Oysa, 2007 Ocak ayı itibarıyla bizzat dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner tarafından deklare edilen ve sınırların dışında bir güvenlik anlayışını ortaya koyan "Yeni Güvenlik Doktrini ya da Anlayışı"nın üzerinden tam beş yıl geçmiş bulunmakta ve ne yazıktır ki, Türkiye bu iddialı çıkışının ardından halen "savunmada kalmanın lüksünü" yaşıyor ya da yaşatılıyor.
Bu hususta arzu edenler Emre Taner'in o tarihi konuşmasına bir kez daha bakabilirler, bakmalarında da açıkçası fayda var. Bakanlar, bakma zahmetinde bulunanlar o zaman ortadaki garipliği, çelişkiyi bir kez de kendi gözleriyle göreceklerdir.
Türkiye'nin "değişim" ve "açılım" adı verilen yeni bir sürece sokulduğu bir dönemde, 2009'da ortaya konulan "Kürt Açılımı"yla bir anlamda sistematik bir şekilde "topal ördek" konumuna düşürülen Türkiye'nin yeni güvenlik politikası, yine çok ilginçtir bu sürecin bizzat içinde yer alan "bazı mimarlar" tarafından adeta rafa kaldırıldı. Ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da, sınır ötesi operasyonların birer atlama taşı olması gereken karakollar, bugün ne yazık ki birer hedef tahtası haline gelmiş durumdalar.
Diğer taraftan, bu karar değişikliğinin Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir balayı dönemine girilmeye başlandığı bir tarihe denk gelmesi de, ayrıca dikkate şayandır!
Bu kapsamda Türkiye, "çözüm" adı altında siyasi iradeye empoze edilen ve kamuoyunu da adeta baskı-abluka altına alan çok boyutlu bir psikolojik operasyon ile karşı karşıya kaldı. Ülke tarihi, coğrafyası, sosyolojik yapısı, değerleri, deneyimleri ve gerçekleri ile bir çoğu örtüşmeyen bu ithal öneriler, çarpıtılmış modeller (örneğin IRA bağlamında olduğu üzere) üzerinden "tek doğru" olarak lanse edildi. Bunlar yapılırken de, "kutsalları yıkma" adına "yeni kutsallar, dokunulmazlar", statükoyu yıkma adına da ne olduğu belirsiz yeni statükolar yaratıldı.
Ve sonuç ortada... Gelinen aşamada ne yazık ki çerçevesi harici güçler tarafından çizilmiş bu önerilerin önemli bir kısmının kafa karıştırmaktan öteye gidemediği, siyasi iradenin inişli-çıkışlı kararlarında dahi kendini göstermeye başlamış durumda. Örneğin; "müzakere mi, mücadele mi" noktasında halen patinaj yapan, "teröristle mi, terörle mi mücadele" bağlamında sıkışıp kalan tartışmaların sonucunda terörle mücadelede etkin caydırıcılığı-kararlılığı esas alan çok boyutluluk ilkesi güdük kaldı. Devlet adeta alandan çekilmeye zorlandı ve yerini KCK gibi illegal paralel yapılanmalar almaya başladı.
Dolayısıyla, bu yanlış teşhis ve yöntemler yüzünden bugün sorun adeta kendi ellerimizle çok hızlı bir şekilde çok daha farklı noktalara çekilmiş vaziyette. Şu an Türkiye, kendi elleriyle ördüğü duvarın içine hapsedilmiş ve bu sorunun içinde "debelenen" bir ülke görüntüsü sunuyor.
Oysa, mesele bir "Kürt sorunu" ya da "terör meselesi" olmanın artık çok ötesinde. Türkiye'nin güneydoğusu başta olmak üzere, ülkede ve bölgede Türklerin ve Kürtlerin inisiyatifini fazlasıyla zorlayan hatta aşan bir dış iradenin varlığı söz konusudur ki, bu varlık bölgedeki her türlü etnik-mezhepsel ayrımcılığı körüklemek suretiyle "çatıştır-böl-yönet" stratejisini bir kez daha uygulamaya koymuş bulunmaktadır, hem de Ankara ile işbirliği adı altında...
Bir sonraki yazımızda bunun üzerinde durmaya devam edeceğiz.
21.06.2012 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.