Taha Abdurrahman, İslâm Düşünce Enstitüsü’nün davetiyle “eman yurdu, ana rahmi ve öncü ülke” diye tesmiye ettiği Türkiye’ye geldi. İlerlemiş yaşına rağmen dinç rûhu, fikirleri yerli yerinde tutan dimağı ve ümmete adadığı enerjisiyle âdeta bir konferanstan diğerine koşturduğunu gördük. Temmuzun sıcağında İstanbul ve Ankara’da hikmet esintileriyle rûhlara esenlik verdi. Sadra şifâ vermeyen gündemlerden sıkılan ve boğulan idrâklarımıza ve vicdânlarımıza esâsında ilaç gibi geldi çağımızın mütefekkirlerinden Taha Abdurrahman. Bu arada altını çizmemiz gereken ve dikkat çeken bir husus vardı. Toplantılara özgün ve derin fikirleriyle öne çıkmış şahsiyetlere, nitelikli ilmî tahlillere duyulan özlemi seslendiren gençlerin ilgisi çok sevindiriciydi.
Taha Abdurrahman geldi ve ardında güzel şeyler bıraktı. Şimdi bıraktıkları üzerine tefekkür etme zamanı. Gerçi kolaycılıkla mâlûl zihinler hemen yargılarını sıralamadı değil. Anlamanın ciddî bir emek ve samîmîyet istediği vasatta, gömüldükleri konformizm içerisinde beğenmediğini süslü laflarla izhâr etmek kolaycılığa ve kıskançlığa sarılmak da demek. Taha Abdurrahman’ın kitâbî müktesebâtını dikkatli şekilde okumuş, tebliğleri veya metinlerini hassasiyetle didik didik edenlerin getirdiği ilmî eleştirilerini burada aynı kefeye koymanın doğru olmadığını da belirtmeliyiz. Zâten mesele, yapılanın ve paylaşılanın övgü ve yergi sınırlarından azâde şekilde ilmî ve akademik bir eşikte tahlîl edilmesi, eleştirilmesi ve değerlendirilmesidir. Hem Taha Abdurrahman’ın hem de ümmet mütefekkirlerin en çok buna ihtiyacı söz konusudur. Ancak böyle bir zeminde ilmî ve hikemî bir geleneğin canlanabileceğini ve dahası yeniden inşâ edilebileceğini ileri sürebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.