Bu noktada öncelikle eylem yerine bakmamız gerekiyor. Çünkü, dikkatlice bakıldığında ulaşılmak istenen hedef ile seçilen adresin birden fazla faile işaret ettiği hemen göze çarpıyor. Dolayısıyla, adres oldukça kritik.
Bu adres, son döneme kadar dış politikadaki barışçıl-yumuşak güce dayalı “açılım” politikalarının simgesel anlamda ön plana çıkartılan “Diyalog Şehri” Hatay. Bu şehir, aynı zamanda Türkiye-Suriye ilişkilerinde düne kadar yeni dönemin önemli kentlerinden biri olarak da lanse edilmekteydi. Şimdilerde ise Türkiye-Suriye sınırındaki “yol geçen hanlardan”, her an patlamaya hazır şehirlerden biri olarak adı geçiyor.
Antep, Urfa sonrası Hatay da böylece listedeki yerini almış görünüyor. Bu, bir anlamda Türkiye-Suriye sınır hattının büyük ölçüde istikrarsızlığa ve her türlü eyleme açık olduğunu göstermesi itibarıyla oldukça önemli.
Nitekim, sınırda ciddi anlamda güvenlik zafiyetleri olduğuna yönelik iddialar bazı STK’lar, siyasi partiler ve medyanın belli bir kesimince dile getirilmekteydi. Bu patlama, bir anlamda onları teyit etmiş oldu. Gerçi, TV ekranlarına sınır kapısına yansıyan paralel geçiş noktaları ve buradan ellerini kollarını sallayarak girip çıkanların verdiği görüntü bile aslında çok şey söylüyor. Dolayısıyla eylemde ikinci önemli hedefe de ulaşılmış gibi...
Bu tespitten hareketle ortaya çıkan bir mesaj da, Türkiye’nin bundan sonraki süreçte bu tür eylemlerle daha fazla karşı karşıya kalabileceğidir. Yani, Ankara’nın Suriye politikalarından ve bu bağlamda yöntem-araçlarından rahatsızlık duyan kesimler, adeta Türkiye’yi “cezalandırmaya” yönelik benzer bir tutum izleyebilecekleriyle ilgili güçlü bir mesaj vermektedirler ki, burada da karşımıza Esad rejimi ve onunla hareket eden “ittifak” akla gelmektedir.
Diğer taraftan, patlama şeklen El Muhaberat’ı işaret ediyor gibi olsa da, arka plan itibarıyla yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden ötürü karşımıza farklı adresler de çıkmıyor değil. Özellikle son dönemde Türkiye’nin Suriye özelinde Ortadoğu politikasından ve “farklı işbirlikleri-ittifak arayışlarıyla” manevra alanını genişletmeye yönelik hamlelerinden rahatsızlık duymaya başlayan güçler itibarıyla...
Bu da akıllara kaçınılmaz olarak Türkiye’nin kontrolündeki muhalif güçleri ve onların tasfiyesini esas alan bir takım eylemleri akıllara getiriyor. Nitekim, saldırının SUK heyetini hedef aldığı ve 10-15 dakikalık bir farkla ölümden döndükleri basında yer aldı. Dolayısıyla, burada sorulması gereken sorulardan biri de heyetin niteliği ve Türkiye’ye yakınlığıyla ilgili. Eğer düşündüğümüz gibiyse, heyetin “imhasının” en fazla kimin işine yarayacağına ivedilikle cevap aranılması gerekiyor.
Ayrıca, Türkiye’yi Suriye krizine çekmeye çalışan provokasyonlara da daha öncesinden aşinayız. Bunların başında F-4 krizi ve Akçakale’ye düş(ürül)en top mermileri geliyor. Hatırlanacağı üzere Türkiye her iki gelişme sonrası sert tepkiler vermiş, angajman kurallarını değiştirmiş, sınırın ötesine bir kaç top mermisi sallamış ama sınır ötesi bir harekata girişmemişti. Bu da, Türkiye’yi Suriye’de savaştırmaya yönelik oyunu bozmuştu.
Dolayısıyla, Esad sonrası Suriye’ye yönelik çalışmalar ve burada Türkiye’den bir takım beklentilere, taleplere “tatmin edici” bir cevap alamayan bazı güçlerin “bombacılık” oynayabilecekleri ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. Ne de olsa “oyun içinde oyun var”!
14.02.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.