• İstanbul 18 °C
  • Ankara 27 °C

Yazar Fahri Tuna ile Tanıdığı Portre Yazarları Üzerine Söyleşi

Yazar Fahri Tuna ile Tanıdığı Portre Yazarları Üzerine Söyleşi
TYB Sakarya Şubesi’nin 19 Mayıs 2021 akşamı düzenlediği programda Fahri Tuna Kadir Korkut ‘un sorularını cevapladı.

1.Edebiyatın, malum, yirmiye yakın türü var. Bunlardan birisi de portre. Portre kavramıyla ilk ne zaman tanıştın Fahri Abi?

Ben mühendisim biliyorsun. Bir kamu kurumunda bilgisayar programcısı olarak çalışan bir teknik elemandım. Edebiyatla akademik anlamda hiçbir ilgim ve bilgim yok. Yoktu o zaman, diyelim. Yirmili yaşlarımın sonlarına doğru tanıştım portre kavramıyla. 1986’ydı. Yerel bir gazetede haftalık söyleşiler yapıyordum. Girişinde de beş altı cümle ile söyleşi yaptığım kişiyi tanıtıyordum. Bir yandan da mizah ve deneme yazıları yazıyordum. Bunları takip eden ağabeyim, edebiyatta hocam, kalemimin terbiye edicisi - özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek, bir gün bana ‘sende portre yeteneği var Fahri, sen portre yazarı olmalısın’ dedi. Ve bana, kendi kütüphanesinden Yusuf Ziya Ortaç’ın ‘Portreler’ kitabını getirip okuttu. Portre edebiyatıyla ilk böyle tanıştım, böyle yüz yüze geldim ilk.

2. O yaşa kadar benzeri hiç kitap okumamış mıydın?

Aslında, ta ortaokul ikiden üçe geçtiğim yaz, nereden elime geçtiyse, - zira bir köy çocuğunun yaz tatilinde böyle kitapların eline geçmesi, 1973 şartlarında hele, hiçte kolay değil -, Şevket Süreyya Aydemir’in Atatürk’ün hayatını anlattığı Tek Adam’ını ve İsmet İnönü’nün hayatını anlattığı İkinci Adam’ını okumuştum. On üç yaşındayım. Böyle kalın kalın kitaplar. Tuğla gibi. Zevkle okumuştum ama. Meğer bunlar biyografi kitaplarıymış. Zaten biyografi ile portre yakın akraba bana göre. Belki bu anlamda, yan dal diyorlar ya şimdilerde, portre değil ama yakın akrabası sayılabilecek biyografi kitapları okumuşum çocukken. Ne okuduğumu bilmeden ama.

3. Abi sen hem biyografi alanında hem de portre alanında eserler veren bir yazarımızsın. Bu iki alanda kaç kitabın yayımlandı şimdiye dek?

2021 Mayıs ayı itibarıyla, dört portre, yedi biyografi kitabım yayımlanmış bulunuyor.

4. Her iki alanda da eser veren biri olarak sormak istiyorum Fahri Abi: Biyografi ile portre arasında ne gibi benzerlikler, ne gibi farklılıklar var, sana göre?

Bu soru için çok teşekkür ederim Kadirciğim. Otuz yıllık portre-biyografi yazarlığım süresince ilk kez soruluyor bu soru bana. Çok sağ olasın. Önce benzerlikleri: İkisinde de insanı anlatıyorsun. İnsan hayatını. Fiziğini, karakterini, yaşadıklarını. Benzer cümlelerle, benzer kelimelerle. Farkı ise portreyi kısa metrajlı film varsayalım, biyografiyi de uzun metrajlı film. Portre hikâye, biyografi roman mesela. Portre kısa, kısacık, bir A4, bilemedin iki A4 kâğıdı uzunluğunda, biyografi kırk hatta elli A4. Portre kısa olduğu için daha öz, özel, özgün, şiirsel, imgesel anlatım gerektiriyor. Bazen bir kalem darbesiyle kahramanınızın hayatını veya karakterini özetlemelisiniz. Örneğin benim yirmi yıldır unutulmayan bir cümlem; Ayağında Kundura türküsü İbrahim Tatlıses’e bütün Türkiye’nin ayağına kundura alacak kadar para ve şöhret kazandırdı gibi. Biyografide bu yoğun, özet cümleler yerine daha genel ve geniş anlatımlar mümkün. Daha hatıralar, olaylar, hatta kurgular. Daha romansı biyografi. Dolayısıyla portre daha zor. Dar alanda kısa paslaşmalar örneği. Ama unutmayalım: Sonunda aynı insanı anlatıyoruz. Benzerlikleri, ortak yönleri de çok yani.

5. Anladığım kadarıyla ilk okuduğun portre yazarı Yusuf Ziya Ortaç? Nasıl bulmuştun o kitabı?

Ortaç’ın Bir Varmış Bir Yokmuş - Portreler’ini yirmi sekiz yaşımın acemiliğiyle çok beğenmiştim. Yirmi küsur sayfa notlar almıştım. 1960’da basılmış kitap, baskısı yok. Geçen sene internet üzerinden Samsun’da bir sahaftan, okkalıca bir bedelle ancak edinebildim. Otuz küsur sene sonra, daha usta bir okur olarak bir daha okudum. Yine beğendim. Çok özgün, çok şiirsel, çok mizahi bir anlatımı vardır merhum Yusuf Ziya Ortaç’ın. Mehmet Akif için, o olmasaydı Çanakkale dilsizdi der mesela. Mithat Cemal Kuntay için güzel konuşuyordu, bol konuşuyordu, süslü konuşuyordu der mesela. Yahya Kemal için kuvvetli adamdı: Kafasiyle, kalbiyle, sesiyle, midesiyle. Onun ölümüyle büyük bir şair, küçük bir insanı kaybettik tespiti ne müthiş bir özet ve tespittir mesela. Şair zaten Ortaç. Oldukça şiirseldir portreleri.

6. O yaşlarında, Yusuf Ziya Ortaç’tan başka kimleri okudun abi?

1987 yılıydı. Yani Yusuf Ziya’yı okuduğum yıllarda, Doğu Perinçek, ki Maocu yani Çin yanlısı bir Komünisttir, partisi de vardı galiba o yıllarda, İşçi Partisi mi neydi adı, tam hatırlamıyorum; 2000’e Doğru adıyla haftalık siyasi bir dergi çıkartıyordu. Yankı var, Aktüel var, Nokta var. Haftalık haber dergileri bayağı revaçta o günlerde. Bunlardan biri ve en az popüler olanı Perinçek’in 2000’e Doğru’suydu. Oktay Sarı o yıllarda Necati’nin gazete büfesinde tezgâhtar olarak çalışıyor. Ben de iş çıkışlarımda, Oktay’a muhabbete takılıyor, bir yandan da haber ve edebiyat dergilerini karıştırıyorum. Bu 2000’e Doğru Dergisinde, siyasi odaklı da olsa, İzdüşümler adlı bir sayfa çok ilgimi çekiyor. Her hafta gidip fotokopisini çektiriyorum o sayfanın. Tekrar tekrar okuyorum. İki sene kadar devam etti o güzel yazılar ve fotokopi çektirmelerim. 1991’de yazarı vefat edince yazılar da kesildi. Kısa süre sonra kitaplaştı o güzel yazılar: Yazarın adı: Cemal Süreya, kitabın adı: 99 Yüz. Turgut Özal için dediği Yahudi bakışlı Müslüman veya Anadolulu Sindbad; Dev parmak çocuk, Deniz Baykal için söylediği üç kişinin içinde ahbap, yüz kişinin içinde yol gösterici, bin kişinin içinde hiç, Sakıp Sabancı için dediği iş dünyasının İsmet Paşa’sı, Türkan Şoray için dediği ulaşılmaz bir yalnızlık içindedir cümleleri ne kadar güzel ve özgündür.

