• İstanbul 20 °C
  • Ankara 17 °C

Selahaddin Şimşekli Hâtıralar

Fahri TUNA

Ş. (Mehmed Selahaddin Şimşek)

1953 yılında Adapazarı’nda doğdu. Kurtuluş İlkokulu, Adapazarı İmam-Hatip Lisesi (ortaokul-lise,1974) ve Atatürk Ü. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü (1980) bitirdi. Yazarlıkla geçindi. Kurduğu Beyaz Leke Tiyatrosu’nda çok sayıda oyunu oynadı, yönetti ve sahneye koydu. Özdeyiş ve deneme dallarında ürünler verdi. Kırk bir yaşındayken 02.04.1994 tarihinde Adapazarı’nda baba evinde vefat eden ve Adapazarı Yorgalar Mezarlığına defnedildi.

Şimşek’in eserleri:  ‘Ş. Özdeyişler’ (1994-küçük boy), ‘Ş. M.Selahaddin Şimşek – Hayatı-Eserleri-Hakkında Yazılanlar’ (1997), ‘Ş. Özdeyişler’ (1998-büyük boy).

Yazdığı dergiler: Akademi, Zafer, Tevhid, Mektup, Diyanet.

 

 

Fahri Tuna’ya Göre Birkaç Cümle ile Ş. yani Selahaddin Şimşek?

Ş. Tek kişilik çoğunluktu. Çağın, çağların künhüne vâkıf ender fanilerdendi.

Ş. Mektepti, okuldu, ekoldü, üniversiteydi. Özdeyişleri tek cümlelik konferanslardır. Özdeyişleri/posterleri, sanat şaheseri olduğu kadar, dramların da destanıdır; "medya çağında düşmana kendi silahıyla mukabele": O özdeyişlerini, çağdaş putları kıran bir İbrahim olarak kullandı.

Eric Fromm, Dünyada iki çeşit insan vardır: Var olmayı seçenler, varlıklı olmayı seçenler der. Ş. var olmayı tercih edenlerdendi.

Vefatından yirmi dokuz sene sonra bile, özdeyişleri, hatıraları, tavsiyeleriyle hâlâ yaşıyor.

 

BİR SINIFA BİR DE SELAHADDİN’E HAZIRLANAN HOCALAR

Babası Cevdet Hoca’nın yaptığı duayla 1956’da temeli atılan Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nde sekiz sene (bir sene haylazlıktan sınıfta kalmıştır zira) okuyan küçük Selahattin, aslında derslerine giren öğretmenlerinin de başlarının tatlı belasıdır. Birlikte okula giden, birlikte tiyatro yapan, birlikte okulu kıran, birlikte sınıfta kalan yakın dostu Alaattin Taşçeken’e kulak verelim: ‘Selahattin, zekâsı, güçlü muhakeme yeteneği, babası Cevdet Hoca’dan aldığı eğitim ve iyi kitap okumasıyla, derse giren hocaların adeta baş belasıydı. Derste sürekli onlara sorular sorar, bazı söylediklerine itiraz eder, o konudaki farklı bilgileriyle onları ve bizi şaşırtırdı. Aslında hocalarımız ertesi gün için, bir derse bir de Selahaddin’e hazırlanıyorlardı.’

 

BOKSÖR HOCAYA KAFA TUTAN SELAHADDİN

İki - üç sınıf alttan arkadaşı Cavit Akova anlatıyor: “Bir gün dersteyiz. Boksör lakaplı hocamız ders anlatıyor. Boksta Türkiye Şampiyonu olmuş bir öğretmenimiz. O zaman sınıfların kapısında böyle 20 X 20 cm büyüklüğünde cam olurdu. Hocamız ders anlatırken, kapı camında Selahaddin Abinin başı göründü. Biz öğrenciler de kapıya doğru dönünce, bu hocamızın dikkatini çekti. Kapıya doğru döndü, kim var lan orada? diyerek koştu, kapıyı açtı, Selahaddin Abi ile karşılaştı. Gel lan buraya diyerek kolundan onu içeriye çekti, bastı yumruğu. Selahaddin Abi on yedi-on sekiz, hocamız otuz beş - kırkında. Selahaddin Abi, yumruğu karşıladı. Bir yumruk daha, yine karşıladı. Boks maçına döndü iş. Bize de eğlence çıkmış oldu. Size yeminle söylüyorum; en az beş dakika kavga ettiler, alt alta üst üste. Selahaddin Abi, boksör hocamızdan geriye kalmıyordu. Kimse de onları ayıramadı. Nihayet kavga bitti. Boksör hocamız, öfkeyle koridora fırladı, seni müdüre şikâyet edeceğim, on sekiz yıllık öğretmenlik hayatımda ilk kez bir öğrenciyi disipline vereceğim diye… Selahaddin Abi de koridora fırladı, ben de şu kadarlık öğrencilik hayatımda ilk kez bir öğretmeni disipline vereceğim diyerek. Diyeceğim şu; Selahaddin Abi, Türkiye Şampiyonu bir boksör hoca ile kavga edecek kadar yiğit, cesur ve ondan dayak yemeyecek kadar da iyi sporcu - iyi dövüşçü biriydi.”

 

MELEK SİNEMASI’NIN FARESİ ŞEYTANLAŞINCA

Beyaz Leke’nin ikinci adamı Alaattin Taşçeken anlatıyor:  “26 Mayıs 1973 tarihinde “Siyah Pelerinli Adam”ı Melek Sineması’nda oynarken, salonun kenar lambrileri üzerinde bir fare gidip gelmeye başladı. Fare o sessizlikte tıkır tıkır ses çıkartmaya başlayınca, salonda birden ilgi oyundan fareye kaydı. Hazır cevaplığıyla ünlü, o anda şairi oynayan Selahaddin (Şimşek), karşısındaki şeytan rolündeki arkadaşa döndü, taşlanmış şeytan dedi, senin yaldızlı sözlerin, bana sunduğun para, makam, kadın ve şöhret adı altındaki kandırışların sonuç vermedi. Ancak bir fareyi kendine meftun edebildin. Bravo doğrusu! deyince, salondaki şaşkınlık yerini gülüşmeye bıraktı.”

 

“PARİS’İ GÖRMEYEN EŞEKTİR”

Beyaz Leke Tiyatrosu’nun oyunculardan Cavit Akova anlatıyor:  “Sene 1974, Adapazarı Melek Sineması’nda ‘Çürük Elma’yı oynuyoruz. Rahmetli babamla annem de en önde izliyorlar. Oyunun bir yerinde text gereği ben diyorum ki, Paris’i görmemiş adam eşektir, karşımda oynayan Selahaddin Abi soruyor, Baban Paris’i görmüş müydü? Ben hayır diyorum, o da, o zaman sen eşşeğlu eşeksin diyor. Bütün bunlar oyunun metni icabı. Babam anneme dönüyor daha fazla küfür yemeden gitsek iyi olacak hanım diyor. Ve çekip gidiyorlar.”

 

“BİR DEDİĞİ YANLIŞ ÇIKMAMIŞ HAZRETİ MUHAMMED’E İNANMAZLAR”

1990’ların başlarında, akşam saatlerinde bir gün, tam da Sümerbank önünden ayrılmak üzereyken öğrencilerinden Fahri Tuna sordu: Tutturmuşlar bir Bilimsel Sosyalizm diye. Bu konuya nasıl bakıyorsun abi? Selahaddin Şimşek, her zamanki hazırcevaplığı ve özdeyiş ustalığı ile cevap verdi: “Bu insanlar böyledir Fahri kardeş. Yüz dediğinden biri yanlış çıkmamış Hazreti Muhammed’e inanmazlar da yüz dediğinden biri doğru çıkmamış Marks’ın söylediklerine bilim derler. Çok yazık.”

 

“BİZE İNSAN MÜHENDİSİ LÂZIM”

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında, parti siyasetinden daha da uzaklaşan Selahaddin Şimşek, edebiyata ve sanata daha bir ağırlık vermişti. Çevresindeki gençleri yeteneklerine göre bir veya birkaç edebiyat türüne, sinemaya, tiyatroya yönlendiriyordu. Yenicami Asmaaltı’nda bir akşam, demli çayından bir yudum daha çeken Selahaddin Şimşek, öğrencilerinden Endüstri Mühendisi Fahri Tuna, Elektrik Mühendisi Sinan Meriç, İnşaat Mühendisi Osman Öztopaloğlu’nun da mühendisliğinden bahisle: Bize makine, inşaat, endüstri, elektrik mühendisinden çok insan mühendisi, toplum mühendisi lâzım arkadaşlar demiş ve eklemişti: Bir medeniyeti ayakta tutan, onu ileriye götürecek olan doktorlar mühendisler değil, yazarlar ve sanatçılardır. Bize yönetmenler, senaristler, deneme yazarları, romancılar, portre yazarları lâzım. 

 

YALOVA MÜZESİ’NDEKİ YAZIYI DEĞİŞTİRTİYOR

Kardeşlerinden Rahmi Sak anlatıyor: “Bir gün birlikte Yalova’dayız. Meşhur, binanın içinde ağaç olan Atatürk Müzesi’ni gezerken, Selahaddin Abi, görevliye duvardaki bir yazıyı göstererek, Bu bilgi yanlış, doğrusu şu dedi. Görevli, efendim, müzemizin müdürü yazdırttı cevabını verince, öyleyse bana müdürünü çağır dedi. Birkaç dakika sonra müzenin müdürü geldi. Selahaddin Abi, aynı uyarıyı ona da yaptı, bu bilgi öyle değil şöyle olacak, doğrusunu yazmalısınız diye. Müdür, bu bilgiyi bir kitaptan aldığını ama konuyu araştıracağını söyledi. Selahattin Abinin telefonunu aldı. Neyse biz döndük, bir hafta sonra müze müdüründen telefon geldi, Efendim, haklısınız, şimdi o bilgiyi düzeltip yenisini yazdırıyorum. Düzelttiğiniz için teşekkür ederim şeklinde. Selahattin Abi, güçlü hafızaya sahip, kılı kırk yaran, çok titiz, gördüğü yanlışı anında düzelten ve aynı zamanda her konuda çok bilgili, ansiklopedi gibi adamdı.” 

 

“TİYATRO GÖRSEL SANATTIR, GELİN SEYREDİN BEYEFENDİ”

1980 sonrasında birlikte Adapazarı’na birçok tiyatro oyununu getirdikleri Alaattin Kalay anlatıyor: “1985 yılıydı. Selahaddin Abi ile birlikte yine bir oyun getirmiştik. 12 Eylül Askeri Darbesinin getirdiği uygulama gereği, Emniyet Müdürlüğünden izin almamız gerekiyordu. Selahaddin Abi ile Emniyet’e gittik. İlgili Şube Müdürü ile görüştük. Müdür bize Oyunun senaryosunu görmem gerekiyor dedi. Selahaddin Abi, Senaryoyu niçin görmek istiyorsunuz? Dedi, Müdür, ‘sansür için’ diyemedi, yumuşatmak istedi; kültürüm, bilgim gelişsin diye cevap verince Selahaddin Abi, lâfı yapıştırdı: Tiyatro görsel bir sanattır beyefendi, okumakla öğrenilmez; buyurun gelin, seyredin!”    

 

1978 RAMAZANINDA ATATÜRK PARKI MEYDAN MUHAREBESİ

Ercan Güneş anlatıyor: “1977 Belediye Seçimlerinde Ünal Ozan, Adapazarı Belediye Başkanı seçilmişti. Atatürk Parkı’nda ucuz kahvaltı ve çay kahve poğaça hizmeti başlatmıştı. 1978 Ramazanına gelince, bu hizmeti Ramazanda da devam ettirdi. Selahaddin Abi, bu duruma çok öfkelendi. Belediyeye yarın öğle namazı sonrası Atatürk Parkı’na geliyor, başkanla bu konuyu görüşeceğim diye haber gönderdi, adeta meydan okudu. Biz MTTB’liydik. Yüzlerce kişi gidebilirdik. Abi, hiç olmazsa sekiz - on kişilik heyetle gidelim dedim. Hayır, yalnız başıma ve silahsız gideceğim dedi. Randevu saati geldi, Orhan Camii’nde öğleyi cemaatle kılıp Parka doğru ikimiz yola çıktık. O silahsızdı, ben Ofluyum, ne olur ne olmaz diye 14’lüyü belime koydum. Selahaddin Abinin yarın geliyorum haberi belediye cephesinde büyük infial uyandırmış. Anarşi dönemi, Türkiye’de her gün beş - altı kişinin katledildiği günler. Ünal Ozan gericiler Atatürk Parkı’nı basacak diyerek belediyenin bütün zabıtalarını etrafına toplamış. Emniyet müdürü, seken - yüz polisle bizi bekliyor. Mermiler tabancanın ağzına verilmiş. Gittik, biz iki kişiyiz, Ünal Ozan silahlı iki yüz kişi. Tam bir harp filmi sahnesi gibi. Yaklaştık. Selahaddin Abi, ilk önüne çıkan görevliye Ünal Başkan’la görüşmek istiyorum dedi. Görevli gitti, görüştü, geldi, Tamam, bekliyor dedi. Ünal Başkan sinirli ve gergin. Oturdular masaya. İki yüz kişilik silahlı adamlar, masamızın etrafını hemen sardı. Ünal Başkan, Ne istiyorsun? Dedi. Selahaddin Abi, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan vaz geçmeni şeklinde cevap verdi. Açık konuş, dedi Ünal Ozan. Selahaddin Abi de Burası Müslüman bir memleket. İnanırsın veya inanmazsın. Ona karışamam. Senin inandığını söylediğin demokrasi, halkın değerlerine saygıyı gerektirir. Yüzde 90’ı oruç tutan bir şehrin meydanında açıktan yiyecek içecek satmak, insan haklarına aykırı değil midir? Üstelik sen medrese mezunu Tahir Hoca’nın torunusun Ünal Bey. Yakışıyor mu bu yaptığın? Ünal Ozan yumuşadı, sakinleşti. Ne yapayım istiyorsun? Diye sordu yeniden? Bak Ünal Başkan. Benim dinim,‘leküm diniküm veliyedin’ buyuruyor. Yani ‘senin dini sana bizim dinimiz bize.’ Biz sana karışmayalım sen de bize. İnancımıza saygı ve hürmet istiyoruz. Ramazan boyunca Atatürk Parkı’nda yeme içmeyi kaldırırsan, biz de sana saygı ve hürmet gösteririz. Adapazarı da huzura kavuşur. Yoksa neler olacağını ben de tahmin edemem, sen de dedi Selahaddin Abi. Ünal Ozan bir iki dakika kadar düşündü. Tamam, söz, satışları iptal ediyorum, anlaştık, dedi. Sorun da çözüldü. Selahaddin Şimşek Abi, akıl, delil, usulet ve suhuletle Ünal Başkanı ikna etti. Sonraki yıllarda ne zaman Ünal Ozan ile karşılaşsak bize selam verdi hürmet etti, biz de ona aynısıyla mukabelede bulunduk.”

             

“BİZ BU KADAR KİTABI BOŞUNA MI OKUDUK?”

1992 yılı. Beyninde ur vardı ve ameliyat olmuştu. Gözünün biri neredeyse hiç, diğeri de yüzde 25 görüyordu. Adım adım ölüme yaklaşıyordu. (Hangimiz yaklaşmıyorduk ki?) Durumunu görüyor ve çok üzülüyorduk. O da üzüntümüzü görünce, bize söyleniyordu: Alan O, veren O. Bana ne oluyor, size ne oluyor? Biz bu kadar kitabı boşuna mı okuduk…

Öğrencilerinden Fahri Tuna’ya, son ziyaretinde, şöyle demişti: Neye üzülüyorum biliyor musun Fahri Kardeş? Senelerce binlerce oku, tam yazacak hâle gel, yazama. Kısmet işte.

---

Vefatının 29. Yıldönümünde büyük ustamızı rahmet özlem ve minnetle yad ediyoruz.

Ruhu şâd, mekânı Cennet olsun.

 ---

76bde735-5b0e-4f2a-9acd-38b902e1567b.jpgŞ. (Mehmed Selahaddin Şimşek)

Bu yazı toplam 574 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim