Hoca'yı tanıyanlar bilir: O, kökleri Süleyman Belhî ve Abdülkâdir Belhî'ye giden ve tasavvufî incelikleri zirveye çıkarmış olan Melâmî meşrebinden şaşmamıştır. Bu meşrep, övülmeyi neredeyse en büyük külfet sayar. Bilerek ya da bilmeyerek bu hataya defalarca düştüğümü hatırlıyorum. Bir keresinde uzun uzun, mûsıkisine , özellikle de bende derin izler bırakmış olan Evc'ara taksimine övgüler yağdırıyordum. Rahatsız olduğunu anlayamamıştım. Zârif bir şekilde sözümün arasına girdi ve evindeki perde kornişlerini değiştirmek istediğini; bu konuda iyi bir perdeci tanıyıp tanımadığımı sordu(!)......Uslanmadım ve kendimi alıkoyamadım. Her fırsatta övgülerim devam etti. Çoğu kez gözlerini bir noktaya sabitleyerek, hiç karşılık vermeden ama adeta, övgüler bitene kadar tayy-i mekân ederek durduğunu hatırlıyorum. Nihâyet kendisini ziyaretlerimden birisinde, bu işte kendi payının çok sınırlı olduğunu; eğer ortaya bir şeyler çıkmışsa bunu , askerlikten döndükten sonra, soğuk bir kış günü kendisini ziyaret edip, isteği üzerine ney üflediği, Sucu Ali Fânî Dede'nin, duygulanıp sessizce akıttığı gözyaşları içinde 'Allah razı olsun Niyâzî'ciğim. O'nun izniyle bu devrin en iyi neyzeni olacaksın' diyerek ettiği duaya borçlu olduğunu söyledi.
Niyâzî Hoca'nın hocası; Tanpınar'ın Huzur'unda Ressam Cemil Bey olarak anlatılan , Emin Dede'nin talebesi ünlü ressam Halil Dikmen'dir. (Halil Dikmen aynı zamanda, Bilge Mimâr Turgut Cansever'e de ney öğretmiştir). Üstâd Niyâzî Sayın, Halil Dikmen'in neyzenliğini daima kendi neyzenliğinin önüne koyar ve bu zarif, hassas ve yüksek ahlâk timsâli şahsiyet için; 'Ben onun çıkardığı seslere ulaşamadım' der. Selim-i Sâlis'in geniş yataklı mûsıki ırmağında yıkanan Tanbûrî Cemil Bey ve bizzat tanıdığı Mes'ud Cemil Bey, Niyâzî Hoca'nın mûsıkisini kanatlandıran diğer büyük üstâdlardır.
Niyâzî Hoca isteseydi, meselâ bir Ravi Shankar'ın yapmış olduğu üzere dünya çapında 'sentezler'e, 'füzyonlar'a imza atardı. Ama kendisi, bu deneysel müzik, füzyonculuk ucuzluklarına iltifat etmedi. Uçucu değil, kalıcı işlerle, yorumlar ve icrâlarla ilgilendi. Mûsıkiye araçsal bakmadı ve ona hizmet etmeyi esas bildi. Bu yüzden, 'Mûsıki ruhun gıdasıdır' beylik lâfına içerler ve her fırsatta tam tersini söyler. Hoca'ya göre asıl 'Ruh mûsıkinin gıdasıdır'. Niyâzî Hoca saygınlıkla birleşmeyen başarıların cilvelerine, hele hele ticârî taraflarına asla kapılmamış; hep muhitine ve kendisine intikal eden mirâsa sadakati esas almıştır. Bu güzelliklere ne kadar titizlendiğini herkes bilir. Bu titizlenme, onları dondurmak değil, içine yeni güzellikler katarak gelecek nesillere aktarmakla âlâkalıdır. Niyâzî Hoca ney üfleme tavrını en yüksek derecede bir ses ve sadâ estetiğine ulaştırmış olan bir kişidir. Cem Behar'ın dediği gibi ney tarihi NSÖ (Niyâzî Sayın'dan Önce) ve NSS (Niyâzî Sayın'dan Sonra) olarak yazılacaktır. En büyük katkıları, Tanbûrî Cemil'in perde disiplinini , uygulanması en zor olan ney sazında lâyıkı veçhile uygulamak; perdeler arası bağları çok zarif geçiş ve tonlamalarla kurmak , özellikle de alışılmadık transpozisyon tekniklerini kazandırmaktır. Dolayısıyla, Hoca'yı bir mûsıki âlimi olarak görmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Galibâ, Istanbul'da yaşamanın bir saadeti de , soluduğumuz havaya bu büyük mûsıki aliminin kutlu nefesinin ve sadâsının karışmış olduğunu bilebilmektir...
28.05.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.