkiye’nin bağımsızlığını tartışmaya aç­mak için yanıp tutuşanlardır. Hiçbiri bu marşı yazanlar arasında değildir. D. Mehmet Doğan, İstiklâl Marşı için millî mutabakat metnimizdir dedi. Millî mutabakat Türkiye şartıdır. Türkiye şartının alternatifi yoktur. Ötesini söyle­meyeceğim demektir. İstiklâl Harbi neyin üzerine bina edilmişse İstiklâl Marşı da onun üzerine bina edilmiştir. Savaş meydanlarındaki askerlerin mantığıdır. Örtüşme, iç içe geçme değil, doğrudan İstiklâl Harbi’nden doğan İstiklâl Mar­şı söz konusudur. Yeni devletin kuruluşunda kurucu tek metindir. Eldeki tek belgedir. Sadece milletin, sadece devletin değil, aynı zamanda Âkif’in de des­tanıdır. İslam âlemini ebediyen yok etmek isteyenlere verilen ebedi cevaptır. Yazıldığı günlerde bütün milleti maneviyatı altında toplayıp nasıl koruduysa bugün de korumaktadır.

Muazzam yürek. Paslanmaz yürek. Dalgalan dalgalandıkça şafaklar. Bu yürek seni unutmaz. Sen varken susmaz.

100. Yılında İstiklâl Marşı Büyük Bilgi Şöleni
12 Mart 2021 - TBMM
100. Yılında İstiklâl Marşı ve Mehmed Âkif Kitabı
Bu haber toplam 911 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim