Gazze/Filistin’deki vahşet ve soykırım bize neler söylüyor? ABD ve ortaklarının İsrail’e desteğinin, dünyada ne türden sonuçları olacak? Bütün bu olup bitenler, dünyada neleri değiştirecek, öngörünüz nedir?
7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail terör örgütü, dünya tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş bir soykırımı yine dünya tarihinde emsali olmayan bir utanmazlık ve şımarıklıkla gerçekleştiriyor. Enkazlar altında yatan binlerce insan hariç, resmi olarak açıklanan rakamlara göre bugüne kadar en az 17 bin çocuk, 11 bin kadın olmak üzere 40 bin Filistinli öldü, 92 bin kişi yaralandı. Yine bu saldırılarda İsrail Gazze'ye 80 bin ton civarına bomba yağdırırken, saldırılarda 90 bin konut tamamen yıkıldı ve toplamda ise 300 bin konut oturulamaz durumda. Aslında bu rakamları tam olarak vermek de imkânsız hâle geldi. Zira İsrail, basın mensuplarını da öldürüyor. Bugüne kadar İsrail teröristleri tarafından 200 kadar basın mensubu öldürüldü.
Tüm bunlar yaşanırken İsrail’in en büyük destekçileri yine ABD ve Avrupa ülkeleri… BM işlevsiz bir halde sadece olayları seyretmekle meşgul. Hiçbir yaptırım gücü yok. Müslüman ülkeler de yaşananları sadece sessiz sedasız kınamakla geçiştiriyor. Birlik yok, beraberlik yok, kararlılık yok…
İsrail, ABD ve diğer ortaklarının desteği ile Ortadoğu’da fitilini ateşlediği bu vahşet dolu savaşı tüm dünyaya bulaştırmak derdinde. Durum o kadar vahim ki artık açıktan 3. Dünya savaşı senaryoları konuşuluyor. Tüm ülkeler savaş ekonomisi uygulayarak kendilerini bu savaşa hazırlama derdine düşmüş durumda. Bizim açımızdan durum daha vahim. Gazze’ye en büyük desteği veren Türkiye aynı zamanda bu şer ittifakının da hedefi durumunda. Sayın Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi İsrail’in nihai hedefi Anadolu topraklarıdır. “Arzı Mev’ud” yani “Vadedilmiş Topraklar” inancı ile hareket eden İsrail yöneticileri bu amaçlarına erişimde Türkiye’yi engel olarak görmektedir. Zira Tevrat'ın Tekvin kitabının 15. Bab 18/21. cümlesinde ise vadedilmiş topraklar şu şekilde belirtilmiştir:
“O günde Rab, Abraham'la ahdedip ona şöyle dedi: Mısır ırmağından büyük Fırat ırmağına kadar uzanan bu diyarı, Kenilerin, Kenizzilerin, Kadmonilerin, Hittilerin, Perizzilerin, Refaların, Amorilerin, Kenanlıların, Girgaşilerin ve Yebusilerin topraklarını senin zürriyetine (soyuna) verdim.”
Burada belirtilen yerleri harita üzerinde aplike ettiğinizde Fırat Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar olan geniş bir bölgenin işgalci İsrail’in muharref Tevrat’a dayanarak nihai hedefi olduğunu görüyoruz.
Ortadoğu ve özelikle Yahudiler gizli inançlar ve bunların sembollerine sahiptir. Bu pencereden bakıldığında aslında Evanjelik Hristiyanlara has bir inanç olmasına rağmen İsrailli üst aklın da armageddon denilen bir inanca saplantı ile bağlı olduğunu da görüyoruz. Armageddon; dünyanın sonu geldiğinde yapılacağı söylenen büyük kıyamet savaşının adıdır. İsrail aklı sıra Tanrıyı kıyamet zorlamak için Ortadoğu’da başlatmış olduğu bu işgal ve soykırımın meşru olduğuna inanıyor. Ancak korkak bir millet olduğu için tek başına bu işe girişemiyor ve bölgeye en büyük hamisi ABD’yi de çekmiş durumda. Zaten bölgede yaşanan her türlü kaosun, terörün, darbelerin arkasında bu ikili var. Irak ve Suriye’de yaşanan işgal ve iç karışıklıklar, Suudiler ile Yemen’in savaşı, bölgede faaliyet gösteren PKK, İŞİD, KCK, YPG gibi terör örgütleri kuran da finanse eden de teknik ve taktik olarak yöneten de bu ikilidir. İstikrarsızlaştırılan bu bölge, adım adım Büyük İsrail’in kuruluşuna hazırlanmakta... Dediğimiz gibi son kerte İsrail ve Türkiye’nin kapışması. Ancak bölgenin diğer aktörleri Rusya ve onun oluşturduğu blok yani Çin, Kuzey Kore ve İran da bu denklemin diğer ögeleri. Kısaca üçüncü dünya savaşı için şartlar oluşturuluyor.
Bunun yanında İsrail ve Siyonizm dünya konjonktüründe inandırıcılığı kaybetti. Bunca yaşanan vahşetten sonra artık Yahudi ve Siyonistlerin Holokost’tan bahsedecek yüzü kalmadı. Dünyanın nefretini üzerine çeken Yahudileri artık zor günler bekliyor.
Filistinlilere yönelik soykırım karşısında Türk okur-yazarlarının, gazetecilerin, sporcuların, aydın ve sanatçılarının tutumuna ilişkin neler söylersiniz?
Bizde Filistin meselesi denilince İslami duyarlılıktaki kesim haricindeki bazı çevreler hep ikircikli bir yaklaşım sergiledi. İslamcı denilen dindar muhafazakâr kesim başından beri bu meseleyi sahiplense de solcu ve ulusalcı çizgideki milliyetçi kesim Hamas’ı terör örgütü olarak yaftalayarak Filistin’e destek olmayı Arapsevicilik olarak algıladı. Bu yüzden de sahiplenmek bir yana neredeyse ABD ve İsrail tarafında yer aldı bile denilebilir. Ulusalcı olmayan daha muhafazakâr milliyetçiler ise daha temkinli bir duruş göstererek hem yaşanan zulme karşı durdular hem de Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yapılan Çin zulmüne karşı çıkmanın daha öncelikli olduğunu savundular.
Ulusalcı sol cenah, Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin kışkırtmaları nedeniyle Osmanlı’ya isyan eden Şerif Hüseyin hareketini sanki bütün Arapların içinde olduğu bir isyan hareketi olarak lanse ederek özellikle okumayı sevmeyen gençler arasında bir Arap düşmanlığı tesis etti. Sanki Birinci Dünya Savaşında bizi İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlar değil de Araplar işgal etmiş gibi bir algı oluşturdular. Neredeyse yüz yıldır bu algı artık kemikleşmiş bir olguya dönüştü. Şu an gençliğimiz, devletimizi işgal eden ve onu yıkan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlara duymadığı kini, öfkeyi maalesef Araplara duymaktadır. Sanki Kurtuluş Savaşı da bizi işgal eden bu devletlere karşı değil de Araplara yapılmıştır. Hatta Kemalist jargon ülkeyi düşmandan kurtardık derken aslında sadece Osmanlı ve onun manevi şahsında tüm İslami değerler düşman ilan edilmiştir. Maalesef bizde Arap düşmanlığı adı konulmamış bir İslam düşmanlığıdır.
İşte bu çarpık zihniyet neticesinde oluşan Arap düşmanlığı, Filistin meselesine şaşı bakılmasına sebep olmuştur. Son dönemde yaşanan Suriye ve Irak mültecileri sorunu da buna eklenince iş daha da vahim bir hal almıştır. Bu algıyı maalesef Türk görünümlü Sabatayist çevreler daha da körüklemiştir. Zaman zaman bu kökene dahil sanatçıların İsrail yanlısı çıkışları da bu tezimizi güçlendirmektedir.
Bazı vesilelerle gençlerle yaptığımız görüşmelerde Arapların bize ihanet ettiği halde bizim Yahudilerle hiçbir sorun yaşamadığımız dahi dile getirilmiştir. Aslında Filistin cephesinde bize karşı savaşan Yahudiler sayıca Şerif Hüseyin isyanına karışan Araplardan daha fazladır ve yaptıkları tahribat da bize Ortadoğu’yu kaybettirecek ölçekte daha büyüktür. Hatta General Allenby’in “Filistin cephesinde neredeyse Türk ordusunun nefes alışını bile takip eden Yahudi NİLİ casusluk şebekesinin istihbaratı olmasaydı, zaferi kazanamazdım” itirafı da anlatılmaz…
Siyonist Yahudilerin Çanakkale Savaşında Siyon Katır Birliği adı altında büyük bir lojistik birliği oluşturup ordumuza karşı savaştıklarından da neredeyse hiç söz edilmez. Bu birliğin kurucusu Vladimir Jabotinski’dir ve Jabotinski'nin sekreterliğini ise şu an İsrail Terör Örgütünün başı olan katliam suçlusu Benyamin Netanyahu'nun babası Benzion Netanyahu yapmıştır. İşin daha ilginç olan yanı ise Jabotinski 1925 yılında kurduğu Betar örgütü ile 1933 yılından itibaren Türkiye’de faaliyetlerine devam edebilmiş, söz konusu örgüt 70’li yıllara kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. İstanbullu ve İzmirli Yahudi gençlerin faal olarak görev aldığı örgütün amacı Endülüs’ten Osmanlı topraklarına göç etmiş Sefarad Yahudilerini Siyonizm’e kazandırmaktı. 1973 yılında faaliyetlerinin sona erdirildiği belirtilen yeraltı örgütü Betar’ın ana hedefi Filistin topraklarında Siyonist bir Yahudi devleti kurmak, İbraniceyi Yahudi halkının tek ve ebedi dili olarak kabul etmek, tüm üyelerin ateşli silahları çok iyi kullanmalarıydı. Üyelere sık sık kamp yapmaları öneriliyor, Yahudi devletinin kurulması için teşkilatlanmanın önemine vurgu yapılıyordu.
Bu bilgilere basında yazılan ve 7 Ekim'den sonra Türk pasaportlu 4 bin Siyonist’in Gazze'ye giderek İsrail adına katliama iştirak ettiği haberleri de eklenince akla Betar yaşıyor mu sorusu geliyor. Zira Türkiye Gazetesi, ülkemizden İsrail namına bölgeye giden 65 kişinin cephede öldürüldüğünü yazıyor. Ayrıca Türkiye'de yaklaşık 20.000 çifte vatandaşlığa sahip İsraillinin yaşadığını ve İsrail'de ise böyle 250.000 kişinin yaşadığı belirtiliyor. Ayrıca bu insanlar İsrail'de askerlik yapıyor.
İşin arka planında bunlar yaşanırken hâlâ Arap düşmanlığından nemalanmak isteyen sol cenaha mensup Türk okuryazarları, gazetecileri, sporcuları olaya şaşı bakmaya devam ediyor. TV programlarında “Araplar Yahudilere toprak sattı” diyerek gençlerimizi manipüle etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Ancak özellikle Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünyanın her yerinde halkın İsrail’in yaptığı soykırıma karşı çıkması, büyük mitingeler düzenlenmesi, spor müsabakalarında yaşanan İsrail protestoları bizdeki sol cenahı da etkilemiş, içlerinden büyük bir kısım artık bu soykırıma karşı bir eylem ve söylem içine girmiştir. Aslında Türkiye’de 1970’lere kadar Filistin davası daha çok sol kesimin sahiplendiği bir davaydı. Sol militanlar Filistin kamplarında askeri eğitim yapıp ülkemizde eylemler yapıyordu. Ne zamanki Filistin Kurtuluş Örgütü silahlı mücadeleyi bıraktı Filistin davası da el değiştirerek sadece İslami hassasiyete sahip kesimin savunduğu bir dava haline dönüştü. Gönül isterdi ki iktidarı ve muhalefeti ile tüm kesimler bu soykırım karşısında başından beri tek yürek olsaydı ve dünya efkarı umumiyesini etkiler pozisyonda büyük eylemler yapılabilseydi.
Etki eksikliklerine rağmen yine de İslami duyarlılıktaki insanlar dergileriyle, gazeteleriyle, kitaplarıyla, medyalarıyla soykırıma karşı bir tavır göstermiştir. Bu camianın bir ferdi olarak ben de diğer arkadaşlarım gibi gazetemdeki köşe yazılarımda, dergi yazılarımda konu hakkındaki düşüncelerimi, yanlış bilinen tarihi gerçekleri dile getirmeye çalıştım. Benim Adım Süheyb romanımda da bu konuları gençlerin ilgisini çekecek şekilde işledim.
Bu konuda duyarlılık gösteren milli duruşa sahip sanatçılarımızı tebrik etmek lazım. Özellikle Okan Bayülgen’in dediği gibi sanatçılarımız Filistin konusunda birleşmeli ve tek yürek halinde "Yaşasın Filistin!" ve "Kahrolsun soykırım!" diye bağırmalıdır.
Haluk Levent’in de dediği gibi Gazze'deki çocukların ölmesini önlemek için Müslüman olmanıza gerek yok. Sadece insan olmak yeterlidir. İşgal altındaki vatanlarını savunan bu masum insanlara terörist gözüyle bakarak, amalı-fakatlı cümlelerle lafı eğip bükerek zulme karşı durulamaz. Zulüm ve soykırım karşısında tarafsız kalınamaz.
Filistinlilerin maruz kaldığı vahşet karşısında Batılı aydın ve sanatçıların tutumunu nasıl yorumlarsınız?
Bu hususta Batı aydını ve sanatçısı daha duyarlı ve daha samimi bir çıkış yapmış ve kendilerinden hiç de beklenilmeyen bir tavır sergilemiştir. Siyonist olmayan Yahudiler bile yaşananlardan duydukları rahatsızlıkları yüksek bir sesle belirtmiştir. Batıdaki üniversitelerde işinden ve okulundan olma pahasına samimi ve cansiperane bir şekilde Filistin davasına sahip çıkan Batılı akademisyenleri ve öğrencileri görünce gıpta duymamak elde değil. Bu da şunu gösteriyor ki Körfez krizi ile birlikte Batıda Evanjelistlerin ve Siyonistlerin el ele vererek oluşturmak istedikleri “Müslümanlar teröristtir” mottolu İslamofobi faaliyetleri artık inandırıcılığını kaybetmiştir. Bugün yeryüzünde hâkim olan tek terör hareketi Evanjelist Haçlı ve Siyonist Yahudi terörü ittifakıdır. Batılılar da bu gerçeği artık görüyor ve hükümetlerinin tutumlarına karşı geliyorlar. Zira yönetimlerin Filistin’de yaşanan katliamı meşru ve haklı göstermek adına yaptıkları her faaliyet karşılarında bir protesto kitlesi yarattı.
Filistin davasının sembol isimlerinden olan ABD'li barış aktivisti Rachel Corrie'nin Gazze Şeridi'nde Filistinli bir ailenin evinin yıkılmasını önlemeye çalışırken İsrail buldozerince ezilen ölümünün üzerinden 21 yıl geçti. Bu süreçte artarak devam eden soykırım Batı’da onlarca Rachel Corrie’nin çıkmasına engel olamadı. Filistin’deki dram Avrupa’da İslam dininin hızla yayılmasını da beraberinde getirdi.
Batı hükümetlerinin artan protestoları önlemek amacıyla yaptığı her müdahale halkın da tepkisine neden olunca protestocuların sayısı ve etkinliği çığ gibi büyüdü. İrlanda üniversiteleri ve futbol kulüpleri soykırım karşısında en etkili tavır koyan ülkelerin başında geliyor. Bu durum neredeyse tüm dünya üniversitelerini etkileyen ve Filistin yanlısı protestoların sembolü haline gelen ABD’de Colombiya Üniversitesinde aynen yaşandı. Oysa ABD senatosu, yaptığı katliamı ballandıra ballandıra anlatan katil Netanyahu’yu utanmadan tam 72 kez ayakta alkışlıyordu.
Filistinliler, Müslümanların birliğini sağlama yönünde nasıl bir işlev görecek?
Öncelikle tüm Müslümanlar şunu kabul etmeliler ki Filistinliler yıllardır canları pahasına vatanlarını terk etmeyerek örnek bir mücadele sergiliyorlar. Bu mücadele sonu ölüme varan destansı bir şecaatin, sağlam bir imanın tezahürüdür. Her yönüyle, her safhasıyla örnek alınacak bir mücadeledir. Bu mücadele karşısında hiçbir şey yapamayan, hiçbir politika üretemeyen, onlara destek olamayan diğer Müslümanların utanması, şapkayı önüne alıp düşünmesi gerekir. Bugün Filistin’de yaşanan dramın en büyük sebebi dünya Müslümanların birliğinin ve dirliğinin olmamasıdır. Kaldı ki örneğin bizde olduğu gibi bu olaya bakış açısı siyasi bir bölünme aracı dahi olabiliyor. Bir başka Müslüman ülkede insanlar İsrail’e lanet okumama yönünde uyarılırken bir diğerinde Filistinliler açıktan dua etmek dahi yasaklanıyor. Ancak bugün Filistinlilerin başına gelenler yarın diğer İslam ülkelerinin de başına gelebilir. Bu yüzden umarız Müslümanlar bir an önce uyanırlar ve aralarındaki suni ayrışmaları bir tarafa iterek bir araya gelirler. Bu katliam durdurulmazsa ilerleyen günlerde bu ateş sağa sola sıçradığında yani ateş kapıyı çaldığında herkes bu işin önemini anlayacak ama iş işten geçmiş olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.