Daha ileri gidip aşağılık kompleksini politik analiz diye yutturmaya ve korku senaryolarını gerçekmiş gibi dayatmaya kalkışanlar bile çıkabilir, çıkmıştır.
Çünkü yüzünü Batı'ya dönmüş modern ve laik Cumhuriyet'in ırkçı doktrini, Arapları ne kadar "pis, hain, uyuşuk, tembel" olarak kodladıysa, 1948'de Filistin topraklarını işgal eden ve o gün bugündür bölgede kan dökmeye, can yakmaya fasılasız devam eden İsrail'i de, -bir devlet politikası olarak- o derece müttefik ve dost belledi.
Bunların İsrail sevdasının sebepleri, ideolojik önyargılardan müteşekkil gerekçeleri, bu önyargıların ne tür bir ulusal varlık bilincinden neşet ettiği, ayrıca tartışılabilir.
Ama asıl mesele, insani amaçlarla yola çıkmış olan ve olay vuku bulduğunda uluslararası sularda bulunan bir yardım gemisindeki 9 silahsız gönüllünün tepeden tırnağa silahlı askerler tarafından acımasızca katledilmesine, hangi uluslararası stratejinin, hangi hukukun ve hangi dış politika doktrininin gerekçe bulabileceği sorusudur.
Ve bu sorunun bir cevabı filan da yoktur.
Tüm dünya bal gibi biliyor ki, eğer yeryüzü yüzyıllardır bir insanlık bilgisi biriktirebildiyse, hayata dair bir kurallar silsilesi oluşturabildiyse, yani ilkellik çağını geride bırakıp medeniyet dönemine erebildiyse; Türkiye'nin, İsrail'in özür dilemesi, kurbanlarının yakınlarına tazminat ödemesi ve Gazze ablukasının kaldırılması talepleri kesinlikle haklıdır. Ha, medeniyet yerine vandallığın, ilkelliğin ve orman kanunlarının işlediği bir dünya ise üzerinde yaşadığımız, o başka.
İsrail'le ilişkiler bozulursa Türkiye'nin bunun bedelini misliyle ödeyeceğini iddia edenler, İsrail'i neredeyse haklı çıkaran Palmer Raporu'na Türkiye'nin verdiği tepkiyi yanlış bulan yorumlara çoktan başladılar bile: "Tazminat ve özür tamam da, İsrail'den Gazze ablukasını kaldırmasını beklemek de neyin nesi?" diye soranlar var mesela.
Bu kalemlere şunu sormak lazım: Peki ama yanıbaşımızda yaşanan, insanların koyun gibi boğazlandığı katliamlara duyarsız kalmamız gerekiyorsa; Türkiye'nin Suriye liderine yaptığı "vatandaşını öldürme" uyarılarını neden ayakta alkışlıyorsunuz? Tehlike ise, Suriye-İran işbirliği de Türkiye'nin önünde büyük bir tehlike, hem de sınırın az ötesinde. Yoksa mesele, o devletlerin birinin İsrail, diğerinin Suriye olması mı? Birinin yola getirilebilir olduğuna, diğerinin görevinin ise dünyayı yola ve dize getirme olduğuna inanılması mı?
Daha da vahimi, aynı kalemler Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinin bozulması sonrası artan PKK saldırılarını da, "Biz söylemiştik, İsrail'le iyi geçinmezsek terörden daha çok çekeceğiz?" şeklinde yorumluyor.
Çok pardon ama, İsrail'le dostluğun bir devlet politikası olarak sıkı bir şekilde uygulanıyor olduğu 1980'den 2000 yılına kadar, neredeyse tüm askeri anlaşmaların İsrail'le yapıldığı, en yüksek ticaret hacminin İsrail'le gerçekleştirildiği ve Filistin'de binlerce insan ölürken yıllarca insanlığı ve hukuku unutmuş gibi davranan bir Türkiye sözkonusuyken, bu memlekette terör yok muydu?..
Madem PKK tamamen İsrail'in güdümünde ve madem Türkiye çektiği restin bedelini onlarca şehit vererek ödeyecek; 1980 ortalarından 2000'lere Türkiye'nin İsrail'le stratejik müttefik olduğu dönemlerde PKK palazlandıkça palazlanırken, İsrail terör konusunda neden parmağını bile kıpırdatmadı? Yoksa gerçek dost değil miydi?
Sözün özü şu: Belki de onurlu, kararlı, hukuk ve insan odaklı bir dış politika stratejisi Türkiye'nin sorunlarının çözümünün başlangıcıdır. Şimdiye dek uygulanan, sınırları korku paranoyalarıyla çizilmiş, özgüvensiz ve haniyse pısırık dış politika doktrinininden Türkiye ne fayda sağladı?
06.09.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.