Akıl da, daha sonra yaptıklarını kabullenmenin ya da gerekçelendirmenin derdine düşer. Evet, insan en çok kendini kandırır, demiş oldum böylece.
Bir duygu varlığı olarak insan, bu özelliği sebebiyle robotlardan ayrılır. Aklın katılığı ve kıyıcılığını bu şekilde baskılar. Yenilgi ve dahi hatalarını, duygunun hazzı sayesinde kabullenir ya da üzerine başka bir elbise giydirerek görmek istediği şekilde görür. Her hâlükârda insan sürekli karar alma mevkiinde olduğu hayatına, duyguları ile neşe ve pişmanlıklar katar. Aklın sıkıcılığını böylece yendiğini düşünür.
Teoman Duralı, duygunun şemsiye bir kavram olduğunu, birçok dilde heyecanla karıştırıldığını söyler ve duygulanmayı; herhangi bir dış etkinin (insanın) üstünde yarattığı etki, beni içten içe ele geçirişi ve fethedişi olarak tanımlar. (Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü, 1. Baskı, 2013, s: 483-486) O halde duygu, insanın üzerinde güç sahibidir. Arzuladığı neyse, insanı onu yapmaya zorlar. Aklı baskı altına alıp, insan vücudunu ele geçirir. Tabiri caizse insan vücudunu fetheder. Hem ayartıcı hem de etkileyicidir. İnsan da bu etkilenmeye teşne yani meyyaldir. Çünkü her etki, etki gücü ve alanında uygun hedefleri kollar. İnsanın duygularının esiri olması kendinin esiri olması, kendi duygularının kollarında huzuru aramasıdır. Sorun ise duyguların yaşanmasında değil. Sorun, duyguların bir kontrol mekanizması olan akıl tarafından denetlenmesinin gerekip gerekmediğinde saklıdır. Mesela merhamet, son derece insani bir duygudur. Yerinde ve dozunda olmak kaydıyla ama. Mesela savaşta merhamet yenilgi doğurur, bir seri katile merhamet etmek, katilin yaptığı fiilin kötülüğüne gölge düşürür. O halde mesele duyguların zamanını ve oranını doğru şekilde ayarlamak. Burada ise insanın önünde irade terbiyesi kapısı açılır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.