Öncelikle sorun alanlarını sıralayalım: Suriye, Irak, İran, İsrail ve Filistin. Bu sorunların önemli bir kısmında politik hedefler bağlamında bir sorun bulunmazken, bazılarında ve liste dışı ülkelerde, alanlardaki (örneğin Rusya, Pakistan, Afganistan ve hatta İran gibi ülkeler ile enerji, terör, yeni siyasi yapılanma vb. hususlarda) görüş ayrılıkları; “söylem-yöntem-araçlar” bağlamında kendisini göstermekteydi.
Örneğin, Suriye konusunda temel politik hedefte ciddi anlamda bir sorun olmamakla birlikte, “yöntem” ve “araçlar” bağlamındaki ayrışma ve bu kapsamda ABD’nin ortaya koyduğu bir takım çıkışlar-itirazlar dikkatlerden kaçmamaktaydı.
2012 Haziranından bu yana ABD’li üst düzey yetkililer tarafından ısrarla gündeme getirilen bu hususlar şu şekilde sıralanmaktaydı: 1. Suriye’deki radikal grupların faaliyetleri, bunlarla ilişkiler, Esad sonrası süreç açısından taşıdıkları riskler-tehditler ve Türkiye’nin burada oynadığı rol; 2. Esad’ın devrilmesiyle ilgili olarak askeri yöntemler yerine siyasi-diplomatik araçların kullanılması ve Türkiye’nin bu kapsamda Cenevre sürecine mesafeli, hatta soğuk duruşu; 3. Bu kapsamda Türkiye’nin daha radikal yöntemlerin hayata geçirilmesi noktasında ısrarla önerdiği uçuşa yasak bölgeler ile güvenli alanlar (tampon bölge) oluşturulması talepleri; 4. Türkiye’nin süreçte daha aktif bir şekilde yer alma arzusu ve “Yeni Ortadoğu”nun hamiliği-sahipliği noktasındaki “zamansız” çıkışları ve bunun oluşturduğu ters etki; 5. Türkiye’nin F-4 hadisesi ve Mısır örneklerinde de görüldüğü üzere, “Yeni Ortadoğu” sürecinde manevra alanını genişletmeye yönelik hamleleri.
Bunların dışında Ankara’nın Erbil ile “Kürt Petrolleri” noktasındaki bir takım çıkışları ve bunun Bağdat’ta meydana getirdiği tepkilere Washington’un verdiği destek de iki ülke arasındaki bir diğer sorun alanı olarak kendini göstermekteydi.
Kuşkusuz bu maddeler daha da çoğaltılabilir.
Diğer taraftan, burada Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde daha özel nitelikte ön plana çıkan bir takım taleplerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Örneğin, AR-GE-inovasyon desteği ile ABD ve AB arasında yakında görüşmelere başlanacak olan Serbest Ticaret Anlaşması dışında kalmak istemeyen Türkiye’nin bu konuda Washington’dan istekleri gibi...
Peki, sonuç mu? Şu şekilde özetleyebiliriz: 1. Türkiye, ortak “politik hedef”in dışında, “yöntem” ve “araçlar” noktasında da ABD ile uyumlu hareket edecek; 2. Bu kapsamda “suyu bulandırma” girişimi olarak adlandırılan Cenevre süreçlerine (ikincisi de yolda) destek verecek ve hatta bu kapsamda Rusya ile bir görüşme de gerçekleştirecek; 3. Dolayısıyla Türkiye, Suriye krizinde Moskova tarafından ortaya konulan tez çerçevesinde şekillenen son ABD-Rusya yol haritasının dışına çıkmayacak; 4. İran, İsrail ve Filistin mevzularında daha “yapıcı” bir rol oynayacak; 5. Serbest Ticaret Anlaşması yerine şimdilik “Üst Düzey Komite” ve bir takım inovasyon destekleri ile idare edinilecek...
Şimdi asıl merak konusu, Türkiye’nin bu yeni yol haritasını özellikle de Suriye özelinde, “terörist gruplar olarak” adlandırılan gruplar üzerinde nasıl hayata geçirilebileceği ve bu grupların buna nasıl bir tepki vereceği?
Açıkçası şu an Türkiye’nin önünde “nur topu” gibi yeni bir sorun var. Suriye krizinde “ani fren” yapmak zorunda kalan Ankara’nın “yeni bir strateji” geliştirmesi gerekiyor. Aksi takdirde Allah hepimizin yardımcısı olsun!
20.05.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.