Alaeddin beraat ettikten sonra bu olaydan hiç bahsetmedi. Bu olayı anlattığı bir kısa yazısını biliyorum. "Açılı/yorum" adını taşıyan ve benim indimde Cahit Zarifoğlu'nun "Yaşamak" adındaki anı/izlenim karışımı kitabıyla birlikte Türkçenin en nadide parçalarını muhtevi kitabındaki "İnsanın Zındanı" başlıklı kısa yazısı... Orada şöyle diyor:
"Zından kapısı; girmek kolay da çıkmak zor. Başına alçacık bir dalga vurur. Artık akşam güneşinin yatık ışığı bile sızmaz. Ufuktaki dalgalarla tepeler hayal olur. Göz gözü görmez. Küçük, tıknaz adamlar çevrende dolaşır durur. Ama hiçbir zaman kaynaşma yok. Ve düşünürsün: Benim burada ne işim var? Hangi görünmez el beni buraya fırlattı? Öylece kalakalırsın. Nerde o güllerin ruhunu şenlendiren sabah. Hep gece. Ve birkaç hayalet adam kapıda beklemekte. Anlaşılıyor ki, zındanın gediklileri. Yani müebbetlikler. / Sonradan öğrendim ki, hapishaneye ilk gireni zındana atarlarmış. Bu adamlar da girenin durumuna göre para isterlermiş. Anlaşılan beni pek gözlerine kestiremediler. Ses çıkarmadılar. Ellerim cebimde çömelmiştim. Yüzümü dik bir açıyla ırmaktan yana çevirmiştim. Sonra ellerimi ceplerimden çıkardım. Parmaklarım kör bir adamınkiler gibi yanaklarımı tırmalıyordu. Yanaklarım sanki bana ait değildi. Bir zamanlar evin perdesini kaplayan, renkli küçük çiçekler iyice solmuş, zemine kıyasla biraz daha silik görünüyorlardı. Gözüm görmese de ben görüyordum. / Hapishane müdürünün bir gözü kör. Zaten tek gözlülerle başım belada. Kör müdür dedi ki: 'Burası söğüt gölgesi mi? Okuma yazma öğret bilmeyen mahkûmlara. 'Olur' dedim, 'yalnız tebeşir, bir de kara tahta lazım.' / Tahta ve tebeşir geldi. Allah'ın boyasıyla boyanmayanı icap ettiren bir hikmettir. İçimde ve benim varlığım haricinde olup bitenler. Karanlık şeritlerin darlığına alışmak gerekiyor. Beni kurtarmayınız. Bu dünyada kurtuluş yok. İnsanda uyandırdığı etkiler göğüs gere gere kazanılmış, derinleşmiş dayanıklılık, gülümsemekle yetinip kendi yoluna gidiyor. Onu ağaçlık dağlar, tepeden çağırıyor. "
Böylece devam ediyor o harika metin. Bu olaydan tam on yıl sonra 1984 yılında küçük oğlu Kerem'i bir trafik kazasında kaybetti. Bu oğulun yitirilmesi, bu talihsiz adamın kaleminden Türkçeye onun en duygulu, en lirik mısralarını kazandırdı.
26 Haziran 2011 onun ölümünün 8. yıldönümü...
Öldüğünde yaşı 63'tü, ama gerek o, gerek daha erken bu dünyayı terk etmiş olan Cahit (Zarifoğlu), daha sonra Akif (İnan), Erdem (Bayazıt), benim için Yunus Emre'nin deyişiyle birer göğ ekin mesabesindeydi. Hepsinin imanı, yeteneği ve dehası önünde saygıyla eğiliyor, onlara Allah'tan rahmet diliyorum.
26.06.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.