• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Sinema neden önemlidir?

Fatma Gülşen KOÇAK

Sinema yazarlığına bir ömür veren Değerli eleştirmenlerimizden İhsan Kabil ile Sinemanın önemini  Müslümanların bu alandaki etkinliğini ve gelecekte neler yapmamız gerektiğini konuştuk.

FATMA GÜLŞEN KOÇAK

Sinema neden önemlidir?

Sinema büyük bir potansiyel. Sanat olarak kitlelerle iletişim kurma aracı olarak bir dil geliştirme zemini olarak, bir de yer yüzündeki varoluşunuza dair belli zenginlikler içerdiğini düşünüyorum. Rol durumuyla ve karakterleri dolayısıyla adeta bizim yer yüzüne gelişimizi özetler sinema. O bakımdan çok zengin bir anlatımlı dildir. Bir metin haline geliyor, daha sonra bu görsel bir şekilde ifade ediliyor. Dolayısıyla hep görsellik hem de yazı boyutu, bir de işitsel bir tarafı da var. Dolayısıyla aslında hayatın bir simülasyonu olarak sinemayı görebiliriz. Kendi kaynağını hayattan alıyor, çok canlı bir sanat. Öte yandan da özgün senaryolar olabiliyor. Bir sanal dünya bize kurabiliyor. Fakat yine hayata insana ve topluma dair bir anlatım oluyor. Tabi bu kadar ileti gücü olan bir sanatın maalesef bazılarınca manüplatif bir yanı da oluyor. Bazı çevreler bu yolla bazı hayati konuları manüple edebiliyorlar. Algı yönetimleri ortaya koyabiliyorlar. Süplüminal mesajlar dediğimiz bazı yollara teşebbüs edebiliyorlar. O bakımdan sinema ile irtibatlı kişilerin varoluşsal sorunları çok önemli. Dünyadaki duruşları, nasıl yer işgal ettikleri, nasıl bir formasyondan geldikleri, insana sosyal çevreye ve topluma nasıl yaklaştıkları çok önemlidir. Belli bir sorumluluk dairesinde yaklaşıyorlarsa o zaman hakikaten büyük değerler getirme ihtimalin taşıyorlar. Ama maddi beklenti etrafında bunu yapıyorlarsa o zamanda maalesef biraz daha duyguları sömüren daha manüpletif olma yolunda eserler ortaya koyuyorlar. Çünkü sinema göstermeci bir sanat. Dolayısıyla orada belli kontrol mekanizmaları geliştirmediğiniz takdirde ne yazık ki tasvip etmeyeceğiniz durumlar ortaya çıkabiliyor.

Ülkemizde sağ camia sinemada neden istenilen yere gelemedi?

Bunun çeşitli sebepleri var. İlki aslında genel olarak o toplumsal dönüşüm anında eski medeniyet değerlerimizden bir şekilde kopmamız, uzaklaşmamız dolayısıyla o bu camiaya ait sanatçıların formasyonlarının da bir parça defolu olması. Öte yandan maddi ve teknik imkansızlıklar. Bu sahaya bu camiadan yeterinde maddi destek sağlanamıyor. Sponsorluk müessesesi kurulamıyor. Katkıda bulunması gereken kişi kurum ve işletmeler gereken katkıyı sağlamıyorlar. Yani fonlama konusunda bir problem var. Öte yandan teknik yetersizler de vardı ama onlar aşıldı. Sinema bayağı ele gelir bir sanat oldu. Dolayısıyla birincisi kültürel donanım, diğeri de maddi destek olarak ortaya koyabiliriz.

TYB İstanbul Şubesinde bugün başlayan ve bir hafta sürecek olan Edebiyat ve Sinema Festivali’nin düzenleme kurulundasınız. Sinema ve edebiyat ilişkisi hakkında neler söylersiniz?

Sinema tarihi boyunca edebiyattan çok fazla beslenegelmiştir. Öncelikle kutsal metinlerden başlamak üzere roman ve hikaye olarak çok fazla metin sinemaya kaynaklık etmiştir. Dolayısıyla sinema için hakikaten vazgeçilmez bir çerçeve edebiyat. Hem de bu anlamda edebi sanatlardan istifade ediyor ve o noktalamaları kullanıyor. Tabi ki kendi noktalamalarını da geliştiriyor. Belli sinema diline ait özellikleri var. Bir yandan bunu yaparken bir yandan da kendi edebiyatını oluşturmaya başlıyor. Kalıcı eserler ortaya koyuyor, nitelikli yapımlar çıkarıyor, klasikleri sergiliyor. Böylece bir sinema literatüründen söz edebiliyoruz. Dolayısıyla hem edebiyattan beslenme söz konusu hem de kendisinin bir edebi türe de bir yandan gözlemlenebiliyor.

Efendim Yücel Çakmaklı İslami camiaya nasıl bir ufuk kazandırdı?

Öncelikle Rahmetli Yücel ağabey bir özgüven içinde kendi hayat pratiğinden hareketle sinemada samimi bir şekilde gündelik hayat pratiği, dine duyarlı olan bir karakteri ve duruşu sinemaya getirdi. Kendi beslendiği kültürel kaynaklar zaten medeniyetimizin o zengin birikiminde yatıyordu. Bunu da bir şekilde müziği, kıyafetleri, diyaloglarıyla, karakter tasvirleriyle sinemaya taşıdı. Aslında halkın o gündelik yaşamını hiçbir yabancılık çekmeden, belli komplekse kapılmadan o tabiliği ile sinemaya taşımış oldu. O karakterlerin diyalogları milli ve manevi değerlerin arkasında durdu. Daha önce kozmopolis sinema diye eleştirdiği Türk sinemasını çoğunluğuna hakim olan anlayışın yanında bir değerler malzemesi olarak sinemaya baktı ve o minvalde bunu ilmek ilmek dokudu sinema içinde. Öyle bir görsel dünya kurdu bizim için.

Semih Kaplanoğlu’nun yaşadığı Meltem Cumbul vakası hakkında neler söylersiniz?

Üzücü bir durum. Bir kişi birine çok olumlu duygular beslemeyebilir. Belli rezervleri olabilir. Ama bunu ifade etme şekli, ortaya konan üslup çok önemlidir. İnsanlara eleştirel yaklaşımımız olsa bile bir şekilde adabı muaşeret kuralları dairesinde yaklaşmak gerekiyor. Tavrınızı başka şekillerde ifade edebilirsiniz.

Semih Kaplanoğlu’nun son filmi buğday hakkında neler söylersiniz?

Çok güçlü bir film, Türk sineması için önemli bir merhale. Bir kere bilimkurgu sahasına giriyor ki bizim için hakikaten düşündürücü ve ürkütücü bir saha. Ama bundan yüzünün akıyla çıkmış bir çalışma. Bir arayışı olan üstelik sinema dili üzerinde de yürümek isteyen bunu genişleten bir yaklaşımı var Kaplanoğlu’nun. Bizim irfan ve hikmet yönünü, Anadolu’muzun bu yanını, tasavvufi bir duyarlılıkla işleyen çok önemli bir çalışma. Bir modernizm eleştirisi, ekolojik bir manifesto ve insan tabiat bütünlüğüne ahenkli bir şekilde yaklaşılması gerektiğini savunan çok önemli bir felsefi önerme diye düşünüyorum.

Semih Kaplanoğlu ve İsmail Güneş Beyefendinin filminin dağıtımı ve salon ambargosuna maruz kaldığını öğrendik. Bu konu hakkında neler söylersiniz.

Bizim sinema dağıtım mekanizmamız bazı problemler içeriyor. Aşılamayan bazı engeller var. Kartel veya oligopol söz konusu. Dolayısıyla her türlü film bazı başka yapımlar gibi geniş dağıtım imkanları bulamayabiliyor. Dolayısıyla bu filmde böyle bir şeye maruz kaldı. Belli seanslarda ne kadar seyirci ilgisiyle karşılaşıyor, dağıtımcılar buna da bakıyorlar. Dolayısıyla bu ikisi arasında nerede duruyor buna da bakmak lazım. Bu süreç hoş bir süreç değil. Umarız böyle sorunlar aşılır.

Bu karteli izleyici olarak, halk olarak kırabilir miyiz yoksa devletin bir yaptırımı mı gerekir?

Devletin bence el atması gerekiyor. Zaten eğer ki salon sayısı sınırlı ama arz daha fazlaysa burada bir dengesizlik olacağı zaten malum. Dolayısıyla bir düzenleme gerekir.

Sinema izleyicisinin çoğalması için devletin ne gibi bir politika uygulaması gerekiyor?

Öncelikle filmlerin o ülke insanının toplum değerlerinin hilafında olmaması gerekiyor. Değerleri rencide edici görüntü ve diyalogların filmlerde mümkün olduğunca az yer alması gerekiyor. Devletin bu konuda yapacağı yönlendirmeler de maalesef sansür diye karşılanıyor. Ama ben ona inanmıyorum. Çünkü devlet insan için vardır ya da öyle olmalıdır. İdeal bir devlet düzeninden bahsedecek olursak korumacı bir yaklaşımı olmalıdır. Devlet insan için vardır. Dolayısıyla o insanın fıtratına uygun olan bir toplumsal düzeni ilişkiler bütününün önünü açması gerekiyor. O da o zaman kesinlikle o insan toplumunun inancını, tarihi bilincini, varoluşsal konumunu, değerlerini göz önüne almak durumunda. O zaman sanat eserlerinde de bunlara uygun şekilde dil ve anlatım ortaya koyan eserleri devlet öne çıkarmalı. Diğerleri için bir şekilde bir uyarı mekanizması geliştirmeli diye düşünüyorum. İkinci bir konu da bilet fiyatlarının düşülmesidir. Bilet fiyatları çok yüksek. Böyle aşırı rekabet ortamında ne kadar çok seyirciye ulaşabilmesinin hedeflendiğinin yanında sürümden de kazanılması göz önüne alınmalı diye düşünüyorum.

Değerlerimizin sinemada işleneceği günler sizce yakın mı?

Her gün batımının bir doğuşu vardır. Muhakkak ki öyle olmak durumunda. Zaten insanın doğası bunu gerektiriyor. Bir şey dibe vurmaya başlayınca oradan değerlerin yükselmesi de bence olabilecektir. Biz insanlığa çok şey katmış bir toplumuz. Dolayısıyla sinemada da bunu çeşitli tezahürlerle ortaya koyabiliriz.

Millet olarak çok önemli değer ve hikayelerimiz var. Bunları neden sinemaya aktaramıyoruz?

Dil geliştirme çabası çok önemli. Çok fazla kafa yormak gerekiyor. Öncelikle kısa filmler çekmek gerekiyor. Yönetmenlerin acele etmeden sinema dilini çok iyi özümsemeleri, bazı inceliklerine vakıf olmaları, hakimiyet kurmaları gerekiyor. Tabi kültürümüze de bir ünsiyet içinde olmaları gerekiyor. O olmadan biraz yabancı bir şekilde bu eserlere bakmak maalesef zayıf sinemasal yorumlamaları ortaya koyacaktır. Dolayısıyla onu özümseyerek ele alındığında eminim ki git gide o dil olgunlaşacaktır.

Filmde oynatılacak isimlerin yetiştirilmesi için neler yapılmalı?

Popülerite diye bir sorun var. İnsanlar popüler olandan faydalanmak istiyor. Bu camiadaki oyuncular anlamında farklı eserlerde ortaya çıkmış oyunculardan istifade etmek gibi düşünüyorlar. Çünkü onların tanınmışlıkları söz konusu. Bu kesimde oyuncu yetişmesi için bu kesimin çok fazla üretim yapması lazım. Kendi ekibini, platformunu kurması gerekiyor. Onun için o çarkın devamlı dönmesi gerekiyor. Dolayısıyla kuruluşlar, işletmeler bu işe biraz el atmalılar. O zaman mutfak daha canlı hale gelecektir diye düşünüyorum.

Hükümetin sinemaya destekleri ne durumda? Sizce yeterli destek veriliyor mu?

Destekler fena değil. Ama her zaman her şeyin daha iyisi olabilir muhakkak ki. Her yıl bayağı bir yekün sinemaya aktarılıyor. Buradan da daha kişisel, saha sanat temelli yapımlar ortaya çıkıyor. Gişelerden hasılatın belli bir yüzdesi yeni yapıların ortaya çıkmasına ayrılıyor. Bu önemli bir şey. Ama tabi ki her zaman daha fazlası söz konusu olabilir.

Sizin sinemaya merakınız nasıl başladı? Çocukken ne okurdunuz? Sizi bu yöne ne itti?

Benim sinemaya merakım çok küçük yaşlara gidiyor. Ben o zaman ilk okul çağlarında Yakacık Yetiştirme Yurdundaydım. Yatılı bir ortamdaydım. Ama ilk okulumuz yurdun dışındaydı, Hasan Paşa İlkokulu. Her sabah okula gidiyoruz ve okul çıkışında da yurda dönüyoruz. Bu arada Yakacık’ta bayağı sinemalar vardı. Ben o afişlere bakardım. Yerli yabancı pek çok filmin afişini orada görüyordum. Çok rahat şekilde sinemaya gidemiyorduk. Ama bizim yurda filmeler getiriyorlardı. Bunda devamlı tarihi Roma filmleri bir de Amerika’dan öğretici filmler geliyordu. Hayat tarzına dair, modern bir insan nasıl yaşar bunu gösteren filmlerdi. Belki tarifimin dışında da filmler oynadı ama onları hatırlayamıyorum. Biraz da içe dönük bir yapım vardı. O dünyalar çok zengin geliyordu bana. Herhalde oradan böyle bir sevgi doğdu.

Ülkemizde son zamanlarda çok sayıda kısa film yarışmaları düzenlenmeye başladı. Sizce bu iyiye bir işaret midir? Müslüman Kısa filmciler gelecekte uzun metrajlı bereketli iler yapabilir mi?

Bence çok faydalı. Kısa filmleri çok önemsiyorum. Yaygınlaşması lazım. İran’da 400 tane dernek var. Çıkan filmleri düşünün. Kültürel kırılma ve kompleks gibi şeyler yaşamamışlar. O yüzden İran sineması gelişmiş. Dolayısıyla bu platformlar çok önemli. Ancak buralarda ele alınacak temalar, işlene örgüler ve anlatılan hikayeler de çok önemli. Malatya Film Festivalinde bulundum. İnsanlık durumumuzu rencide eden bazı görsel anlatım ve diyaloglar vardı. Bize yakışmıyor. Biz edebi argo sınırında kalmalıyız. Bunu aştığımız zaman üzücü oluyor. Mahremi kırarak hayattaki gerçekliği olduğu gibi aktardığımızda, o zaman niye sanat yapıyoruz ki? Onun adına sanat denmez. Bazı melekelerimizi ortaya koyabilmeliyiz. Hassalarımızı işleyebilmeliyiz ve o gerçekçilik tavrından bence beri durmalıyız. Ben gerçekçiliği de problemli görüyorum. Gerçekçi olacaksak biz gazeteci tavrıyla hareket ediyoruz demektir. Sanat bunun neresinde diye sormak lazım. Oysa sanat semboller, mecazlar ve metaforlardır. Göndermeler, çağrışımlar, dolayımlamalardır. Bir şeyi göstermeden gösterebilmektir. Ya da söyletmeden söyleyebilmektir. Sanatçı kişilik budur, böyle olması gerekir. Dolayısıyla sanatı ve sanatçı kişiliği de bence deforme etmemeliyiz. Farklı bir insandır, sorumluluk içinde hayata bakar ve toplumun vicdanıdır sanatçı. O zaman bazı değerleri gözeterek insanı yaratılış ekseni içinde ele alarak tasvir ettiğinde çok daha saygın konumda hissediyorum sanatı.

Türk sineması dünyaya açılabiliyor mu?

Türk sineması, öncelikle Orta Asya sinemaları ile iş birlikleri geliştirmeli. Ortak yapımlar, alışverişler, film marketleri, film festivalleri muhakkak çok önemli. Bizim bir yanımız orada. Bu yavaş yavaş İslam dünyasına da yayılır. Onunla da kalmayıp dünya sinema algısında alternatifler üretmeliyiz. Belli normlar, şiddete ve manüplasyona karşı bir tavır geliştirmeliyiz. Şuan bunun en iyi temsillerini İran sineması gerçekleştiriyor. O anlamda biz bunu daha güçlüm kılarak dünya sinema ortamına söyleyeceğimiz çok şey var diye düşünüyorum. Çok yakın kültürel ilişkiler olması gerekiyor, aynı kültürü paylaşıyoruz, aynı medeniyetten geliyoruz, aynı tarihi köklere sahibiz ama çok uzağız. Endonezya, Malezya, Pakistan, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Batı Afrika, Orta Asya ve Avrupa ve Amerika’nın da bizim kültür havzamızın dışındaki dünyanın da ortak değerleri işleyen yapımları ortaya koymalıyız. Tabi ki bu anlayışın içine kabul edilebilecek durumdayız. İsterse onlar İslami olmasın, ama bir şekilde insanın ortak değerleri var. İnsani değerlere saygılı olsun ve onları gözetsin. Dolayısıyla biz dünyanın bütün kültürel renklerinden istifade edebilmeliyiz. Manüplatif olana karşı duyarlılık geliştirmeliyiz diye düşünüyorum.

Bu yazı toplam 750 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim