• İstanbul 23 °C
  • Ankara 20 °C

Usta yönetmen Mehmet Tanrısever: Sinema da bir ibadet aracıdır

Fatma Gülşen KOÇAK

AK Parti’nin handikapı Kültürel İktidarın sırrını açıklayan Tanrısever, “Bu sinemayla, dizilerle her şeyle mümkün olabilir. Sinema da bir ibadet aracıdır. Siyasi iktidar buna önem veriyor ama yeterli olmuyor. Ehil insanlar ilgili yerlere gelemiyor.

Ruh dünyası geniş insanları bulmak gerek” diyor. 

Usta yönetmen Mehmet Tanrısever ile yeni filmlerini, AK Parti’nin kültür politikalarını ve geleceğe yönelik hedeflerini konuştuk.

-Mehmet Tanrısever sinemayı neden bu kadar çok önemsedi?

60-70’li yıllarda sinemayla büyüdüm. Bir filmden çıkar başka bir filme giderdim. Bekar odalarındaki yalnız hayatımın sıkıntılarını filmlerde atardım. Filmlerdeki kahramanlarla yaşar onları örnek alır, böyle motive olurdum. Sinemada ağlayıp sinemada gülerdim. Bir film günlerce aklımda kalırdı ve mutlu olurdum. Sinemanın aşkıyla, dramıyla, kovboy, aksiyon filmleriyle büyüdüm. Sonra 1979’da evlendim. Eşim kapandı, ben de namaza başladım. Abdestli namazlı olmamıza rağmen o ilk zamanlar dini bilgimiz zayıftı. Hal böyleyken her gördüğüme, duyduğuma inanıyordum. O zamanlar sinema, müzik haram, sakal bırakın, cübbe giyin gibi telkinler alıyorduk. Duyduğumu aldığım için, o istikamette yaşamaya başladım ama bu bir yere kadar devam etti. 3-5 yıl sonra bunalıma girdim. O zamanlar daha ilk defa duymuştum depresyonun ne olduğunu. “Sanırım depresyona girdim” dedim kendi kendime.

Boşluklar vardı içimde

Bir türlü mutlu olamıyordum, boşluklar vardı içimde. Hep kapalıydım. İş, güç, cübbe, sakal, namaz falan… Bunların faydalarını da gördüm ama bu süreçte yatıştırıcı ilaçlar kullanmaya başladım. O süreçler öyle geçti. Nihayet 1989’da sinemaya başladım. “Sinemada biz de olmalıyız” dedim. O zamanlar sinema hep kötülenen bir şey. Türk filmleri insanı bozar falan. Şimdi baktığımızda o filmlerin çok daha masum olduğunu görüyoruz. O zamanlar Yücel abiyle tanıştık. İlk filmimiz Minyeli Abdullah’ın gösterimini yapıyoruz. Türkiye çapında 100 sinema salonu varken, Minyeli Abdullah500 bin seyirci elde etti. Sinema salonları çok kötüydü, o zamanlar AVM de yoktu. Zaten yılda 7-8 Türk filmi çekiliyor, onlar da rağbet görmüyordu. Genelde yabancı filmler izleniyordu. Bizim film öyle bir zamanda 19 kopya ile 500 bin seyirci elde etti. 90’larda böyle bir başarının ardından Minyeli Abdullah-2 ile devam ettik. O zamandan sonra milli sinemanın önemini daha çok kavradım. Anladım ki sinema inancı anlatıyor. Neye inanırsan, neyi dert edersen, sinemaya onu aktarıyorsun. Gün geçtikçe sinemaya, tiyatroya, müziğe daha çok önem verdim. Kimilerine sponsor da oldum. Bazı arkadaşlar için tiyatroları kiralayıp onların gösteri yapmasına ön ayak oldum. O günlerden bu günlere geldik. 2010’larda “Hür Adam” diye bir film yaptım. 2018’de de iki film yaptım. Biri “Hür Köle” diğeri “Bozkır-Kuşlara Bak Kuşlara”. Bu filmlerle beraber toplam 9 filmimiz oldu. Tabi benim imkanlarım bu. İmkanlar ölçüsünde film yapmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda iş adamıyım. Eskiden işler daha ağırdı. Son 5-10 yıldır daha da hafifledi. Düşüncelerim daha da berraklaştı. Daha çok kitap okuyorum, sanata yönelebiliyorum.

-Sizce sinemanın gücü nedir?

Sinemayı çok önemli bir iletişim aracı olarak görüyorum. Hayatı anlatıyor. Okulda bir yılda zor verilen eğitimi 2 saatte sinema karşısında verebiliyorsun ve daha çok etkileyebiliyor. Bir örnekle anlatayım. Rahmetli Erbakan’ın partisinden bir milletvekili söylüyor: “Benim hanıma yıllardır söylüyorum ‘kapan, namaz kıl’ diye. Bizim yıllardır yapamadığımızı Minyeli Abdullah filmi yaptı.” Burada sinemanın, filmin gücünü görüyoruz. Bir de sinema yüksek sanattır, tefekkürdür. Doğru işler yapılırsa bereketini görüyorsunuz.

-Biraz da günümüze gelirsek... AK Parti Hükümeti, sinema alanında hangi politikaları üretmeli?

Cumhurbaşkanımız her zaman bu konuda eksik kalındığını dile getiriyor. “Maalesef başaramadılar. Ama bana fırsat verilsin, çok daha büyük işler yaparım. Yönetim anlamında da imkân verilsin, din, kardeşlik ve milli konularda çok büyük işler yapabileceğimi düşünüyorum. Başkasına kefil olamam ancak kendimi bu konuda hazır hissediyorum. Konfüçyus’un çok önemli bir ilkesi var devlet yönetimi ile ilgili. “Devlet üç madde ile yönetilir. Asker, ekonomi ve güven. İlk iki maddede zafiyet olduğunda da devlet ayakta kalabilir, çünkü güven hâlâ vardır. Ama güven olmadan olmaz” diyor. Bu ilkeyi önemsiyorum.

Dizi ve filmlerle yıktılar, yine bu araçlarla doğrulabiliriz

Dizi ve filmleri en ön safa geçirmeliler bence. Çünkü insanlar sinema sayesinde birbirini daha çok sevebilir. Kardeşlik, arkadaşlık gibi duyguları, milli hassasiyetleri sinemayla veririz. Bizi dizi ve filmlerle yıktılar, yine bu araçlarla doğrulabiliriz. Ama bu konularda epey eksik kalındı. Sinemanın ve kültürün varlık sebebi, özümüzü nesillere doğru yansıtmaktır. Peynir ekmek yiyelim ama güven ve sevgi olsun. Şimdi her nimetten faydalanıyoruz ama sanat açlığı var.

-Yeni filmlerinizden bahsedelim dilerseniz.  Konuları nedir?

Hür Köle’den bahsedeyim önce. “Ben hür müyüm köle miyim?” sorusunun cevabını aratan bir film. Annesinin bir duası var yıllar öncesinden: “Oğlum Kur’an öğren, hafız ol, insanlara faydalı ol” diye. Bu duadan hareketle imam olan bir adamın hikayesi. İnsanlara namaz kıldırıyor, faydalı olmaya çalışıyor. Cemaat gitgide azalıyor. Bir gün, herkesin nerede olduğunu soruyor, dizi izledikleri söyleniyor. Tam orada bakıyor ki asıl hizmet bu mecrada… Yönetmen olmaya karar veriyor!

İdealist bir yönetmen olarak filmler çekiyor. Ama filmleri iş yapmayınca evi gidiyor, eşi terk ediyor, iflas ediyor. Çocuğuyla kalıyor acılar içinde. Başka bir yerde iş bulamıyor. Arkadaşları sırt çeviriyor. Sonra iç sesine yöneliyor. Daha merhametli bir insan olmaya karar veriyor. Bu süreçte engelli bir kız buna aşık oluyor. Karşılıksız bir sevgi. Kızın babası yönetmene her türlü teklifleri yapıyor. Bu arada kahramanımız mide kanseri oluyor sağlıksız beslenmekten, sokaklarda yatmaktan dolayı. Bir battaniye ve bir sırt çantasıyla hayatını geçiriyor çünkü. Mecburen engelli kızın babasının yaptığı teklifi kabul ediyor. Evlenirse, yuvada olan kızını da alacağını hayal ediyor. Evleniyorlar ve nikahtan hemen sonra vefat ediyor. Film böyle bitiyor.

-İzleyiciyi kendine çekecek bir konu. Pekiyi diğerlerinde ne anlatılıyor?

“Bozkır- Kuşlara Bak Kuşlara”da köy köy silah satan iki arkadaşın hikâyesi... 50-60 yıllık bir hikâye. Kaçak silah ve mermi satıyorlar, katırla. Biri efendi diğeri haylaz iki arkadaş. Bir gün asker arkadaşının evine ziyarete gidiyorlar. Asker arkadaşları evde yokken, hanımı ayran ikram ediyor. Bu sırada katırları kaçıyor ve efendi olan arkadaş katırın ardından gidiyor. Yakalayıp getirdiğinde bir de bakıyor ki ortağı, asker arkadaşının hanımını taciz ediyor. Olay büyüyünce taciz eden arkadaşını vuruyor. “Biz namus korumak için silah satıyoruz, sen namussuzluk yapıyorsun” diyor. Bu olayın ardından köyde kahraman ilan ediliyor, köyün namusunu temizledi diye. Hapse atılıyor. Hapiste hep eşkıyalar, caniler. Oradaki bozuk düzeni görünce yaptığını mahkeme karşısında inkâr ediyor. Salıveriliyor. Yaptığını inkâr ettikten sonra köylü tarafından linç ediliyor, dışlanıyor. Bunalımlara giriyor. Bir şeyh efendi ile tanıştıktan sonra hatalarıyla tekrar yüzleşiyor ve film bu şekilde bitiyor. Filmde genel anlamda namus vurgusu yapılıyor.

-Müslüman iş adamları sanata sponsor olma konusunda neden tembel davranıyor sizce?

Tembellikten değil, yeterince aydın olmadıklarından kaynaklanıyor. Bilmiyorlar. Çek-senetten, AVM, hesap-kitap yapmaktan yoruluyorlar. Sadece iş adamları değil, bürokratlar da aynı şekilde. Misyonu kavrayamıyorlar. Kendileri namaz kılıyor, tesbih çekiyor ancak çocuklarını bırakıyorlar sosyal medyanın kucağına. Absürt filmlerin milyonlarca izlenmesinin bir sebebi de budur.

-Dünya Sineması bugün hangi atılımları yapıyor? Türk Sineması’nın yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası, Türk Sineması sulu komedi filmleri ve entrika dizileriyle dolu. Sahtelikler, cinsellik… Bu canımı çok acıtıyor. Artık toplum öyle bir noktaya gelmiş ki her yerde bir depresyon hakim. Bunalımlar, gerginlik. Bu sebepten halk hep komedi filmlerine gitmeye ihtiyaç duyuyor. Onlar da pek bir şey anlatmıyor. Dünya sineması da duygudan yoksun. Aşk filmleri geri planda. Hep bir yapay zeka vurgusu, uzaylılar, tek tip insan, tek din, tek millet yaratmaya çalışıyorlar. Bunlar büyük bir proje. Buna direnmeye çalışan gruplar da var ama bunlar baskın çıkıyor. İnançlar yok edilip yapay bir inanç sistemi oluşturuyor. Küresel gücün bir projesi. Kıyametin büyük alametlerinden olarak görüyorum.

Kültürel iktidarın sırrı...

-Kültürel iktidar neyle ve nasıl mümkün olabilir?

Sinemayla, dizilerle. Her şeyle mümkün olabilir. Ama bunlar çok önemli araçlar. Sinema da bir ibadet aracıdır. Siyasi iktidar buna önem veriyor ama yeterli olmuyor. Ehil insanlar ilgili yerlere gelemiyor. Ehil insanlar kolay yetişmiyor. Bir senede ehil olunmuyor. O insanlara bakacaksın, kaç yıldır camianın içinde. Şimdi kendini mi anlatıyorsun diyeceksin. Yıllardır bu işin içindeyiz. Kim ne kadar samimi, kimin ruh dünyası ne kadar geniş? Bunlar çok önemli. Herkes kameraman olabilir, yönetmen olabilir. Ama ehli olamaz herkes. Ruh dünyası geniş insanları bulmak gerek.

-Tanrısever’in hayalleri nelerdir?

İmkanlar ölçüsünde ne kadar çok film yapabilirsem... Radyomuz var, Radyo Feza 97.4, sürekli Kur’an meali yayını yapılıyor. Bunu sürdürmek istiyorum. Sosyal medyada iyi içerikler üretmeye çalışıyoruz, videolar vs. 100 bin kişiye ulaşıyoruz. Ama insanlar ne yaptığına değil, ne giydiğine nasıl oturduğuna odaklanıyor. Bir pilot uçağı kullanabiliyorsa gerisi önemli değil. Kişinin ne yaptığı önemlidir, oturup kalktığı değil.

-Başkan Erdoğan’ın bir filmini yapacak olsanız nasıl anlatırdınız?

Onun hakkında yapılan iki filme de gittim. KOZ ve REİS filmleri. Hakkında yazılan kitabı da okudum. Yazarını da tanıyorum. Kitap beni duygulandırmıştı. KOZ filminin maalesef seyircisi olmadı. Reis filmi biraz daha iyiydi. Ben olsam daha duygusal yapardım, daha farklı olurdu. Kendisini ve eşini 1980’den beri çok iyi tanıyorum. Erdoğan çok sırlı bir insan. Bazı işlerine önce kızıyorum sonra “İyi ki yapmış” diyerek hak veriyorum. Seçilmiş bir kul olduğunu düşünüyorum. Ama işte kültür sanat cephesinde bizlere de yer verilmesini isterdik. Kritik olaylarda, seçimlerde, Gezi olayında hep destek olmaya çalıştım. Ayetlerle hadislerle direnişlerden bahsettim. Bu duruşumu bozmadım, hâlâ da söz verildiğinde gerekeni söylüyorum.

En çok çağrı etkiledi

Mehmet Tanrısever kendisini en çok etkileyen filmleri şöyle anlatıyor: “Çağrı Filmi tabii ki. Onlarca kez izledim. İlk çıktığında eşimle Marmara Sineması’nda izledik. Ama savaş çok verildi. Sosyal yönleri daha ön planda olmalıydı. Esaretin Bedeli gibi, Yeşil Yol gibi, Forrest Gump gibi işlenmeli. Evrensel mesajlar verilmeli.”

Milli oyuncu milli filmlerle yetişir

-Uzun yıllardır sinema sektörü içindesiniz. Yerli-milli kimliği olan oyuncular neden yetişmiyor?

Çünkü bu konularda filmler yapılmıyor. Bu sahada çok film yapılsa yetişir ama biz yapıyoruz 2-3 film, karşıda yapılıyor 80-100 film. Bizim değerlerimizi anlatan filmler çoğalırsa, bizim değerlerimize sadık oyuncular da yetişecektir.

-Türkiye sürekli zor dönemeçlerden geçmeye zorlanıyor, sağ salim çıkmasını neye bağlıyorsunuz?

İman. Biz Türkler Allah’ın sevgili kullarıyız. Türk, Kürt hepimiz bu toprakları kimseye bırakmayız. Bazı bozulmalar oluyor, onlar da dibe vuracak. İnsanlar yeniden Kur’an’a, Sünnet’e dönüş yapacak. Öyle inanıyorum, ümitvarım. Tüm filmlerim buna hizmet ediyor. 2014 krizinde devletimizin yanında olduk, olacağız. Bunlar hep imtihan. İmtihandan kaçmayacağız, sabredeceğiz. İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldı, kaçmadı. İmtihanı geçti. Biz de sabredeceğiz.

Bu yazı toplam 1256 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim