İki çarpıcı örnek
Buradan “din-millet ikilemi”ne dönecek olursak aklıma hemen iki örnek geliyor. Örneğin işgal altındaki Filistin topraklarında, özellikle de Gazze’de Müslüman Kardeşler örgütü, El Fetih liderliğindeki milliyetçi hareketin önünü kesmeleri umuduyla uzun bir süre İsrail tarafından hoşgörülmüş, hatta teşvik edilmişlerdi. Fakat Müslüman Kardeşler, tabandan gelen baskılara daha fazla direnemeyip önce adını Hamas olarak değiştirdi, ardından milliyetçi söylemleri de benimseyip İsrail askerlerine saldırmaya başladı ve nihayet Filistin’in en güçlü siyasi yapısı haline geldi.
Bir diğer örnek, İran desteğiyle Lübnan Şiileri içinden çıkmış olan Hizbullah’tır. Başlangıçta ağır basan yönü “radikal İslamcılık” olan Hizbullah, Lübnan’daki sol ve laik milliyetçi güçlerin boşalttığı alanı doldurmaya başladığı andan itibaren İsrail’e karşı direnişin baş aktörü oldu ve neredeyse Lübnan’ın milli ordusu haline geldi.
Türiye örneği
Ve ülkemize gelecek olursak: Şurası çok açık, Türkiye dini muhafazakârlıkla milliyetçiliğin içiçe geçmiş olduğu bir ülkedir. 1970’li yıllarda bir seçimde ağırlıkla MHP’ye oy vermiş bazı bölgelerin bir sonranki seçimde MSP’ye yönelmiş olduklarına tanık olmuştuk. 1980’lerin ANAP’ı milliyetçilikle muhafazakârlığı bir süre bir araya getirmiş, fakat ardından RP ve MHP tekrar siyasetin ana aktörleri haline gelmişti. 1999’da MHP’nin ikinci parti olması nasıl aslında sürpriz olmadıysa 2002’de AKP’nin tek başına iktidarı da o kadar olağandı.
Bugün “din-millet ikilemi” Kürt sorunu söz konusu olduğunda yeniden ciddi biçimde karşımıza çıkmaktadır. Kürt siyasi hareketinin yükselişini engellemek için “İslam kardeşliği” sloganının tek başına yetmediğini görüyoruz. Tanık olduğumuz bir başka gelişme de aynı hareketin, dine karşı geleneksel inkar tutumundan uzaklaştıkça daha da güçleniyor olmasıdır. Sonuçta şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Kimi durumlarda din, özellikle de İslamiyet etnik, milli farklılıkları aşan bir kapsayıcılığa sahipken, kimi durumlardaysa milli kimlikler dinsel farklılıkları geri plana itebiliyor. Hamas ve Hizbullah gibi örneklerse, bu iki kimliğin ustalıklı bir şekilde harmanlanması halinde siyasi açıdan başarının daha kolay ve mümkün olabileceğini kanıtlıyor.
Bu tartışmayı şimdilik noktalayıp sözünü ettiğim kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum. Küçük Wadad, babasının arkadaşlarından Lübnanlı büyük İslam araştırmacısı Philip Hitti’den imza defterine bir şeyler yazmasını istemiş. Henüz kariyerinin başındaki genç Hitti ise şunları yazmış: “Şu dünyayı ayakta tutan yalnızca dört şey vardır: bilgelerin irfanı, uluların adaleti, erdemlilerin duaları ve cesurların yiğitliği.”
Bahri Zengin’in ardından
Gazetecilik hayatımda tanıdığım ilk İslamcılardan biri Bahri Zengin’di. Mühendis olmasına rağmen kültürel konularla yakından ilgili olan Zengin bir döneme damgasını vuran Akabe dergisinin de yayıncısıydı. Fakat Bahri Bey’in esas öne çıkışı RP içinde “yenilikçi” akımın düşünce temellerini atmasıyla olmuştur. Dönemin RP İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından pratiğe geçirilen bu fikirler önce RP’nin, ardından AKP’nin başarılarının ana unsuru oldu. Ancak Zengin, Milli Görüş içindeki ayrışmada Erdoğan‘la değil Erbakan‘la birlikte hareket etti, son olarak Has Parti’de yer aldı.
Bahri Zengin’e Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
12.11.2011 Vatan































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.