TYB Ankara Şubesi Cumartesi Söyleşilerinde Yrd. Doç. Dr. Cengiz Karataş İle Edebiyatımızda Üç Tarz-ı Siyaset Konuşuldu.
Eğitimci yazar Zehra Yücel’in konuğu olan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Cengiz Karataş Akçağ yayınlarından yeni çıkan “İkinci Meşrutiyet Dönemi Fikir Hareketleri ve Türk Edebiyatına Yansımaları” adlı kitabı hakkında konuştu. Sayın Zehra Yücel’in giriş konuşmasından sonra konuşmasına şöyle devam etti:
Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük fikir hareketleri bağlamında ele aldığımız II. Meşrutiyet dönemi edebiyatı her yönüyle renkli bir görüntü çizmektedir. Dönemin ilk yıllarında II. Abdülhamid iktidarını devirmeyi başarmaktan dolayı duyulan sevinç ve alabildiğine başıboşluk göze çarpmaktadır. Siyasî ortamdaki bu tutum hayatın her sahasına sirayet etmiştir. II. Abdülhamid baskısından bunalan aydınlar aniden sınır tanımaz bir hürriyete kavuşunca ölçüyü kaçırmış, halk da aydınlarının yolundan gitmeye başlamıştır. Fakat, sevinç ve başıboşluk kısa bir süre sonra başlayan ve birbirini izleyen Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarıyla yerini hüsrana bırakmıştır. Özellikle Balkan Savaşları ve Rumeli’deki çatışmalar senelerce kendi içerisinde yaşamış olan milletlerin ihanetini gören Osmanlılar ve İttihad ve Terakki için tarihî bir ibret sahnesi olmuştur. Zira İttihad ve Terakki mensupları Balkanlar’daki Osmanlı reayasının sadece muhtariyet istediğini düşünmüş ve bunu da normal karşılamıştır; Fakat zamanla asıl amacın bölünme ve bağımsızlığa gidiş olduğu anlaşılmıştır. Bu döneme daha önce de bahsettiğimiz gibi İttihad ve Terakki’nin kötü idaresi damgasını vurmuştur. Abdülhamid’e söylenmedik söz bırakmayanlar Abdülhamid’in hatıraları karşısında utanç duymuşlardır. Bu sahneyi en güzel Tevfik Fikret “Revzen-i Mahlu” şiirinde dile getirerek Abdülhamid Han’ın kendilerine büyük bir gururla ve alaycı bir şekilde güldüğünü ifade etmiş ve bu durumun tüm hüznünü şiirinde bütün derinliğiyle yaşatmıştır. İttihad ve Terakki taraftarı olan Filozof Rıza Tevfik de “Sultan Hamid Han’ın Ruhundan İstimdâd” adlı şiirinde Abdülhamid’e yaptıkları haksızlıklardan, hürriyet, adalet, eşitlik, kanun vb. kavramlar adına yapılan zulümlerden ve kanunsuzluklardan yakınarak ne kadar boş hayallerle uğraştıklarını ve sonuçta ülkeye ne kadar zarar verildiğini itiraf eder. Abdülhamid’den kendilerini affetmesini diler. Bu düşüncesini şiirinde “Bir çürük ipliğe hülyalar dizmişiz.” dizeleriyle ölümsüzleştirmiştir.
İttihad ve Terakki, iyi niyetle hürriyet mücadelesi veren dönemin Mehmet Akif, Tevfik Fikret gibi aydınlarını bile hayal kırıklığına uğratmıştır. Akif ve Fikret zaten baştan beri İttihad ve Terakki’ye temkinli yaklaşmıştır. Özellikle Tevfik Fikret hem Abdülhamid döneminin hem de İttihad ve Terakki döneminin tutunamayanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tevfik Fikret, gelgitler içerisinde geçen bu dönemde tarihe, Türk’e ve İslam’a ait bir takım değerlere karşı ağır ifadeler kullanmıştır.
İttihad ve Terakki Partisinin Balkan Savaşları sırasındaki tutumu ve ülkeyi I. Dünya Savaşına sokması koca bir çınarın da ipini çeken son darbe olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti fiilen yıkılmış İttihad ve Terakki Partisinin ileri gelen üç ismi olan Enver, Talat ve Cemal Paşa’lar yurt dışına kaçmışlardır.
Fikir hareketlerinin seyri açısından Abdülhamid Döneminde İslamcılık ve Osmanlıcılık baskın olarak görülmektedir. Abdülhamid özellikle İslam birliği düşüncesini resmi ideoloji olarak benimsemiştir.
İttihad ve Terakki Partisi, Osmanlıcılık düşüncesini Balkan Savaşları’na kadar bütün hararetiyle savunmuştur. Abdülhamid’in Osmanlıcılık anlayışıyla İttihad ve Terakki’nin Osmanlıcılık anlayışı arasındaki en önemli fark değer sorunudur. İttihad ve Terakki döneminde ne olduğu belirsiz kendi değerleriyle alay eden birçok kozmopolit tip türemiştir. Özellikle Meşrutiyetin ilk yıllarında kendi değerlerine küfretmek âdeta bir hürriyet kahramanlığı gibi algılanmıştır. Bu süreçte aydınların Batı’dan etkilenerek gündeme getirdiği materyalizmin olumsuz etkisi büyüktür. Zira İttihad ve Terakkicilerin birçoğunun Mason olduğu bugün bilinen bir gerçektir. İttihad ve Terakki mensuplarının ileri gelenlerinin Batı tarzı eğitim veren Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye-i Şahane mezunları olması da materyalist eğilimlerini artırıcı bir etken olmuştur.
İttihad ve Terakki Partisi, Balkan Savaşları sonunda Osmanlıcılık ideolojisinden vazgeçmiş Türkçülük fikrini benimsemiştir.
Balkan Savaşları sırasında yaşanan ihanetler, hainlikler, zulümler ve vahşet İttihad ve Terakki’nin fikirlerinin köklü olarak değişmesine sebep olmuştur. 1914–1918 seneleri arası İttihad ve Terakki Partisi, Balkan Savaşları’ndan çıkardığı dersler sonucu 1908–1914 seneleri arasındaki siyasetine oranla çok daha baskıcı ve Türkçü bir politika izlemiştir. Türkçülük ideolojisi mensupları bu noktadan itibaren çalışmalarını daha rahat sürdürebilme imkânı bulmuşlardır.
Arnavutlar’ın İsyanı ve
Türkçülük fikir hareketi yükselen değer olarak taçlanmaya başlamıştır. Türkçü yayınların sayısı artmaya başlamış her konuda millî olunmasının gerekliliği ortaya çıkmıştır. Türkler kendi değerleriyle yeniden bir devlet kurmanın gerekliliğine inanmış Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yıkılmış olan koca çınarın mirasının üzerine yeniden filizlenen Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sömürgeci Batı’ya karşı Türk’ün emperyalizm karşıtı duruşunun bir simgesi olmuştur.
II. Meşrutiyet Dönemi Edebiyatı da baştan sona emperyalist Batı’nın mazlum Doğu memleketlerine ve Osmanlı Devleti’ne karşı yaptığı zulümlerin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bütün edebî türlerde ele alınan temaların Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarının çevresinde döndüğüne şahit olmaktayız.
II. Meşrutiyet Dönemindeki tüm fikir hareketlerinin temelde zor durumda bulunan Osmanlı Devleti’nin nasıl kurtarılabileceği düşüncesinden doğduğunu görmekteyiz. Aslında bu fikir hareketleri aynı zamanda devletin kurtuluşu için birer çözüm önerisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her fikir hareketi kendi düşünce dünyasından içinde bulunulan kötü duruma çare aramaya çalışmıştır.
İçinde bulunulan devir ve gelişmeler bu savaşlar asrının aslında milliyetler asrı ve ulus devlet asrı olduğunu göstermiştir. Türkler, Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru olduğu için milliyetçilik cereyanına sonuna kadar temkinli yaklaşmışlar ve içlerinde yaşayan tüm unsurlar bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra millî ruhlarını arayarak milliyetçiliği yükselen değerleri olarak düşünmeye başlamışlardır.
Türkler özellikle 1911 sonrasından itibaren her alanda milli olmaya yönelmişlerdir. Millîliğe giden yolun dilden geçtiğini anlayan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Mehmet Emin, Ziya Gökalp gibi gençler “Yeni Lisan” ve Genç Kalemler etrafında büyük hizmetler vermişlerdir.
Türk Yurdu degisi de Türk’ün tarihinin ve dilinin araştırılması ve düşünce düşünce dünyasının geliştirilmesi noktasında çok büyük hizmetler yapmıştır.
Millî Edebiyata yönelmeyle birlikte Türk aydınlanması gerçekleşmeye başlamıştır. Türk’ün olan her şey daha değerli olmaya başlamışır. Türk insanı kimliğini bulmaya başlayarak özgüven kazanmıştır. Kızılelmaya giden itici güç ortaya çıkmıştır. Türkler uzun tecrübelerden geçerek her şeyiyle millî olan bir ulus devlet kurmuşlardır. Buna, Atatürk dönemi uygulamalarının her yönüyle millî olması son derece iyi bir örnektir.
Osmanlıcılık fikir hareketi ekseninde Süleyman Nazif; İslamcılık düşüncesi için Mehmet Akif; Batıcılık açısından Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet’in fikirleri bu fikir hareketlerinin en tipik yönlerini yansıtmaktadır.
Türkçülük fikir hareketi, Mehmet Emin’in 1897’de yazdığı “Cenge Giderken” şiiriyle ışığını göstermiş, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Aka Gündüz gibi yazarların elinde yoğurularak tamamen millî bir kimlik kazanmıştır.
Ömer Seyfettin büyük idealleri, mücadeleleri ve Türk milletine kendini adamış hikâyeci, Türklük timsali ve emperyalizm karşıtı öncü kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır.
Ziya Gökalp, bir fikir adamı, şair, sosyolog, Türkçülüğün programcısı ve Türk’ün kızılelmasını arayan büyük bir idealist olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mehmet Emin Yurdakul ve Aka Gündüz Türk’ün savaşlarla dolu acılarının yanık sesi olmuşlardır.
Ali Canip ise makaleleriyle ve fikirleriyle Genç Kalemler’in bir araya getirilmesinde teşkilatçı kişiliğiyle dikkatleri çekmektedir.
Dönemin özelliklerini edebî açıdan en iyi veren eser olarak Mehmet Akif’in Safahat’ını görmekteyiz. İslamcı, Türkçü, ilerlemek ve modernleşmek anlamında Batıcı zihniyete sahip olan Mehmet Akif, Safahat’ında tüm fikir hareketlerine yönelik atıflarda bulunmuştur. Dönemin hemen hemen tüm sosyal meselelerinin de konu edinildiği bir eser olarak günümüze de ışık tutmaktadır.
Dönemin fikrî anlamda olgunluğunu tamamlamış aydınları arasında hangi fikir hareketinin mensubu olursa olsun derin ayrılıklar olduğunu söylemek güçtür. Genel anlamda hepsi zor durumda olan Osmanlı Devleti’nin kurtarılması için neler yapılması gerektiği noktasında çaba sarf etmişlerdir. Sadece devletin kurtuluşu için tutulacak yol noktasında ayrılığa düşmüşlerdir.
II. Meşrutiyet Dönemi Edebiyatı Tanzimat öncesinin Acem ve Arap taklitçiliğine; Tanzimat sonrasının Batı taklitçiliğine karşı bir kendini arayış dönemidir. Kendi millî değerleriyle kendi ruhundan doğan Türk’ün doğum sancılarının yansımasıdır.
































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.