• İstanbul 17 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 18 °C
  • Konya 17 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 25 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 21 °C
  • Bolu 16 °C
  • Bursa 17 °C

Sezai Karakoç asabi değil, biz fazla rahatız

Sezai Karakoç asabi değil, biz fazla rahatız
Turan Karataş Hoca, Sezai Karakoç düşüncesini anlattı. Konuşmasını ilginç anekdotlarla pekiştiren Karataş, Sezai Karakoç’tan altı çizilesi cümleleri de paylaştı..

 

Baharın, kendi hükümranlığını ilan edercesine sıcağı hissettirdiği bir cumartesi gününde Birlik Vakfı’nda düzenlenen “Sezai Karakoç Düşüncesi” konferansında Prof. Dr. Turan Karataş’ı dinledik.

Her büyük adam için zikredilegelen “ölmeden kıymeti bilinmiyor” sözünü Sezai Karakoç için de söylemek -en azından diğer isimlere nispeten- çok da hakkaniyetli olmasa gerek. İslamcı camiada çokça okunan, her geçen gün adına paneller ve konuşmalar tertip edilen üstadın, her isme nasip olmayan bir nimete, kendi çağında keşfedilme nimetine -yine nispeten- eriştiğini söylemek mümkün. Elbette her sözünün kendi çağında anlaşılmasını beklemek safdillik olacaktır.

Akademisyenlerin konuşma merakına dair ince ve nükteli bir fıkrayla sözlerine başlayan Turan Hocamız, ön sıralarda oturan yaşlı zevatı kastederek böyle bir topluluğun önünde konuşmasının kendisini “epeyce tedirgin” ettiğini söyledi. İnsan, karşısındaki konuşmacının unvanına yenilmemiş böyle samimi cümlelerini duyunca mevzuya daha bir dikkatle sarılmıyor değil.Sezai Karakoç

Son 50 yılı iki kişiye borçluyuz

Kültür ve sanat planında İslamcı düşünce söz konusu edilince ülkemizde iki insanın, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un akla geldiğini ifade eden Karataş, Müslümanca bir duyarlılıkla yetişen ve hasbelkader bugün bazı mevkilerde olup yöneten, konuşan, eğiten ve öğreten insanların da nasip ve birikimlerini bu iki isme borçlu olduğunu söyledi. Ayrıca, Sezai Karakoç’un “diriliş” düşüncesini Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” düşüncesinin bir devamı saymak doğru olmaz, diye de ekledi. “Sezai Karakoç’un entelektüel zihinlerdeki etkisi daha kalıcı ve daha derin olmuştur.” tespitinden sonra bunun, iki güzide insanı yarıştırmak amacı taşımadığını da ilave etti.

Hoca tam bunu söylerken içeriye küçük bir ilkokul çocuk grubu hücum edip boş buldukları sandalyelere sessizce dağılmaya başladılar. Ama küçük ordunun sessizliği ne kadar olacak; hoca çehresine yayılan bir tebessümle çocukları kısaca selamladıktan sonra “Bizim görevimiz çağlayanlarımızı bizden sonraki bu yavrularımıza tanıtmak.” deyip konuya girdi.

Son yirmi yıldır yazı orucunda

“Sezai Karakoç; İslam’ın Dirilişi’ni, Ruhun Dirilişi’ni, İnsanlığın Dirilişi’ni ve Diriliş Neslinin Amentüsü’nü yazana kadar biz sanki geleneksel veya üstü örtülmüş bir inanışı kabullenmiş gibiydik.” diyor ve ekliyor: “O bakımdan bugün devleti yönetenler dâhil, o dönemdeki herkesin üzerinde bir uyanışa ve dirilişe sebep olmuştur.” Üstadın terminolojisinde “devrim” kelimesinin değil, “diriliş” kelimesinin yer aldığını söyleyen Turan Hoca, kısaca üstadın eserlerini (55 kitap) tanıtmadan evvel, “Müslümanlar, üstada kadar Batı şiirinden çeviri yapmamışlardır.” deyip ufuk zenginliğine temas ediyor Sezai Karakoç’un.

Son yirmi yıldır, internet sitesindeki birtakım politik nutukların dışında yazı yazmayan üstadın bir nevi yazı orucunda olduğunu söyleyen Turan Hoca, bu durumun, onun mizacının anlatılmasıyla anlaşılabileceğini söylüyor. 1950’li yıllarda mülkiye mektebini (Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitiriyor üstad. “O zamanlar mülkiye mektebini bitirip de memlekette çok meşhur olmamak, ‘mülkiyet sahibi’ olmamak mümkün değil.” diyor ve ekliyor hoca: “Fakat mülkiyetle ilişki kurmamış, böyle şeylere tevessül etmemiş. Televizyonlarda konuşması, gazetelerde yazması için uçuk rakamlarda yapılan tekliflere dönüp bakmamış. Belki onu büyüten de bu tavrıydı.”

Dünyevî hesaplardan, küçük dedikodulardan, çatışmalardan şuurlu bir duruşla uzak duran Sezai Karakoç’un çok az sayıdaki fotoğrafında ‘asabî’ yüz ifadeleri takındığına dair tenkitleri, onun 60’lı yıllarda başlayan dünyaya dair derin algısı ve kötülükler, zulümlerle lebaleb dünyaya bakışındaki derinliği kavrayıp durduğu açıdan bakabildiğimizde onun fazla ‘asabî’ değil, bizim fazla ‘rahat’ olduğumuzu söylemenin de mümkün olduğunu ifade ediyor: “Üstadın gerginliği ve öfkesi, çağdaki zulme, riyaya ve yalana tahammülsüzlüğünden.”

şDağ niye özeldir?

“Bir sorumluluğu yüklenmiş böyle büyük dehaların bizim gibi kahkahalar atmasını da beklemeyelim.” dedikten sonra küçük bir hatırasını naklediyor. Doktora tezi çalışmaları yaptığı sırada çok yardımını gördüğü üstadın bir gün fotoğrafını rica ettiğinde aldığı “fotoğrafım yok” cevabından sonra ısrarı üzerine, “Magazin dergisi mi hazırlıyorsun, doktora tezi mi?” tepkisini alınca Turan Hoca üsteleyememiş. Fotoğraf çektirmeye karşı genel tavrının bu olduğunu söylüyor.

‘Üstün ve samimi bir ses’, ‘derin ve etkileyici bir dikkat’ ibareleriyle tarif ettiği üstad için Turan Hoca, onun tabirini kullanıp ‘kalp medeniyetimizin çağımızdaki sözcülerinden biri’ diyor. ‘Aydın’ ve ‘düşünür’ tabirlerinin Sezai Karakoç’a ‘mütefekkir’ kelimesi kadar yakışmadığını ifade ediyor ve onun derin mütefekkirliğinin yanında şairlik tarafının da etkisiyle sanatkârane üslubundan beslenen anlatımının bizi cezbettiğini söylüyor.

“Kirlenmiş dünyamızı ve ruhumuzu arıtmak için havuzlarımıza soğuk sular düşüren, bahçemizin göğünden dut kuşları, incir kuşları geçiren, narlarımızı kızartan, ölümsüz asmalarımızdan üzümler sarkıtan bir dağ çağrıcısı” ifadeleriyle tarif ettiği üstada dair enteresan bir anekdot dinliyoruz: “Dirilişin Çevresinde kitabında olması lazım; Sezai Bey’in ‘Dağ’ başlıklı bir yazısı var. Dağı özel bir sembol olarak düşünüyor. Çünkü bütün ilahî çağrılar dağdan gelmiştir, der ve onların sesini bize duyurduğu ve kendisi de Ergani’de iki dağın arasında doğduğu için dağa karşı bir muhabbet vardır. O sebepten onu ‘dağ çağrıcısı’ diye nitelemek istedim.”

O bir sorumluluk anıtıdır

Konu üstad olduğunda elbette cümleleri çoğaltmak mümkün. Turan hoca da bunu söyleyip onu tarif eden son cümlesini zikrediyor: “Bir sorumluluk anıtı.” Bu tariften sonra duruyor ve “Bir şiirinde” diye başlayıp devam ediyor: “Her okuduğumda çok derinden beni sarsan dört dizesini sizinle paylaşmak istiyorum. Bir şiirinde geçiyor: Kaç aç varsa hepsi ben/ Kaç hasta varsa hepsi ben/ Kaç liman önlerinden dönen/ İşsiz hamal hepsi ben.” Türk edebiyatıyla yakından ilgilendiğini ve bu kadar derin bir sorumluluk duygusuyla yoğrulmuş şiire tesadüf etmediğini söyleyen Turan Hoca, mütefekkir ve bilge şair olmanın biraz da cemiyetin bu sızısını duymakla beraber olduğunu söylüyor.s

Üstad devasa bir sentezi mükemmel yorumluyor

Sezai Karakoç aslında İslam’ın kendisinden başka bir şeyi anlatmıyor, dedikten sonra haklı olarak soruyor: “Peki öyleyse onu özel-özgün kılan ne?” Üstada gelene kadar 150–200 yıl boyunca İslam terminolojisinin anlamının ‘küllenmiş ve durağanlaşmış’ olduğunu hatırlatıyor ve 13. asırda Mevlana’nın yeni bir dille yaptığı gibi üstadın ehemmiyetinin, çağının diliyle ve terminolojisiyle konuşabilmesinde yattığını ifade ediyor. İslam’ı çok iyi anlayışının yanında, çağının insanına çok iyi anlatabilmesinin onu orijinal kıldığını da ekliyor ve bu kadar kuşatıcı bir dilin, çağdaşlarında görülemediğini de söylüyor. Peki, bu kuşatıcı anlatım nerden geliyor?

Turan Karataş Hoca, bu sorunun cevabını üstadın hayatında ararken onun liseden itibaren çok düzenli bir okuma vetiresine girdiğini görmüş. İbni Arabî, İmam Rabbanî, Gazalî, Geylanî, Mevlana, Yûnus, Şeyh Galip, Mehmed Akif ve Said Nursi’yi bütünüyle okuyan üstadın bunların toplamının harmanından yeni bir sentezi meydana getirdiğini ve bu büyük isimlerin hepsinden kendi diliyle, taze ve yeni bir retorikle çağdaş bir yorum oluşturduğunu ifade ediyor. “Zaten kitaplarını okursanız, beslenme kaynaklarının bu isimler olduğunu görürsünüz.”

Üzerleri örtülmüş kavramlarımızın tek tek tozunu alıp onları bize yeni bir tarzda tekrar hatırlatan üstadın “Bir Mum Misali” yazısının Turan Karataş Hoca çok tesirinde kalmış. Yazıda bahsedilen insan tipine atıfla, “Keşke böyle insanlar artsa diye içimden hep geçer.” diyor ve “Bu yazıyı her okuyuşumda Sezai Karakoç gözümün önüne geliyor.” cümlesini müteakiben yazıyı bize de okuyor. O elinde mum tutan insanı anlatan yazıyı dinleyince bizim de gözümüzün önüne Seyyid Kutup, Hasan Aycın, Hasan el Benna, Aliya, Zahit Kotku birer birer gelip geçiyorlar: “…Sanki elindeki mumdan değil de kendinden ışık saçan adam ne güzeldir…”

tDirilirken estetiği kaybediyoruz

“Aklın çetinliği içinde Müslüman olmak zorundayız.” ve “Ben Müslüman’ım, insanlığın türküsünü söylüyorum.” cümlelerinin, üstadı ve onun görüş açısını çok iyi tanıttığını söyledikten sonra “Demek ki” diyor hoca, “Müslümanlık, insanlığın tamamının sorumluğunu hissetmek demektir.” Kitaplarına girmemiş bir yazısından pasaj iktibas ederek büyük kafası olan adamlara has bir azm-ü gayreti gözler önüne seriyor Turan Karataş. Üstat, “Bin yıllık ömrüm olsa, ömrüm boyunca konuşmam ve yazmam nasibimde varsa, hep Müslümanlar’ın birleşmesinden, şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsederdim. Bundan bıkmam ve yılmam çünkü bundan daha büyük dava bilmiyorum.” diyormuş.

Toplumumuzda son zamanlarda varlığını daha kuvvetli hissettiren dirilişin güzel bir şey olduğunu ama mühim bir noksanımızın olduğunu hatırlatarak ‘estetik’i gün geçtikçe yitirdiğimizi esefle ifade ediyor Hoca: “Bu tarafımız eksik kalıyor. Müslüman sadece ibadetini eden değil; aynı zamanda zarif, kibar, temiz, nazik olmalı. Geçmişe nispetle zenginleştik; ama bu yönümüz eksik kalıyor. Yollarımız duble oldu ama iç dünyamızda cila yok, parıltı eksikliği var.” Sezai Karakoç’un tam da bu noktaya temas ettiğini ve sanatta-edebiyatta diriliş olmadan düşüncede dirilişin mümkün olmadığının altını çizdiğini, düşüncede diriliş olmadan da toplumun kâmilen dirilemeyeceğini beyan buyurduğunu söylüyor.ü

Ekonomi bir amaç değil, araçtır

Turan Karataş Hoca, “Bilhassa gençlerin okuması lazım.” dediğiDiriliş Neslinin Amentüsü kitabını bu konferansa gelmeden evvel bir kez daha okumuş ve 12 kısımdan 12 cümle not almış. Hülasa mahiyetindeki bu cümleleri bizlere okudu, ben de buraya yazayım ki istifade eden olursa duadan ben de nasipleneyim:

-İnsanın tanrısız yaşayamayacağına inanıyorum.

-Ekonominin bir amaç değil, araç olduğuna inanıyorum.

-Politika benim gözümde insana ve eşyaya imanı nakşetme sanatı ve eylemidir.

-Benim amentüm, neslimin amentüsü sürekli bir otokritiktir.

-Kendi benliğini ve varlığını erdem ve takva açısından tartışmalıdır.

-Müslüman, kendini Müslüman bilmek ve saymakla Müslüman olmaz; Müslümanlığı bir var oluş biçimi hâline getirmelidir.

-Öteki dünya, hayatın ve var oluşun anlamıdır; yapılan her işi-davranışı öbür âlem-ahiret âlemi terazisinde tartmak gerekir.

-Kişiler, devletin veya partinin kölesi, mahkûmu, oyuncağı olmamalıdır.

-Halk yönetimi esas olacaktır; ama demokrasi putlaştırılmamalı.

-Devlet, sadece bekçi devlet ya da sadece bir ekonomik kuruluş değil; güven, denge ve barışı sağlayan siyasî bir kuruluştur.

-Kadın, ‘özgürlük’ adı altında yedek bir erkek türüne dönüştürülerek yozlaştırılmamalıdır.

-Giyimde, yemede, ev hayatında ve kent imarında sadelik prensibi esas alınacaktır.

 

Sadullah Yıldız, ummandan katre içti

www.dunyabizim.com

Bu haber toplam 1188 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim