Tarih, doğası itibariyle insan ayrışmasını yansıtmaya çok yatkın bir alan. Çünkü tarih zaten belli bir topluluğun kolektif kimliğiyle mutabık olunan bir geçmiş hikayesidir ve bu hikayenin geçmişte gerçekten yaşanmış olanlarla çok az ilgisi var. Geçmiş hakkındaki algı kolektif olarak kurulup kabul edildiğinde ona tarih diyoruz. Tek tek birilerinin başından geçmiş olmasına gerek yok, geçmişin birlikte ve beraber nasıl algılanacağına dair bir kabul alanına dahil olunur tarih yoluyla. O yüzden tarih hakkında farklı hikayeler ortaya atmak riskli bir iştir, çünkü bu kolektif varlığa bir itiraz olarak hissedilir. Ortak geçmiş algısı, grubu inşa eden bir işlevi yerine getirdiği için onu sorgulayan girişimler pek sempatiyle karşılanmazlar. Oysa mevcut gerçekliğin kuruluşunda bazı haksızlıklar, çarpıklıklar varsa bunlardan çıkışın bir yolu da ortak geçmiş algısının sorgulanmasından geçiyor.
Daha uzak tarihi bir yana bırakalım, yakın tarihle ilgili yeniden okuma girişimleri hem bugünkü düzenin artık işlemediğini gösteriyor, hem de bugünün sosyal veya siyasal düzeni ne kadar aksıyorsa yakın geçmişe ilgiyi daha da artırıyor. Adına "yüzleşme" dememiz tevekkeli değil, o yüzleşmeyi yapmadan bugünü düzeltemiyoruz çünkü. Bugünümüz ne kadar büyük haksızlıklara dayalı olarak kurgulanmışsa geçmişimiz hakkında da o kadar uyduruk hikayelerimiz var demektir. İşin kötüsü, çocukların inanamayacağı saçmalıktaki hikayelerin milli tarih gibi benimsetilmiş olması. Millet olma vasfımız bile bu zoraki hikayelerin herkes tarafından "ortak tarih" adı altında benimsenmesine dayandırılmış. O yüzden farklı bir tarih ihtimalini dile getirenler adeta bir millet sözleşmesinden sapmış gibi görülüyorlar. Oysa milleti inşa eden bu ortak tarihe dair gerçekten ortak işleyen bir hafıza yok. Herkesin bu ortak geçmişle ilgli hatırladıkları farklı.
Yakın tarihimiz gerçekten neresinden tutsak elimizden kalacak cinsten. O kadar yanlış kurgulanmış ki, kurgulanış anını olduğu gibi anlatıp kurucu iradeyi haklı göstermek mümkün değil. Onu kabul edilebilir kılabilmek ancak olduğundan çok farklı göstermekle mümkün olmuş -ne kadar olabilmişse tabi. O yüzden başlangıcından itibaren tam bir gizlilikle, gizemcilikle, entrikalarla yönetilmiş bir toplumun geçmişi bir yanıyla da tam bir tarih hazinesi gibi. Gerçek bildiğimiz her şeyin yalan, bilmemiz gereken bir çok gerçeğin bizden gizlenmiş olduğuna dair her gün bir sürü yeni, yepyeni, taptaze "son dakika" "tarih haberi" alabiliyoruz.
Aldığımız her taze haber ayrışmalarımızı pekiştiriyor belki, ama, bunun sonucunda bugüne dair yeni ve adil bir sözleşme gelecekse, bu ayrışmalar bir yerden sonra sadece hayırlı bir görüş zenginliğine de dönüşebilir. Bu sözleşmenin her yönüyle açık bir toplumu geliştirmesiyle birlikte muhtemelen gelecek nesiller kendi yakın tarihlerine aynı ilgiyi duymayacaklardır, çünkü onları şaşırtacak veya şok edecek derecede, bildikleri bir hususun farklı bir bilgisiyle karşılaşmayacaklardır.
Bugün bir çok toplumda yakın tarihin bizdeki kadar ilgi konusu olmaması da aynı nedenden kaynaklanıyor. Çünkü azami bir şeffaflıkla yönetilen, demokratik katılımın ve insan haklarının komplekssiz bir biçimde teslim edilmiş olduğu toplumlarda, yakın geçmişe müracaatı gerektirecek bir durum da yoktur.
TAZİYE: Cumhuriyet döneminin tanıklığını bir alim olarak hakkıyla yapmış olan ve çevresinde Kutuz Hoca olarak bilinen din alimlerinden, değerli mütefekkirlerimizden Prof. Mustafa Kara, Prof. İsmail Kara ve Hüseyin Kara'nın muhterem babaları Hafız Mehmet Kara Hakk'ın rahmetine yürümüş. Kendisine Allah'tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına başsağlığı ve sabr-ı cemil diliyorum.
12.12.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.