Çünki hem halefi İsmet Paşa’nın “seçilmesi” (!) sırası hem de ondan sonra imzâlanan bir dizi enternasyonal sözleşmeyle TBMM’nin ülke kaderini belirleyen “en yüce” mercî olması kuralı hem içeride (Millî Şef, Generalite, TBMM’nin yanına bir de senato vs.) ve hem de dışarıda (diğer egemen ülkeler) dumûra uğratılmışdır. “İstiklâl-i Tâm” ilkesi için de aynı sebebler geçerlidir. Meselâ bir ülkeyle askerî andlaşma imzâladınız mı “hâkimiyet” (egemenlik) haklarınızın önemli bir bölümünden ferâgat etmiş olursunuz.
Yâni ben diyorum ki Türkiye Kemalist olmadığı halde sanki Kemalistmiş numarası yapıyor.
Bir devletin en sağlam meşrûiyet özelliği demokrasisidir. Bu bakımdan birer kırallık olan İspanya, İngiltere vs. gibi ülkeler Türkiye’ye nazaran (klasik anlamda!) çok daha fazla “cumhûriyet” özelliklerine sâhibdirler. Öyle ya, Çin ve Sûriye de cumhûriyet!
Öte yandan ABD yâhut Fransa gibi devletlerde de ikinci meclis (senato) uygulaması var ama onlar “Kemalist” değiller. Olmak zorunda da değiller.
Peki, biz Kemalist olmaya mecbur muyuz?
Ben Kemalizm’in çokdan öldüğü kanaatini taşıdığım için bu sualin bence ehemmiyeti yok. Ama yaşadığını varsayanlar arasında da “mecbur değiliz” diyenler çıkabilir.
Ancak öyle yâhut böyle biz başka bir şeye mecbûruz:
DÜRÜST OLMAYA!
Ben şahsen Türkiye’nin; NATO, Avrupa Konseyi, AB gibi örgütlere girmesini fevkalâde yararlı buluyorum, çünki Kemalist değilim.
Gönül rızâsıyla ve mütekaabiliyet esâsına dayalı olarak bâzı egemenlik haklarından niye ferâgat edilmesin. Ama Türkiye için çok yararlı olacağını bile bile zâten cılkı çıkmış bir Kemalist prensip uğruna meselâ AB üyeliğinden vaz mı geçelim?
Ne dersiniz, Kemalistler?
NOT: Yeni bir deprem felâketiyle yüzyüze kalan yurddaşlarıma en kalbî başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimi sunarım.
11.11.2011 Star































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.