Seyahat boyunca ilkleri yaşadım. Gördüğüm her şey benim açımdan son derece şaşırtıcıydı. Kendimi büyülü bir masalın içinde gibi hissediyordum. Boğaz'dan girişte düştüğüm şaşkınlığı unutamam. Bu nasıl bir kanaldı? Balıkçı teknelerinin, boğaz vapurlarının arasından süzülüp gidiyorduk. İlk kez boğaz vapurunun bana son derece tuhaf gelen düdüğünü duydum. Bakışlarım büyük bir merak içinde bir noktaya yapışıyor, gördüklerimi çözemeden başka bir yere dönüyordu.
Din mazlumlarının avukatı Bekir Berk'le bu gelişimde tanıştım.
Bürosu Çarşıkapı'da Kiğılı Pasajı'nın içindeydi. Başka davalara bakmadığı için dış duvara büyük bir levha asmamış, sadece penceresine küçücük bir tabela koymuştu: "Bekir Berk, Avukat"...
Sinan Omur, Eşref Edip (hicran devrinin gazetecileri, yazarları), Sudi Reşat Saruhan (avukat, sonra milletvekili), Ayhan Songar (Psikiyatrist), Osman Yüksel (Serdengeçti) ve daha pek çok önderi o büroyu ziyaretlerim sırasında tanıdım.
İlk daktilomu rahmetli Avukat Bekir Berk armağan etmişti bana: "S" harfi basmayan bir Remington... Köyüme götürmüş, ilk amatörce yazılarımı o daktiloda yazmıştım. Bir süre sonra da kullanılamaz hale geldi.
Yeni Asya Gazetesi'nde yıllarca birlikte çalıştık. Daha sonra Yeni Nesil Gazetesi'ni kurduk: O sahibi, ben Genel Yayın Yönetmeni idim.
İnandığı gibi yaşamasına, asla pes etmemesine, doğru bildiği yolda ölümüne yürümesine defalarca şahit oldum. Öyle disiplinli çalışıyor ve işini o kadar ciddiye alıyordu ki, hayatında disiplin olmayanlar onu anlayamazdı. Nitekim anlayamadılar: "Uyumsuz" dediler, "sinirli" dediler.
Ben ise çeşitli vesilelerle hep derin şefkatine şahit oldum. Belki biraz sert, ama son derece mertti. Hata etse bile fark eder etmez hatadan dönüyor, tereddütsüz özür diliyor, kırdığı insana sarılıp helâllık istiyordu.
Enerjisine hayran kaldım. İleri derecede kanser olmasına rağmen, yılmamasının, yıkılmamasının sırrını çözdüm: Sırrı inancıydı: Ona tutunup diri kalıyordu.
Korkusuzluğu, pervasızlığı da inancının sağlamlığından geliyordu. Bir temyiz duruşması sırasında öfkelenip "Neyine güveniyorsun Avukat?" diye bağıran Yassıada Savcısı Egesel'e (Menderes'in idam hükmünü veren başsavcı) çantasından hızla çıkardığı kefeni fırlatmış, "Buna güveniyorum" diye bağırmıştı.
Mazlumlar için ölümün bir güvence olduğunu ondan öğrendim.
Vefat yıldönümünde (14 Haziran 1992) onu rahmetle, minnetle anıyor, her gün biraz daha özlüyor, artan bir ihtiyaç içinde arıyorum.
13.06.2012 Yeni Akit































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.