Merhum Nurettin Topçu, talebesine 'elli yıl siyâsetten uzak durun' diye vasiyet ediyormuş. İstediğiniz kadar uzak durmaya çalışın, siyâset sirâyet ediyor. En son başıma gelen de bu. Efendim; bu ayın ilk haftası itibarıyla YÖK bendenizi TÜBA üyeliğine lâyık görmüş. Hayatı boyunca kurumsal işlerin dışında kalmaya özen gösteren, zorunluluklar dışında ve çok kısa sürecek vekâletler düzeyinde olmadıktan sonra görev kabul etmeyen birisi için, bunun çok ağır bir yük getirdiği aşikârdır. 14 Haziran 2012 tarihli mukâbil bir mail ve ardından bir faks çekerek bu görevden affımı talep ettim. Hâl-i hazırda bir müstâfiyim. Önce bunu duyurmak istiyorum.
Basından tâkip edebildiğim kadarıyla Cumhuriyet Gazetesi'nin bir yazarı ve muhtemelen bütün haberlerini oradan alan bir CHP meb'usu , TÜBA'nın tanıklık ettiği son gelişmeleri mesele etmiş. Ama bunu, zaten kuruluşuyla siyâsallaşan TÜBA'nın sorunu olarak görmüyorlar. Adorno'nun Minima Moralia'sında yazdığı üzere 'yanlış hayat doğru yaşanmaz'. TÜBA siyâsal bir kadrolaşma üzerinden kuruldu. Elbette bu kadrolar içinde böyle bir kurumda olmayı haketmişler kadar haketmemişler de vardı. Zaten siyâsal kadrolaşmalar böyle ayırımları yapmayı imkânsız kılar. Meselâ bir Şerif Mardin'in böyle bir kurulda olmamasını izah edecek siyâsal gerekçelerin dışında ne olabilir? Bu kurulda Şerif Mardin'in olmamasını içine sindirebilmek zaten siyâseten çok bağlı ya da kör olmayı gerektirir. Bu kadroların iktidar değişiminden sonra huzurlarının kaçması ve toplu bir siyâsal eylemle istifâlarını basıp başka bir 'yapılanmaya' gitmelerini de anlıyorum. Siyâset, nihayetinde kendisinden beslenir. Siyâsal olarak başlayan her şey siyâsal devam eder. Doğan boşluğun çok da sağlıklı doldurulmayacağını ve hak etmişler kadar, haydi üzerime alayım; bendeniz gibi hak etmemişlerden oluşacağı muhakkak. Doğrusu TÜBA üyeliğinden daha baştan ayrılmak istememin bir sebebi de bu yapısal bozukluk. Ama Cumhuriyet yazarı ve CHP milletvekilinin derdi bu değil. Onların derdi, harîka bilim adamları olarak gördükleri eski kadroların (bizim arkadaşlar) TÜBA'nın dışına itilmiş olmaları. Siyâset ilke kaldırmıyor. Belli bir eşik atlandıktan sonra ilkelerde ısrar etmek siyâset yapmayı; siyâsette ısrarcı olmak ise ilkeleri sürdürmeyi zorlaştırıyor. Bu yazar ve milletvekili daha vahim işler de yapıyorlar. Ulusalcılıklarından şüphe uyandıracak tuhaf bir 'evrenselcilikle' ve tamamen niceliklerde takılı kalan, boş ve sığ bir Batıcılıkla (buna içeriden sömürgeci bakış demeyi daha uygun buluyorum) TÜBA'ya seçilen bilim adamlarının bilimselliklerini ölçmeye kalkıyor ve 'Hani nerede bunların uluslararası yayınları? Hangisine ne kadar atıf yapılmış?' nev'inden sorular soruyorlar. (Şaşırmayalım bu zihniyet bir zamanlar aynı nesnelcilikle insanların kafataslarını da ölçtü). Ey İsmail Kara, siz Türk Düşünce Tarihi'nin yazımına yaptığınız ciltler dolusu çalışmayla katkı sağlamış olsanız da İngilizce bir makaleniz olmadığı için bir 'hiç'siniz! Ey Serap Yazıcı, siz son dönemlerin en parlak Anayasa hukukçularından birisi olabilirsiniz ama; nerede sizin İngilizce uyduruk bir dergide ancak akademik bir raporlama sayılabilecek yüzeysel makâleleriniz?! İlber Ortaylı siz mukayeseli tarihçilikte dünya standartlarını zorlayıp, onlarca dil ile oynayarak; girdiği her akademik uluslararası çevreyi kendinize hayran bırakabilirsiniz. Ama nerede miktar-ı kâfi yabancı yayın?! Yazar ve Meb'us Beyler, ma'alesef çok basit bir şeyin; nicelikle nitelik ölçülemeyeceğinin farkında değiller.
Sayın Orhan Bursalı ve Sayın Umut Oran; ben bir mustâfiyim. Onun için çok rahat yazıyorum. Sizler tarafından bir bilim insanı sayılmamayı kendi açımdan hayli rahatlatıcı ve hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Tersi benim için çok daha zor bir durum olurdu. İstifâ etmemin nedenleri ya da gerekçelerinin sizin beklediklerinizin çok ama çok dışında olduğunu ve durup baktığınız yerden görülmesini asla beklemediğimi söylemeliyim.
21.06.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.