7. Cemal Süreya önemli bir şair. Portreleri nasıldır senin ölçülerinle?

Müthiş. Şahane. Cemal Süreya, malum, nihilist yani değer tanımaz, komünist ve ateisttir. En ufak bir yakınlığım yok düşünce ve ruh dünyasıyla. Farklı medeniyetlerin çocuklarıyız. Diyeyim bunu sözün başında. Ama çok sevdiğim bir şairdir. Ve yazdıklarına hiç katılmasam da, tartışmasız, Türk portre edebiyatının en başarılı en güçlü en iyi portre yazarıdır. Hiç tartışmam bunu. Edebiyat, özgünlük, şiirsellik, ironi, Türkçe kullanımı, metaforlar, imge zenginliği... Ki yazdıkları da siyasidir ha, ideolojik tespitler yapar çoğu kez. Tespitlerine hiç katılmam. Zaten ilgi alanım da değildir. Ama edebiyat kimi, neyi anlattığımız değil, nasıl anlattığımızdır. Olağanüstü güzeldir portreleri Cemal Süreya’nın. Benim terazime göre portreciliğimizin zirvesi, yüz akıdır şair Cemal Süreya.

8. Türk portre edebiyatı, Batı’ya veya edebiyatımızın diğer dallarına oranla, nispeten zayıf bir tür. Yaşayan, vefat eden kaç portre yazarısınız siz Fahri Abi?

Çok haklısın. Bakir, hiç gelişmemiş bir alan portre. Vefat eden on, yaşayan da on dört, toplam yirmi dört portre yazarıyız biz Türk edebiyatında. Ne kadar az değil mi? Şiirin kırkta biri, romanın otuzda biri, hikâyenin yirmide biri bile değil. Son yıllarda iyi gençler yetişiyor ama. Umutluyum.

9. Hem Türk portre edebiyatının geçmişini genç kuşaklara aktarmak hem de vefa açısından sormak istiyorum: İlk portre yazarlarımız kimler?

Memnuniyetle. Vefa çok önemli. 130 bin kelimelik Türkçe Sözlüğümüzden vefayı çıkartırsak geriye ne kalır. Birkaç bin kelime ancak. Pirimiz, üstadımız, öncümüz Yahya Kemal’dir bizim. Eseri Siyasi ve Edebi Portreler. Sonra Ahmet İhsan, Sâmiha Ayverdi, Taha Toros, Münevver Ayaşlı, Yusuf Ziya Ortaç, Hakkı Süha Gezgin, Samed Ağaoğlu, Cemal Süraya, Ergün Göze, Akif Emre. Unutmadan; Ömer Seyfettin’in de portre kitabı vardır.

10. Peki yaşayan kaç kişisiniz abi?

Yaşayan da on dört yazarız. İkisi hariç portre kitapları yayımlanmış yazarlar bunlar. Haksızlık olmasın diye, doğum tarihlerine göre sayayım isimleri, - izin verirsen-: Güneş Karabuda (1933), Hilmi Yavuz (1933), Metin Eriş (1936), Sevin Okyay (1942), Ahmet Güner Sayar (1947), Rahim Er (1950), Alper Görmüş (1952), Ümit Bayazoğlu (1953), Beşir Ayvazoğlu (1954), Fahri Tuna (1959), Adem Turan (1960), Mehmet Nuri Yardım (1961), Nesrin Çaylı (1965) ve Mehmet Aycı (1971). Benim tespit edebildiğim bunlar. Başka da var mıdır? Olabilir. Birkaç gözden kaçmış isim olabilir. Ama ana hatları ile bu on dört ismi biliyorum ben.

11. Söyleşimizin teması ‘tanıdığım portre yazarları’ ya. O açıdan sormak istiyorum; yaşayan bu on dört yazarımızın hangileriyle tanışıyorsun? Hangileriyle dostsun?

Beşi hariç hepsiyle tanışıyorum. Bir kısmı yakın dostum zaten. Adem Turan çok yakın arkadaşım. Neredeyse haftada bir konuşuruz. Çok yolculuklarımız, hatıralarımız var. Yaralı Kartalım benim. BJK şampiyon oldu ya, şu sıralar mutlu. Mehmet Aycı canım ciğerim kardeşim. Onun Gurban olurumuna, Canımsınına kurban olurum ben. Nesrin Çaylı, 48 sayıdır her ay düzenli yazdığım Kültür Ajanda’da genel yayın yönetmenimiz. Mehmet Nuri Yardım en az yirmi yıllık arkadaşım, dostum. Metin Eriş ve Ahmed Güner Sayar, her bayram telefon edip aradığım ağabeylerim. Hilmi Yavuz, kızım Ayşenur’u, telefonla da olsa, damadım İsa’ya Allah’ın emri, peygamberin kavliyle benden isteyen büyüğüm. Beşir Ayvazoğlu ile tanışıklığımız, çay içmişliğimiz var.

11. Fahri Abi, senin iyi portre yazarlığının yanında iyi bir okur olduğunu da biliyorum. Okur yönünle soruyorum: En beğendiğin portre yazarları? Zevkle okuduğun ilk üçü sorsam?

Bu yirmi dört yazar içerisinde, benim ölçülerimle, gelmiş geçmiş en iyimiz Cemal Süraya. Onu tek geçerim. Yaşayanlardan en iyimiz ise, yine hiç tartışmasız, Mehmet Aycı. Yüreğimizin dili der Abdürrahim Karakoç için, Yedi Güzel Adam’ın yağızı der Erdem Bayazıt için, Askısız ve maskesiz bir tebessüm denizi olan yüzü der Necip Tosun için. Mehmetciğim bir tanedir, bir tanemdir, bir taneciğimizdir. Özel, güzel, uzeldir. Farkında mısın Kadir, ikisi de - senin gibi - şair. Oldum olası şairlerden iyi portre yazarı, iyi deneme yazarı, iyi öykü yazarı çıkıyor. Çünkü Türkçeyi çok iyi kullanıyorlar. Zaten dikkat edilecek olursa, bu yirmi dört yazarın, benim gibi beşi altısı hariç, hepsi şairler. Bu da sevindirici bir durum. Ayrıca Yusuf Ziya Ortaç’ın portrelerini de oldukça beğenirim. Hiç beklenmez, Ergün Göze’nin porteleri de oldukça iyidir. Ama yeri gelmişken şunu da söylemeliyim: Bu yirmi dört yazarın eserleri, hiç tartışmasız, yüz üzerinden en az yetmiş beş puan alırlar. İyiden aşağı notu olan yok yani. İyiler ve pekiyiler var diyebilirim.

12. Yahya Kemal için ‘pirimiz, öncümüz’ demiştin? Yahya Kemal’den bu yana, yani son bir asırlık süreçte, sana göre, Türk portreciliği nereye doğru evrildi Fahri Abi?

Çok olumluya elbette. Şöyle söyleyeyim: 1980 öncesi portrelere göz attığımızda, dörtte üçünün hatıra olduğunu görmekteyiz. Tespitler yani deneme cümleleri, şiirsellik, imgesellik, lirizm, ironi vesaire neredeyse dörtte bir. O kadar bile yok. Gereğinden az. Şöyle gitmiştik şöyle konuşmuştu vesaire vesaire. Hep anı, hep hatıra. O zamanlar anlayış öyle demek ki. Ama son kırk yılda tam tersi bir durum söz konusu. Oran edebiyatın lehine değişti. Dörtte biri geçmez hatıra anlatımları artık. Olması gerektiğine gelindi yani. Daha şiirsel leziz lirik portreler okuyoruz. Bu çok sevindirici ve olumlu bir gelişme bana göre.

13. Her okurun kütüphanesinde olması gerektiğine inandığın beş portre kitabını sorsam abi?

99 Yüz (Cemal Süreya), İki Yüz (Mehmet Aycı), Bir Varmış Bir Yokmuş - Portreler (Yusuf Ziya Ortaç), Kırk Benzemez Yüz (Alper Görmüş) ve - izninizle, burada daha fazla mütevazı olamayacağım, Yaşa’yan Portreler (Fahri Tuna.)

14. Ülkemizde niçin az portre yazarı yetişiyor? Sence bunun sebepleri neler?

Bir defa portre yazarları, şair, romancı, hikâyeciler kadar popüler değil. Düşünün; lise ders kitaplarının müfredatına gireli daha iki yıl oldu portrenin. İkincisi, sıkıntılı bir iş. En ufak eleştiride dargınlıklar, kırgınlıklar olabiliyor. Kırk cümlede övmüşsünüz, iki cümlede eksiğini yazmışsınız diyelim; o kişi veya sevenleri, o iki cümleye takılıp size darılabiliyor. Üçüncü neden, geçenlerde Mustafa Uçurum, yazarlık atölyemdeki gençlere söyledi bunu, katılmamak elde değil; bir kişinin portresi yazmak demek, onu yazılır, değerli, not düşülür bulmak demektir. Bizim şairlerimiz ve yazarlarımız, kendilerini daha değerli buluyor, başkalarını yazacak-anlatacak kadar değerli görmüyorlar demişti sevgili Uçurum. Dördüncü bir neden de, biz öldüğünde değer veriyoruz sevdiklerimize. Sağlığında görmezden geldiklerimizi vefatı sonrası yere göğe sığdıramıyoruz, çarşaf çarşaf yaza yaza.

15. İlk portreni ne zaman yazdın abi? İlk kimi yazdın? İlk yayımlanan portren?

Sağlığında başlamıştım, yarımdı ama vefatından sonra tamamladım; 2 Nisan 1994’te çok sevdiği Rabbine uğurladığımız, ustam, ağabeyim Mehmed Selahaddin Şimşek; Tek Kişilik Çoğunluk çalışmamdır. Ama ulusal dergilerde ilk yayımlananı esas alacaksak, Ülke Dergisinin 29. Sayısında, 1997 Eylülünde yayımlanan Cemil Meriç; Türk Düşüncesinin Everest’idir. İlk yazdığım şehir portresi ise Adapazarı; Gönlümüzün Başkentidir. Haziran 1991’de Yeni Sakarya Gazetesinde yayımlanmıştı.

16. İlk portrenin üzerinden otuz yıllık bir zaman geçmiş. Otuz yılda kaç insan, kaç şehir portresi yazmak kısmet oldu sana Fahri Abi?

Tek tek saymadım. Ama doğruya yakın bir sayı vermem gerekirse, iki yüz yirmi beş civarı insan, yetmiş beş civar da şehir. Yaklaşık üç yüz. Rekor Mehmet Aycı kardeşimde ama. Bir ay kadar önceki telefon konuşmamızda yazdığım portre sayısı dört yüzü geçti abi demişti. Hem çok iyi yazıyor Mehmet, hem de bol.

17. Yazdığın kişi veya şehirleri nasıl seçiyorsun?

Ben onları seçmiyorum ki. Onlar beni seçiyor, yazdırıyorlar kendilerini. Bir vesile ile önüme çıkıyor, beni yaz hadi diyorlar adeta. Ben sadece kalemime arkadaş, yoldaş oluyorum. Yeri gelmişken söyleyeyim: Beni yaz diyen hiç kimseyi yazmadım hayatımda. İçimden kim geliyorsa onu yazıyorum. Özgürce, özgünce, özerkçe. Hiçbir siyasiyi yazmadım mesela. Çünkü onların beş, on, yirmi yüzü olabiliyor. Biz yazarlar saftiriğizdir. Çok susuz götürüp susuz getiriyorlar bizi. O yüzden uzak durmaya çalışıyorum onlardan. Bürokrat, makam ve güç sahiplerini, zenginleri de yazmam, yazmıyorum. Ben iyinin ve iyiliğin peşindeyim. Çünkü inanıyorum, dünyayı iyilik ve merhamet kurtaracak, güzellik kurtaracak.

18. Fahri Tuna portrelerini diğerlerinden ayıran temel özellik ve farklılıklar nedir diye sorsam?

Bu soruya benim cevap vermem doğru olmaz. Ama yazar dostlarımın ve nitelikli okurların, portrelerimde tespit ettikleri hususları aktarabilirim burada: Samimiyet, yaşayan Türkçe kullanımı, şiirsellik, ironi, güçlü gözlem, kısa net cümleler, üçlemeler, bol telmih ve tevriyeler, bol noktalı virgül ve iki nokta üst üste kullanımı, özgün bir üslup. Bir de başlıklarımı şiirsel ve özel buluyorlarmış. Bunları söylüyorlar. Karar okurun elbette. Biz ne diyebiliriz ki.

19. Yayımlanmış portre kitapların neler abi?

Akşamın Aydınlığında Portreler (2010), Yaşa’yan Portreler (2015), Kırk Güzel İnsan (2017), Osmanlı Medeniyetinin İzinde 40 Şehir Portresi (2019). Beşincisi de yolda. Güray Süngü, Selçuk Küpçük, Ayşe Ünüvar, Mukadder Gemici, Mustafa Uçurum, Abdullah Harmancı, Mehmet Aycı gibi kırklı yaşlarındaki otuz kadar şair yazar ve sanatçının portrelerinden oluşacak Kırk’lanmış Portreler adlı kitabım, - inşallah - 2021 sonbaharında raflardaki yerini almış olacak. Yine de nasip kısmet her şey.

20. Her ay hangi ulusal dergilerde portreler yayımlıyorsun?

Edebiyat Ortamı’nda her sayıda bir Balkanlı portresi, Ihlamur’da her sayıda bir şair/yazar portresi, Kültür Ajanda’da kırk sekiz sayıdır, her ay bir iyilik portresi, Şehir ve Kültür Dergisinde ise yetmiş beş sayıdır, her ay bir şehir portresi yayımlıyorum. Ay Vakti’nde ise arada denemelerim yayımlanıyor.

21. Son sorum Fahri Abi; on seneden fazla, yazarlık okullarında portre dersleri verdiğini biliyoruz. Genç portre yazarları geliyor mu arkadan?

Evet, ümitvarım ben. Geliyor. Çok iyi, çok yetenekli gençler geliyor. Problem şurada: Uzun süre devam ettiremiyorlar. Ama ettirmeliler. En az yirmi genç yetenekten söz edebilirim, Edirne’den Tarsus’a, Akhisar’dan Bolu’ya, Kocaeli’den Yalova’ya. Hatta İskeçe’ye, hatta Karabük’e. İlla birkaç isim vermem gerekiyorsa vereyim: Merve Çaptuğman (Edirne), Edanur Özkulak (İzmit), Sevgül Zümre (İskeçe), Azimenur Ayaz (Bolu), Emine Kara (Sakarya). İlk aklıma gelen isimler. Çok iyiler. Ve daha bu isimler gibi en az on genç daha var. Tek tek isim saymam mümkün değil elbette. Çok iyi gençler geliyor arkadan. Gözüm açık gitmez.

188620890_10159113333029520_6803291169569060058_n.jpg

Bu haber toplam 662 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim