• İstanbul 20 °C
  • Ankara 13 °C

Sevba Abdula: Medeniyetin Düşüşü ve İki İslâm Şairi: Mehmed Âkif ve Fettah Efendi

Sevba Abdula: Medeniyetin Düşüşü ve İki İslâm Şairi: Mehmed Âkif ve Fettah Efendi

İslam medeniyeti 20.yüzyılın ilk yıllarında asırlarca kurumlaşmış ve dü­zen üretebilmiş yapı olan Osmanlı İmparatorluğu ile temsil edilmekteydi. Moğol ve Haçlı Seferlerinden sonra üçüncü büyük kriz ile karşı karşıya kalan İslam medeniyeti, bu büyük kriz karşısında iki-üç asırdır geliştirdiği direncin sonuna gelmişti. Kapitalistleşme, laikleşme, uluslaşma, ulus-devletleşme, sö­mürgecilik gibi dünya tarihinin agresif yepyeni süreçlerine karşı düşüşü yaşa­maktaydı. Yeni meydan okumaya ve krizi aşmaya yönelik yenilenme, moder­nleşme, batılılaşma, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi birçok tasavvur geliştirdiyse de daralmanın, iktidar ve sonunda bağımsızlık kaybının önüne geçememiştir. Bu doğrultuda medeniyetin düşüşü evresi olarak tanımladığım bu süreçte İslam coğrafyası birçok düşünür ve şair ortaya çıkartarak bu düşüşü engellemeye, ön almaya çalışmıştır. Saraybosna’dan Konya’ya, Şam’dan Kahi- re’ye, İstanbul’dan Üsküp’e kadar ulema, düşünürler, yeni entelektüel kesim bu sürecin aşılması için hem yazın hayatında yer almış hem de aksiyom adamı olarak bizzat topluma nüfus etmeye çalışmışlardır. İstanbul ve Rumeli’nin iki büyük şairi Mehmed Âkif ve Abdülfettah Rauf diğer adıyla Fettah Efendi bu sürece örnek teşkil etmektedirler. Medeniyetin düşüşünün tüm süreçlerinde mücadele etmiş, yaşamış ve sürecin olumsuzluklarını görmüş iki şair olarak vatan savunması, vatanın kaybedilişi, vatanın özlemi gibi durumlarla karşı karşıya kalmışladır. Bu çalışmada, Rumeli’de vatanın kaybedilişine karşı ko­yan, direnen sonunda vatanı kaybetmenin derin hüznünü yaşayan İslam şa­iri Fettah Efendi’nin Mehmed Âkif ile ilişkisi irdelenecektir. Öncelikle Fettah Efendi’nin hayatı, mücadelesi, şiiri üzerinde durulacaktır. Devamında sosyal, siyasal, düşünce çevreleri ve etkileşim ağları üzerinden bu iki İslam şairinin ortak noktaları tespit edilecek ayrıca Fettah Efendi’nin şiirlerinde ve yazıların­da Mehmed Âkif ile olan bağı ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.

Fettah Efendi (Abdülfettah Rauf): Hayatı, Eğitimi ve Mücadelesi

Abdülfettah Rauf Fetah İshak ve Fetah İshakoviç imzasını da kullanmış­tır. Fakat halk tarafından Fettah Efendi ismiyle hitap edilmiştir (Aruçi, 1995: 483-484). 19111 yılında Üsküpte dünyaya gelmiştir. Babası Üsküp’ün ileri ge­lenlerinden ve soyu İshak Bey ailesinden gelen Rauf Efendidir. Kendisi mani­faturacılık ile geçimini sağlarken annesi Refiye Hanım saygın kişiliği ile şehrin tanınan kadınlarından biridir. Emine Hanım ile evliliğinden Refize ve Mualla isminde ikisi kız çocuğu ve Tarık Rıdvan isminde de bir erkek çocukları olur. Fettah Efendinin ilköğrenimine dair net bilgiler bulunmamaktadır. Hangi il­köğretimde ve hangi dilde eğitim aldığı belli değildir. 1929-1934 yılları ara­sında Meddah Medresesinde[1] [2] eğitimini tamamlar. Ataullah Kurtiş Efendiden icazet alan altı kişiden (Hafız Şaban Efendi, Hafız Necati Efendi, Hafız Sadul- lah Efendi, Mehmet Efendi ve Selim Efendi) biri olur. 1938 yılında Attaullah Kurtiş Meddah Medresesindeki görevinden ayrılmak zorunda kalınca yerine en çok güvendiği ve yeteneğiyle ön plana çıkan Fettah Efendiyi getirir. Hoca­sından sonra Başmüderrislik görevini yerine layıkıyla getiren Fettah Efendi 1944 yılında Bekir Saddak, Kemal Aruçi gibi isimlerin olduğu bir grup öğren­ciye icazet verir (Aruçi, 1995: 483-484). Bekir Saddak hocası Fettah Efendi’yi şu şekilde tanımlar:

Seçkin bir zekâ, engin bir hayal, zengin bir konuşma kabiliyeti, sağ­lam bir mantık, isabetli bir muhakeme ve ansiklopedik bilgisiyle verdiği derslerde, yaptığı ilmi ve edebi sohbetlerde üzerine dikkati çekiyor, din­leyenleri tesiri altına alıyor ve bu vasıflar her mecliste kendisine üstün­lük sağlıyordu (Saddak, 1989: 27).

Attaullah Kurtiş liderliği, karizması ve büyük ilgi gören kişi olması hase­biyle toplumsal ve siyasal olaylardan uzak duran bir profil çizmemiştir. Din ve siyasetin birbirinden tam anlamıyla ayrılmadığı o tarihlerde ve çalkantılı siya­sal hayat, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında bu öncüleri toplumda faal kılmıştır. Örgütlenme ve İslam Birliği Teşkilatı içinde görev almalar Attaullah Kurtiş ve talebelerinin bir ekol, siyasal duruş ve tercih üretmelerine neden ol­muştur. Dünya Savaşı öncesi ve savaş boyunca girdikleri ilişkiler, geliştirdikle­ri tavırlar tam olarak açıklanmamıştır. Fakat Müslümanların çıkarına yönelik bir siyaset güttüklerini ifade etmek mümkündür. Türkleri ve Türklerin millî manevi değerlerini esas alan Yücel Teşkilatını aynı zamanda Arnavutları ve Arnavutların millî değerlerini öne çıkartan NDŞ (Nacional Demokratik Shqip- tar) teşkilatları ile irtibatta olduklarını ifade edebilir. Ataullah Efendi ve Fettah Efendi’nin temel çözüm önerileri hep İslam’ı esas alan ve ümmet bilincini or­taya koyan eylemler olmuştur.

Fettah Efendi’nin bu dönemde İslam Birliği Başkanlığındaki etkinliğini (toplantı tutanaklarının tutulmamasından ötürü) anlatacak herhangi bir belge yoktur. Fakat başkanlıkta kendisine yönelik ön yargılarının olduğu da açıktır. Attaullah Kurtiş’in öğrencisi olması onu belli dönemden sonra başkanlık faali­yetlerinden uzak tutulmasına ve tasfiye edilmesine neden olur. Bu tasviye veya

Soldan Sağa: Fettah Efendi, Ata Efendi (Ataullah Kurtiş), Rıza Efendi
uzaklaşmanın en önemli nedenlerinden biri tesettür ve ferace konusunda baş-
kanlık içerisinde büyük bir tartışmanın ortaya çıkması büyük rol oynamıştır.
İslam birliğindeki bazı ulema Müslüman kadınlarının peçeden kurtulmaları
için devletin yürüttüğü kampanyanın dine aykırı olmadığını ileri sürerek bu
kanunu destekliyorlardı. Fettah Efendi ve Meddah Medresesi çevresi bu an-
lamda bu görüşe muhalefet etmede önderlik yapmışlardır. Bu önderlik kısa bir
süre sonra yargılanmalarına götürecek olan yolda önemli bir mihenk taşı olur.
Baskılar ve soruşturmalar oluşturulmaya başlanır. Bu kanuna karşı gelenlerin
öncüsü olan Fettah Efendi ile ilgili siyasetçiler görüşmeler yaparlar. Eski Üsküp
çarşısında bu görüşmelerin birinde Sosyal İşler bakanı Necat Agoli ile Fettah
Efendi bir kahvehanede görüşürler. İlk başta toplantı sıcak bir atmosferde de-
vam etse de tesettür yasağı ile ilgili konu açılınca sert üslupla tartışma yaşanır
ve tesettürün bir dinî gereklilik olduğuna dair görüşünü net bir şekilde Fettah
Efendi dillendirir.[3] Bu tartışmanın birkaç ay sonrası tutuklamalar başlar. Fet-
tah Efendi ve arkadaşlarının yargılanmalarından birkaç gün sonra Üsküp’teki
Türk ve Arnavut azınlıklarının dinî temsilcileri, düzenledikleri konferansta
tesettüre karşı rezolusyonu kabul ederek devletin peçe ve feracenin yasaklan-
masıyla ilgili çıkartılacak yasanın yolunu açarlar (Kaya, 2008:131).

Tito Yugoslavyası ilk yıllarda özgürlük, hürriyet, kardeşlik söylemi ile si­yasal ve toplumsal hayatta olumlu bir hava oluşturmuştur. Fakat 1945-1947 yıllarını kapsayan bu dönem genel devletin tüm grupları tanıması ve istihbarat toplaması için zaman kazandığı yıllar olarak ifade edilebilir. Bu anlamda Müs­lüman azınlığa yönelik devlet iktidarı pey der pey kendisini göstermiştir. Dinî özgürlük, etnik örgütlenme özgürlükleri bir zamandan sonra resmî ideoloji için suç teşkil etmeye başlamıştır. Dinî önderlerin ve aydınların bastırılması, pasifize edilmesi bunun yanında resmî ideolojiye yakın yeni bir aydın ve dinî kadronun oluşturulmasına yönelik adımlar atılmıştır. Fettah Efendi devletin bu politikasının uygulanması için bilerek seçilmiş bir isimdir. Tesettür kanu­nuna karşı çıkması devletin beklediği ve arzuladığı bir durum olduğu da açık­tır.

Fettah Efendi ve arkadaşları olan Riya Celaddin, Menduh Kayım, Meh- med Sadık, Cemal Emin ve Hamdi İbrahim 7 Temmuz 1947 tarihinde tutuk­lanırlar. Yugoslavya devletinin kayıtlarına göre 1946 yılından itibaren Fettah Efendiye yönelik istihbarat toplanmaya başlanır ve yakın takip çerçevesinde bilgiler edinilir. 1 ay boyunca sorgulamalar devam eder. 25 Ağustos 1947 tari­hinde de iddianame hazırlanır. İddianameye göre İkinci Dünya Savaşı sırasın­da Nazi güçleri ile ilişkide olan çeteci Sül Otla ile ilişkilendirilir ve devlete karşı eylemde bulunmakla suçlanır, bunun yanında savaş zengini olmakla, Ataullah Kurtiş kahvehanesinde gizli toplantı yaparak yeni halk idaresine karşı propa­ganda yapmakla da suçlanırlar. 6 Eylül 1947 yılında mahkeme suçlandıkları suçları kabul ederek Fettah Efendi’yi 7 yıl, Riya Celaddin’i 1 yıl, Menduh Ka- yım’ı 3 yıl, Mehmet Sadık’ı 4 yıl, Cemal Emin’i 6 yıl ve Hamdi İbrahim’i de 6 yıl hapse mahkûm eder.

Yargılamalar halk açısından uydurma, asılsız ve iftiradan başka bir şey değildir. Fakat rejimin baskıları her geçen gün artarak devam ettiği için her­hangi bir tepkiye neden olmaz. Fettah Efendi’nin yargılamasından birkaç gün sonra Yücel Teşkilatı tutuklamaları ve yargılamaları başlar ve idam kararları gelir. Fettah Efendi isnat edilen hiçbir suça kanıt gösterilemez. Tam aksine Sül Otla’nı silahlı arkadaşlarına 1944 yılında Fettah Efendi Eski Üsküp çarşısının yakınlarında karşı çıktığını o dönemin halkı iyi hatırlar (Kaya, 2008: 131).

1954[4] yılına dek hapishanede kalan Fettah Efendi, ilk yıllarında tecrit edilir, 1949 yılının Eylül ayından 1950 yılının sonlarına dek Bosna’ya (Doboy kasabasına) taş kırmaya gönderilir. 1954 yılından sonra her ne kadar serbest kalsa da hiçbir camide vaaz veremez ve halka hitabet edemez. 1963 yılına dek Makedonya Devlet Arşivinde çalışır. Bu göreve gelmesinde Kültür, Eğitim ve Bilim Bakanı olan Metodiye Sokolovski’nin etkisi büyüktür. Fakat bu etkinin o kadar da büyük anlamı yoktur. Çünkü Fettah Efendi Makedonya’da bulunan Osmanlı dönemine ait belgeleri ve yayınları tasnif edecek ve Makedoncaya çe­virerek yayınlayacak en donanımlı kişilerden biridir. Arşivde taşradaki cami, tekke, mescit ve bazı eski ailelerde bulunan tarihî belgeleri toplamak tanzim edip listelerini yapmanın yanında ilk yıllarda manastır kadılığı sicillerinin Ma- kedoncaya çevirisi üzerinde yoğun çalışır. Arşivde Makedon Milletinin Tarihi­ne Değin Türk Belgeleri adlı çalışmada Metodija Sokolovksi ile birlikte çalışır ve bu yayına büyük katkı sunar. Üsküp’teki Rifai Tekkesi çalışmasında Vanço Boşkov ile hazırladı. Bir diğer çalışması da XVI. Yüzyıldan Üsküp ile ilgili bir vakıfname’yi Makedoncaya çevirmesidir (Saddak, 1989: 27).

Fettah Efendi’yi diğer öncülerden farklı kılan hiç kuşkusuz şairliğidir. Son dönem Balkanlar Osmanlı’sının en önemli şairlerinden olduğu rahatlıkla söy­lenebilir. Şiirlerini Osmanlı Türkçesiyle yazmıştır. Hatifi mahlasını kullanan Fettah Efendi hem hece hem de aruz veznini şiirlerinde kullanmıştır. Fahri Kaya’ya göre şiirlerinde uyum ve müzik vardır, dizelerdeki duraklara, ahenge büyük önem verir, kafiyeye yer verir ve divan edebiyatının nazım şekillerini kullanan bir şairdir. Şiirlerinin büyük çoğunluğu kendi öğrencilerinde veya yakın dostlarında (Kemal Aruçi, Bekir Saddak, Muhammed Aruçi, Cavit Sa­raç) olduğundan bugüne dek birleştirilip kitap haline dönüştürülememiştir. Önemli bir kısmını hapishane yıllarında başına sorun getirecek endişesiyle arkadaşlarına yaktırmışsa da Suat Engüllü tarafından yaklaşık üç yüz bin ka­dar dizeye sahip olduğu söylenmektedir. İlk şiiri Sadâ-yı Millet gazetesinde 1925 yılında yayınlanmış daha sonra 1958-1959 yıllarında El Hilal gazetesin­de ve son dönemde şiirleri ise Köprü dergisinde ve Türkiye Dışındaki Türk

Edebiyatları Antoloji’sinde yayımlanmıştır. (Kaya, 2008: 137). 2016’da kurulan Fettah Efendi Derneği şiirlerinin toplanması ve yayımlanması için uğraş ver­miş ve şiir defterlerinin büyük kısmına ulaşmıştır. 2021 yılının Eylül ayından itibaren şiirleri peyderpey yayımlamaya başlayacaktır. Şiirlerinin 2021 yılına kadar toplu bir şekilde yayımlanmamış olması Fettah Efendi’nin düşünce dün­yası, şiirlerinin yapısı, konuları ile ilgili çalışmaları büyük ölçüde engellemiştir. Son dönemde Suat Engüllü, Fahri Kaya, Süleyman Baki, Ertuğrul Karakuş gibi isimler belli başlı şiirleri üzerinden Fettah Efendi’yi incelemişlerdir.

Fettah Efendi siyasal ve toplumsal değişimlerin odağında hayat sürmüş­tür. Tüm bu değişimler kendisinde büyük izlere neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan çekilişi Müslümanlar açısından büyük bir travma yaratmış, doğdukları toprakları terk etmeyi göze alamayanlar büyük bir de­ğişime direnerek fakat gün ve gün yaşayarak ızdırap çekmişlerdir. Bu ızdırabı herkes adına en iyi şekilde öncü kişilerin yaşadığı da açıktır. Fettah Efendi bu çalkantılı dönemin ızdırabını ve bedelini bir fikir işçisi olarak şiire dökmüş ve direnmeyi şiirleri üzerinden yapmaya çalışmıştır. Fettah Efendi’nin yayımlan­mış şiirleri üzerinden çalışma yapanlara göre şiirlerini; dinî şiirler, toplum­sal şiirler ve millî-tarihî şiirler olarak sınıflandırmak mümkündür. (Engüllü, 2016).

“Medeniyetin Düşüşü”: Mehmed Âkif ve Fettah Efendi

XX. yüzyıl İslam şairlerinin en temel özelliklerinden biri kuşkusuz “me­deniyetin düşüşü” gerçekliğiyle yoğun bir şekilde karşı karşıya kalmalarıdır. Dünya tarihini 1000 yıllık gibi süreçte doğrudan etkileyen ve dönüştüren bir medeniyet, XIX. yüzyılda Avrupa medeniyetinin yükselişiyle de irtibatlı siyasi, ekonomik, kültürel çıkmazlarla karşı karşıya kalmış, çözülme tehtidiyle uzun süre mücadele etmiş ve sonunda da temel bazı bağımsızlıklarını kaybetmiş­tir. Bu süreç İslam coğrafyasının farklı bölgelerindeki birçok düşünürü, şairi derinden etkileyerek medeniyetin düşüşüne karşı koyuşu ana konulardan bi­rine getirmiştir. Bu düşüşe karşı koyuş İslam vatanının savunmasını gündeme getirdiği gibi düşüşün engellenememesi sonucundan vatanın kaybedilişini ve vatan özlemini merkez konulara dönüştürmüştür. Mehmed Âkif ve Balkanla­rın dikkat çeken şairi Fettah Efendi bu durumu belki de en iyi simgeleyen iki şair ve düşünürdür.

Fettah Efendi ve Mehmed Âkif’i bu çerçevede buluşturan birçok etken varlığından bahsetmek mümkündür. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başla­rında Osmanlı İmparatorluğunu modernleşme süreci içerisinde ortaya çıkan düşünce akımları ve çevreleri kayda değerdir. İslamcılık ve Fatih Medresesi çevresi Fettah Efendi ve Mehmed Âkif arasındaki ortak paydayı oluşturmada önemlidir. Fettah Efendi ve Mehmed Âkif arasındaki yaş ve dönem farkını göz önünde tuttuğumuzda bu paydayı oluşturanın en önemli etkenlerden biri kuşkusuz Meddah Medresesini yeniden ihya eden Üsküp’ün ünlü hocası Ata- ullah Kurtiş’tir. İstanbul Fatih çevresinde etkili olan, Fatih Medresesi mezunu, İskilipli Atıf, Küçük Hamdi, Miralay Sadık, Mustafa Sabri ve Hamdi Paşa gibi değerli dostları olan Ataullah Kurtiş, Fettah Efendi’nin hocalığını uzun dönem boyunca yapan, Fettah Efendi’yi en iyi öğrencisi olarak gören ve 1936 yılın­da da Meddah Medresesini ona emanet eden şahsiyettir. Meddah Medresesi ve Fatih Medresesi müfredatlarının birbirleriyle neredeyse örtüştüğünü ekle­yince temel meselelerde ortak bir yaklaşım geliştirdikleri belirtilebilir. Fettah Efendi bu bağlamda Ataullah Kurtiş ve İstanbul Fatih çevresinin İslam coğraf­yası, din, vatan, millet, siyaset gibi konulardaki düşüncelerinden etkilendiğini ve şekillendiğini ifade etmek mümkündür. Mehmed Âkif kuşkusuz İstanbul İslamcı çevrenin hitabeti, şiirleriyle öne çıkan isimlerinden biri olması Üs- küp’teki 1920-1946 arasında oluşan çevreyi etkilediğini Fettah Efendi’nin şiir dilinde ve Mehmed Âkif ile ilgili şiirlerinden kolaylıkla görebiliyoruz. İslam medeniyetinin ihtişamı, İslam coğrafyası, ubudiyet, iman, dinî günler özellikle vatan teması bu etkileşimin ana temalarını oluşturmaktadır.

Fettah Efendi ve Mehmed Âkif’in yaşadığı dönemdeki siyasal çerçeve ile etkileşim kendilerini, düşüncelerini, şiirlerini etkilemiş bazı ortak izlekler oluşturmuştur. Mehmed Âkif ilk dönemde yoğun bir şekilde “vatanın savu­nulması” sürecinin aktörlerinden biriydi. Yeni kurulacak devlet ve millet inşa sürecinin öncü düşünürlerindendi. Hayatı boyunca karşı karşıya kaldığı me­deniyetin düşüşü sürecinde siyasal rejimlerle mesafeli olduğunu Cumhuriyet Dönemi’nde ise Mısır’a iltica etmek zorunda kaldığı ortadadır. Fettah Efendi ise “vatanın kaybedilişi” ile kaşı karşıya kalmış, Müslümanların siyasi, ilmi, kültürel azınlığa düştüğü bir dönemin Müslüman öncüsüydü. Düşüncesi ve eyleminde temel meselesi yeni durumda Müslümanların konumu, hakla­rı, göçe karşı gelme ile kaybedilen vatanın acısı vardı. Bu bağlamda kendisi ve çevresi yeni kurulan devlette azınlık olarak kalan Müslümanların siyaset, toplum, dine dair düşüncelerinin ve pratiklerinin ne olması gerektiğini geç­miş ile irtibatlandırarak şiir üzerinden dile getirmekteydi. Bu anlamda her iki şairde modern devletin inşası, modernleşme, ideolojiler, rejimlerle karşı kar­şıya kalmış mücadele etmiş, çözümler üretmiş ve sonunda da özgürlüklerini kaybetme noktasına gelmişlerdir. Fettah Efendi ve arkadaşları Sosyalist Yugos­lavya’nın kurulmasıyla beraber yargılanarak hapse gönderilmiş, hapishaneden çıktıktan sonra ise 1963 yılına dek devletin gözetimi altında herhangi bir dinî faaliyet yapmasına izin verilmemiştir (Kaya, 2008).

Fettah Efendi ve Mehmed Âkif kuşkusuz dinî, içtimaî, siyasi vs. konu­lardaki görüşlerini ifade etme mecrası olarak şiiri tercih etmişlerdir. Aldık­ları güçlü eğitim, keskin zeka ve ilmî derinlikleri, sosyal ve ilmî çevrelerinin katkıları, ruhlarında barındırdıkları büyük meseleler sanatçı vasfına da kolay­lıkla sahip olmuşlardır. Bu çerçeve kendilerini XX. yüzyılda İslam coğrafya­sının büyük şair ve sanatçıları olarak ifade etmemizi sağlamaktadır. Mehmed Âkif’in külliyatı ve çalışmaları bu bağlamda büyük bir derinlik kazanmış ve konumu her geçen gün pekişmiştir Fettah Efendi ise Sosyalist rejimin etkisi, Osmanlı Türkçesi ile şiirlerini kaleme alması (yeni dönemde yeni aydınlar ve rejimler tarafından bu yazı dili dışlanmıştır), yazdığı şiirlerinin 60 yıldır yayın- lanamaması gibi nedenlerden ötürü Balkan ve İslam coğrafyasından yeterince tanınmamıştır. Fettah Efendi küçük yaşta yayınladığı şiirlerine vefat ettiğinde 1000’lerce şiiri eklenmiş ve muazzam bir külliyata sahip olmuştur. Şiirlerinde zorlu hayatının izdüşümlerini, ümitsizliğini, vatanını kaybetmenin hüznünü, geçmişin ihtişamını, yalnızlığını, içtimai konulardaki hassasiyetini, İslam üm­metini, İslam’a karşı rejimlere muhalifliğini, ruhundaki derinlikleri ve yaraları, İslam’a olan imanını, Balkan topraklarının vatan olma fikrini yoğun bir şekilde görmekteyiz.

İstiyordum ki cânımdan kopacak cân kalsın

Toprağında damarımdan azacak kan kalsın

İstiyordum bu vatanda benim ağzımdan da

Doğacak neslime bir nefha-i îmân kalsın

İstiyordum bu ufuklarda da îmânımdan

Şânlı târîhime bir fıkra-i vicdân kalsın

Nâm u şânıyla bütün dîn ü kemâlâtıyla

Neslime kim bakacak olsa da hayrân kalsın

Kalemim kalbime batsın da hamâset yazsın

Dedemin gözleri ahfâda nigehbân kalsın

Kim bilirdi bu vatandaki vatandaş kalmaz

Kim umardı bu vatan böylece vîrân kalsın (1959 yılında kaleme aldığı “Yine Vatan İçin” şiirinden).

Gazel olarak kaleme aldığı şiirinden bir parça:

Nikâb-ı hüsnünü kaldır, cemâlullâhı ansınlar

Melek yoktur diyen âvâre münkirler inansınlar

Sehâb-ı zülfünü ref’ et görünsün mihr-i ruhsârın

Güzeller bir dahi mir’âta bakmaktan utansınlar

Açılsın çeşm-i seyrânlar kesilsin dest-i hayrânlar

Dirilmiş merkadinden Yûsuf-ı Ken’ân’ı sansınlar

Gelip görsün seni cânâ! Zavallı bülbül-i şeydâ

Hisal-i verde dâ’ir nağme-zenlikten usansınlar

Vatanın kaybedilişini ümitsiz bir şekilde tasvir ettiği “Gürleyen Dert” adlı şiirinden:

Kalbimde bir üzüntü var ki bir türlü gitmez

Yıkılmış bucağımda horoz ötmez ot bitmez

Nasıl bir neş’e bulsam bu derdli hayâtımda

Ümîdim hiç kalmadı kimse tesellî etmez

Sönüp gitmiş ocağım artık tütmez olmuştur

Solup bitmiş bâğımda çimen bitmez olmuştur

Baykuş sesiyle ufku çınlayan vatanımda

Bahâr olmaz gül açmaz bülbül ötmez olmuştur.

Fettah Efendi’yi ve diğer öncü isimleri derinden etkileyen bir başka konu­da göç konusu olmuştur. 1955-1956 yıllarında yoğun bir şekilde Makedonya, Kosova bölgelerinde yaşanacak olan göç bu değerli şahsiyetler üzerinde büyük yaralar açar. Göçün engellenmesi ve vatana sahip çıkıp bu topraklarda müca­dele edilmesi gerektiğini ifade eden Fettah Efendi ve arkadaşları daha da ileri­ye gidip göçün caiz olmadığına dair fetvalarda vermişlerdir. Osmanlı sonrası dönemde modern hayatın içselleştirmeye çalışıldığı ve bunun en büyük yansı­masının şehirlerde olduğu bu yıllarda Fettah Efendi de bu durum her ne kadar büyük bir ıstıraba ve yabancılaşmaya neden olmuşsa da vatanı terk etmeyi asla düşünmemiş burada kalıp mücadele etmeyi hep öncelemiştir. Bu anlamda o günlerde Vatan İçin adlı şiiri kağıda dökülmüştür.

Beni bir zulm-i müselleh koğuyor yurdumdan

Buna karşı komağa güç bana yok yandım ben

Bakarım ufkuna kan rengine girmiş güneş

Sanki bir memleketin göklere çıkmış ateşi

Varsa da sanki verem çehresi bağlar mehtap

Hep yıkılmış ne mezar kaldı ne minber ne mihrab

Sürülür öz vatanından sürünür yurttaşlar

Meskenetle aşağı doğru eğilmiş başlar

Sanki gözyaşları halinde dökülmüş ciğeri

Kanlı yaşlarla selamlar gidiyorken bu yeri

Neye gitsün ana yurdu ata yurduydu bu yer

Gitmiyorlar onu tard etmededir mücrimler

Kim ya Rab kalacak bunca büyük şanlı yatan

Kime ısmarlayayım ben seni ey yaslı vatan!” (Vatan İçin şiirinden)

Mehmed Âkif ile Fettah Efendi bir diğer ortak noktası belli bir dönem boyunca aksiyom adamları olmalarıdır. Müslümanlara, topluma, dinî alana ait sorunlarda müdahil olma, ön alma, mücadele etme temel ayırt edici özellik­leri olarak dikkat çekicidir. Mehmed Âkif muhakkak İstiklâl mücadelesinde gösterdiği azım Fettah Efendi’nin çok üzerindedir fakat Fettah Efendi hocası

Ataullah Kurtiş ve arkadaşlarıyla özellikle II. Dünya Savaşı döneminde Müslü­manların konumları konusunda aktif bir siyasi, sosyal mücadele yürütmüştür. Her ne kadar tüm yönlerinin ortaya çıkması için birçok araştırmaya ihtiyaç duyulsa da Sofya, Tirana seyahatleri ve görüşmeleri, Yücel Teşkilatı ve Arna­vutların NDŞ (Nacional Demokratik Shqiptar) örgütlenmeleriyle ilişkileri Fet- tah Efendi ve arkadaşlarının aktif rollerine örnek verilebilir. Bununla beraber I. Yugoslavya döneminde Üsküp’te rejim yanlısı dinî kadronun oluşması için kurulan Aleksandar Medresesine karşı Meddah Medresesinin kurulması, faa­liyet göstermesi ve 20 yıl boyunca Balkan Müslümanlarına temsil edecek ni­telikli bir dinî kadronun oluşturulması adına verilen mücadele de son derece kayda değerdir.

Ataullah Kurtiş ve Fettah Efendi önderliğinde Meddah Medresesi çev­resi gelenekçiler olarak öne çıktıklarını ve bu isimlendirmeyle karşı karşıya kaldıklarını ifade etmek mümkündür. 1938 yılında Üsküp’te yeniden açılacak İsa Bey[5] (Omerov, 2016: 21) Medresesi çevresi, Meddah Medresesinin çağdaş dünyayı ve yenilenme düşüncesini yeterince barındırmadığı gerekçesiyle or­taya çıktığını ifade eder. İstanbul Fatih çevresinin Ataullah Kurtiş’te bıraktığı etki Meddah Medresesine aktarılarak gelenekçi çizginin kabul edilmesi do­ğal olarak sağlamıştır fakat zamanla özellikle Fettah Efendi’nin ve Bekir Sad- dak, Kemal Aruçi gibi yetiştirdiği kendi talebelerinin geleneği reddetmeden yenilenmeyi de esas aldıklarını rejimlerle, devletle olan ilişkilerinde, devlete ait kurumlarda yer almalarında, giyim kuşamlarında, yaşantılarında ve ortaya koydukları eserlerde rahatlıkla görülebilir. Bu çerçevede Mehmed Âkif’in İs­lam düşüncesinde yenilenme fikirlerinden zamanla etkilendiklerini belirtmek mümkündür.

Fettah Efendi ve Mehmed Âkif medeniyetin düşüşüne karşı koymayı, di­renmeyi, devlet-millet-toplum üçgeninde XIX. yüzyıldan itibaren üretilen İs­lamcılık düşüncesi üzerinden gerçekleştirmeyi arzulamışlardır. Şair, düşünür kimlikleri yanında aktif bir aksiyon adamı olarak Müslüman entelektüel, ilim adamı profilinin örnekleri olmuşlardı. Özellikle Fettah Efendi Âkif’in müca­delesi, şiiri, düşünce dünyasından yoğunlukla etkilendiğini belirtmek müm­kündür. Her ikisinin yaşam hikâyesi yakından incelendiğinde mücadele, şiir, hapis-iltica, rejim ile mesafe görülmektedir. Şiirlerinde ise yoğun vatan teması, İslam coğrafyası ve yaşamın son yıllarında kendi iç dünyalarına yönelik yaz­dıkları tespit edilebilir.

Fettah Efendi: “Üstadım Mehmed Âkif”

2023 yılına kadar binin üzerinde şiir Yine Vatan İçin, Vatan ve İçtimai Şi­irler, Mecmua-i Eşar, Hüsn-i ve Tabii Parçalar, Mersiyeler, Garami Parçalar gibi başlıklarla yayımlanması planlanmaktadır. Yayınlanmamış tüm bu eserlerde dikkat çeken hususlardan bir tanesi Fettah Eefendi’nin İstanbul çevresini ve İslam coğrafyasını dikkatlice takip ettiğidir. İstanbul, Mısır, Cezayir, Filistin, Kosova, Arnavutluk gibi bölgeler için şiirler yazan, dertlenen bir şair kimliği çizer. Aynı şekilde Mustafa Sabri Efendi, Elmalı Küçük Hamdi Efendi, Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal, Afgani, Ali Ulvi Kurucu’ya ait şiirleri de dikkat çekmektedir. Tüm bu çerçeveyi taçlandıran ise Mehmed Âkif’e olan muhab­betidir. Mehmed Âkif’e üstadım olarak hitap eden, Safahat ile ilişkisini açıkça beyan eden, vefatı dolayısıyla da hüzünlenerek hemen dizelere sarılan bir Fet- tah Efendi karşımızda durmaktadır: 13 Ocak 1937’de 27 yaşında kaleme aldığı Mehmed Âkif Bey Öldü şiirinden bazı dizeler:

Bir şair-i mülhem idi Âkif, o büyük zât

Âkif gibi üstâd-ı beyân geldi mi, heyhât

Âdâb edebiyyât ile zıd addedilirken

Feyzinle bunun zıddını sen eyledin ispât

***

Şi‘r ile şuuru o barıştırdı yegâne

Âkif, o yüce şair-i kahir, o büyük zât

Bir menkıbe-i fahr u rehâ fikr ü hayâtın

Bir âbide-i şi‘rü şehâmet Safahât’ın

Ümitlere rûh, rûhlara ümit veriyordu

Coşkun kaleminden taşan ulvî nefehâtın

Hassâs yüreğin âlem-i İslâm’a mekarrdı

Bir cevhere-i rüşd ü edepti kelimâtın

Âkif, seni takdîs edemez kavl u kalemler

Timsâl-ı ilâhîsi idin azm ü sebâtın

Bîçârelerin derdine dermânını yazdın

Nûrun ile esrârını yırttın zülûmâtın

Şi‘rin elimizde, dilimizde, dilimizde

Ey şair-i mâhir!, Nerede şanlı hayatın

Ey neyyir-i lâmi‘! Batıverdin mi nihâyet

Lâkin ebedî sönmeyecektir leme‘âtın

***

Bir defter-i îmân ve meâlî Safahat’ın;

Allah’ına ibrâz ediver, elde berâtın

Ey hârikalar mübdi’-i zî-kudreti şair

Dilbeste-i şi‘rin oluyor cümle meşair

Şi’rinle senin gûş u lisânlar mütezeyyin

Feyzinle zuhûr eyledi en şanlı mezâhir

Tasvîr-i menâzırda ne câzipti beyânın

Öldün, ebedî şimdi yetim kaldı menâzir

Fettah Efendi’nin yakın dostu ve öğrencisi Kemal Aruçi’de bulunan ve oğlu Muhammed Aruçi tarafından neşredilen Mehmed Âkif ile makale mev- zuyu aydınlatma açısından merkezi rol oynar. 1989 yılında El Hilal dergisin­de “Büyük İslam Şairi Mehmed Âkif” başlığıyla neşredilen makale son derece dikkat çekicidir ve Fettah Efendi ile Mehmet Âkif’in ilişkisini en yalın şekliyle ortaya koyan metindir:

“Mehmed Âkif Bey’i pür-siteşkâr bir hürmetle pâyânsız sevdim. O’nun i’câzkâr kaleminden doğan derin ve ulvî duyguları, acı ve fecî’ kaygıla­rı, rengîn ve zengin tabloları, canlı ve heyecanlı tasvirleri, elemli ve ci- ğersöz derd-u mâlemleri, hepsini, hepsini, fakirden zengine, ferdlerden ma‘şerlere, erkeklerden kadınlara, büyüklerden küçüklere, mes‘ûdlar- dan bedbahtlara kadar tatlı ve acı, gülünç ve ağlatıcı her şiirini seve- seve, doya-doya okudum.

Her ne zaman ağlamak istersen, âlâm-ı İslâmın müessir eninlerinden solgun dudaklarından Âkif’in, büyük şairin, bir şiirini okuyarak ağ­larım. Her ne zaman âlem-i İslâmın her köşesini lebrîz eden, açılmaz karanlıkların ye’s-i engîz manzaralarından mütellim olarak kalbi­me kuvvet, kuvvetime rûh, rûhuma ümit, ümidime beyân, beyânıma belâgat arasam; Büyük İslâm Şairi’nin bir sânihasını terennüm ederek emekyâb olurum...

Safahatı açıyorum. Amân Yâ Rabbi! Safahat, o bir şiir mahşeri. Sa- fahât, o bir kâinât aynası; o bir kitabe-i hayat. Âkif Bey yalnız bir şair değildir. O’nun asıl mezâlyây-ı fitriyesini, fikrî değerlerini inkilâpçı azm ü irfânında, tabii ve külfetsiz terânelerinde aramalıdır. Âkif Bey hayâ- lat-ı vâhiyyeden, emâni-i şehevvaniyyeden, mübâlegât-ı Acemiyyeden ilhâm alan şiiri kurtarmış bir halâskâr-ı Edeb ve âhî-yi Kahramandır.

Denilebilir ki, Âkif Bey yalnız kendi kalemiyle eski, yalancı şiir ve hayâl dünyası ile yeni yaban ve şehvet nazmını mağlup ederek, yepyeni şiir ve edeb çığırları açmış en büyük bir Fâtih’tir. Şuuru ile yaşamak isteyen­lere şiiri sevdiren, şiire menyâl ve meftûn olanları şuura davet eden bir Muslih- i Muvaffak’tır. Hilkatı sever, ahlâkı daha çok sever, Hallâk’ı ise daha içinden sever mütefekkir bir şair ve irfanlı bir nâzımdır.

Hilkatı ahlâka, ahlâkı Hallâk’a bağlar; fıtrat kevhalarını süzerken Fâtir’ını hiç unutmaz. Mütedeyyindir, mütefekkirdir, vekûrdur, halk- tur, hassastır, belîğdir.. Her beyti bir sehl-i mümteni’dir. Hâme- i iktidâ- rında en serkeş vezinler, en anûd ve anî kafiyeler, bir mel’abe- i edebiye halinde râm ve munlaad olur. Âkif’e en doğru sıfat, zaten fecr-i edebî­sinin daha unfuvân- ı infilâkinde verilen, “Büyük İslâm Şairliğidir”.

En haklı unvan dahi, yalnız “Büyük İslâm Şairi” demek değil, “En Bü­yük İslâm Şairi” demektir. Çünkü, Âkif Bey İslâmiyeti derin kalbin­den sevmiş ve ancak onun elemi ile müteellim, surûru ile mütebehhic olmuştur. Yine, Âkif Bey Türk milletinin ve İslâm âleminin içtimâî, siyasî, dinî, ahlâkî her levhasını, her nevhasını, bi-hakkın haykırmaya zafer-yâb olan şairdir. Büyüğü değil, en büyüğüdür... Şiirini içtimâîleş- tiren, ahlâkîleştiren ÂkifBey’dir. Sihri şiir, şiiri fikir, fikri de imân yapan O’dur; O’nun sehhâr kalemi ve mâhir karîhasıdır.

Asırlardan beri Osmanlı Edebiyatı’nın nâsiye- i lâ-kaydine şiir nâmıyla yazılan kara yazıları Âkif Bey’in nezih kalemi silmiş, hakkı hak bilmiş, vehim ve hayâl yerine hakikat, unf ve şiddet yerine rahim ve rikkat, şirk ve şehvet yerine ahlâk ve şeriat; acayib medihlere bedel millî ve İslâmî teşvik ve irşâd, hiciv ve rezalet makamında hakîmâne intikad, ye’s ve teselli yerine ümit verici azm- u imân teraneleri düzmüş, şehnâmeleri yazmış biricik şairdir. O’nun Safahat’ı hem müstakil bir şiir dünyası hem birfikir mecmuası hem de bir belâgat- ı mûcize defteridir. Âkif ise, bu kâinat kitabının en belîğ kâtibi, bu değerli şiirin yegâne şairi, bu ulvî fikirlerin irfanlı mütefekkiridir. Bana kalırsa Âkif, Safahat’ı yazmış; Sa­fahat, Mehmed ÂkifBey’in nâmını İslâm hafızasına kazmıştır. Âkif Bey denilince Safahat; Safahat anılınca “Büyük İslâm Şairi” anlaşılır. Vasıf ve ta’lıka hâcet yoktur. ÂkifBey öldü, Safahat ölmeyecek. Büyük İslâm şairi dünyamızdan çekildi, büyük şiiri ise ebedîdir.” (Rauf, 1989: 14).

7 Şubat 1956’da ise hapishaneden çıkmış ve şiiri de kendisi de olgunlaşmış bir Fettah Efendi olarak tekrar Mehmed Âkif ile ilgili şiir kaleme alır ve başlı­ğını “Büyük Şair Mehmed Âkif” olarak belirler.

Âkif denilince koca bir heykel-i irfân

Bir âbide, gûyâ ki oyulmuş kayalardan

Kalbinde kudurmuş gibi volkan

Rûhunda köpürmüş gibi tûfân.

Her nâlesi bir sâikadır arş-ı Hudâ’ya;

Her âhı birer bârikadır arz u semâya.

Seller gibi sahrâlara, dünyâlara erzân;

Volkan gibi bir âteş-i sûzân u fürûzan.

Eyler koca bir âbide-i şi‘r ü şehâmet;

Bir ümmete bir rehber-i irfân u hamâset.

Heycân veriyor kalbe o üslûb-i selîsin;

Rûhlarda kasırga yapıyor şi‘r-i nefîsin.

Mûnisti bütün hislere, mâtemlere mûnis;

Bir ma‘kes-i rennân idi uslûb-i enîsin.

Taht-ı edebin yüksek idi şâhikalardan;

İlhâmına fer almış idin bârikalardan.

Kalbinse âteşlenmiş idi sâikalardan;

Tab‘ın yaratmıştı bütün hârikalardan.

Hep fecr-i bahâr, ebr-i sehâr, kavs-i kuzahlar;

Elvânını sundu sana ey hâme-i sehhâr.

Sen hilkati hilkat gibi tasvîr ediyordun;

Yetmez mi idi sanki ya o hilkat-ı cebbâr?

Sen hâme-i tasvîrini mehtâba batırdın;

Nûrlarla yazıp fıtratı şi’rinde yatırdın.

Her mâteme, her nâleye şehbâlini gerdin;

Âlemleri sen meşher-i eş‘ârına serdin.

Ma‘sûmların elhânının şi‘rinde duyurdun;

Sen ağladın, efgânını dünyâya duyurdun.

Mazlûmlara dil okdu o feryâd-ı mehîbin;

Rûhlarda bütün çağladı sen her ne buyurdun.

Sonuç

Mehmed Âkif ve Fettah Efendi medeniyetin düşüşü gerçekliğiyle yüz yüze kalmış şairler ve düşünürler olarak dönemin ortak sorunlarıyla yüzleşmişler- dir. Aksiyom adamları olmakla beraber kendilerini ifade etme biçimi olarak şiiri seçmişlerdir. Çağın güçlü ve dikkat çekici sanatkârları olarak İslam şairliği sıfatını hakketmişlerdir. Özellikle vatanın savunması ve vatanın kaybedilişini tasvir sürecinde bölgenin zirve isimleri olarak öne çıkmışlardır. Mehmed Âkif ve Fettah Efendi’yi birbirine bağlayan düğüm İstanbul Fatih çevresi, İslamcılık düşüncesi ve hocası Ataullah Kurtiş olarak öne çıkmaktadır. Şiirlerinin yapı­sı ve şiirlerindeki Mehmed Âkif vurgusu, saygısı ve sevgisi Fettah Efendi’nin düşünce dünyasına dair resme ayna tutmaktadır. Fettah Efendi’nin şiirlerinin yayınlanmasıyla beraber bu ilişkinin derinliği daha sağlıklı değerlendirilecek­tir. Aynı şekilde bu ilişkinin varlığı ve derinliği Mehmed Âkif ve İslamcılık düşüncesinin yakın coğrafyaya ne şekillerde tezahür ettiğine dair de önemli ipuçları barındıracağı açıktır.

KAYNAKÇA

Aruçi, M. (1995). Fettah Efendi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.12, s.483-484.

Baki, S. (2011). Üsküplü Şair Fettah Efendi’nin Şiirlerinde Mehmet Âkif’in Vefatı, İZÜ Uluslararası Meh­met Âkif Ersoy Millî Birlik ve Bütünlük Sempozyumu, 2011.

Engüllü, S. (2016). Abdül Fettah Rauf, Erişim:12.12.2016 http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisi- id=3780

Engüllü, S. (1994). Anamadıklarımızdan: Abdül Fettah Rauf Efendi. Yedi İklim, VIII/65-66, s.7

Güler, R. & Çelik, M. & Gürel Z. (2016). Yugoslavya Vatandaşı Fettah Rauf’un Şiirlerinde Türkiyeli Üç Şair: Mehmed Âkif-Yahya Kemal-Necip Fazıl. 11. International Scientific Conferance Konowledge in Practice, Bulgaria

Karakuş, E. (2014). Bir Neo Klasik Balkan Şairinin Vatan Ağıdı: Abdülfettah Rauf’un şiirinde Üsküp ve Makedonya I. Hikmet Dergisi, S.23, 2014

Karakuş, E. (2014). Bir Neo Klasik Balkan Şairinin Vatan Ağıdı: Abdülfettah Rauf’un şiirinde Üsküp ve Makedonya II, Hikmet Dergisi, S.24, 2014

Kaya, F. (2008). Makedonya Türklerinden İz Bırakanlar. Köprü Derneği Yay. Üsküp.

Ömerov, M. & Musliu A. (2016). Balkanlar’da Din Eğitimi. DEM. İstanbul.

Rauf, A. (1989). Büyük İslâm Şairi Mehmed Âkif Ersoy. El-Hilal Dergisi, Üsküp-Makedonya, Yıl: 3, Sayı: 15, s. 14.

Saddak, B. (1989). Rumeli’de Bir Şair FETTAH EFENDİ. İslami Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, S.4.

 

 

[1] Doğum tarihi ile ilgili kesin bir bilgi mevcut değildir. Resmî kayıtlara göre 05 Şubat 1912 yılında doğmuştur. Fakat Fettah Efendinin çok yakın öğrencileri doğum tarihini genelde 1911 yılı olarak göstermektedirler. Bunun yanında 1910 yılına işaret edenler de mevcuttur.

[2] Üsküp’ü fetheden Yiğit Paşanın hocası olan Meddah Baba fetih sırasındaki destekleri ve mücadelesi ile Üsküb’ün önde gelen manevi şahsiyetlerinden biri olur. Fetihten sonra inşa edilen Yiğit Paşa camiinin karşısına Meddah Medresesi yaptırılarak, Meddah Baba’ya vefa borcu olarak Medreseye ismi verilmiştir. Ne zaman yaptırıldığına dair net bilgiler olmamakla birlikte XV. yüzyıla ait bir eser olduğu söylenebilir. Maarif salnameleri, Asım Beyin kitabı 19.yy’daki Meddah Medresesine dair kısa bilgiler sunmaktadır. Medresede dinî ilimlerin yanı sıra Arap dili grameri, hüsnü hat ve matematik dersleri okutulmuştur. Birinci dünya savaşına dek medresenin açık tutulduğu düşünülmektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Meddah Medresesi resmi adı “Yüksek İslam Okulu” 1920-1921 yılında Üsküplü müderris Ataullah Kurtiş tarafından ihya edilerek tekrar açılmış ve Baş müderris de Ataullah Efendi olmuştur. Attaullah Kurtiş Fatih Medresesinden mezun olan Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Atif Hoca gibi değerli dostlar edinmiş İstanbul’da tanınan önemli şahsiyetlerden biridir. Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesi ile birlikte kendi vatanında Müslümanların durumunu düşünerek Üsküb’e gelen ve burada Müslümanlara öncülük etmede hiç tereddüt yaşamamış bir isim olarak dikkat çekmektedir. Kısa sürede Makedonya ve bölge Müslümanların önderi konumuna gelerek ekol oluşturabilmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi yaptığı ilk çalışma Meddah Medresesini ihya edip medrese eğitimini devam ettirmek olmuştur. Meddah Medresesi bu anlamda geleneksel din eğitiminin ve yaklaşımının bayraktarlığını yaparak krallık döneminde siyasal ve sosyal değişimin etkilerini karşı bir duruşu ifade etmiştir. Büyük oranda Fatih Medresesindeki müfredat temel alınarak, Osmanlı klasik eğitim sistemi çerçevesinde dersler yürütülmüştür. Üsküp ve Makedonya çapında büyük ilgi gören Medrese iki dünya savaşı arası dönemde önemli şahsiyetleri ortaya çıkarabilmiştir. Fettah Efendi Meddah Medresesinin en önemli öğrencisi olarak ün yapan Ataullah Kurtiş’in Üsküp Ulema Meclisi Başkanlığına seçilmesi ile birlikte 1938 yılında Medresenin başına geçen isimdir. Meddah Medresesi İkinci Dünya Savaşı arasında eğitime ara vermiş daha sonra da Tito Yugoslavyası döneminde de kapatılmıştır.

[3] Kadri Abdula ile söyleşi. Fettah Efendi’yi görmüş, yanında bulunmuş hayatta kalan son cemaatinden biri. Kendisi Üsküp’ün en eski saraçlarından birisidir.

[4] Fahri Kaya her ne kadar 1952 yılında aftan yararlanarak hapisten çıktığını iddia etse de gerçekliği konusunda şüpheler bulunmaktadır. Resmî hapishane kayıtlarına göre 1953 yılının Aralık ayında kendisi halen hapishanededir.

[5]      1469 yılında kurulan fakat 1936’da o dönemin İslam Birliği Teşkilatı tarafından yeniden ihya edilerek

açılmıştır. Medresenin eğitim müfredatı Gazi Hüsrev Bey medresesinin müfredatı örnek alınarak belirlenmiştir.

 

100. Yılında İstiklâl Marşı Büyük Bilgi Şöleni
12 Mart 2021 - TBMM
100. Yılında İstiklâl Marşı ve Mehmed Âkif Kitabı
Bu haber toplam 996 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim