Avrupa'da modernlikle birlikte, "insanın özgürleşmesi" olarak yaşanan süreç, Avrupalı insanın, Kilise'nin tasallutundan özgürleşmesi, bağımsızlaşması, kurtulması sürecidir: Özgür iradesini, Kilise'nin ipoteğinden kurtarma mücadelesi.
Peki, sonuç ne? İnsanın özgürlüğüne kavuşması mı? Görünüşte, evet; gerçekte ise, hayır.
Modern insan, kendisini, kilisenin tasallutundan kurtardı; ama bu kez, kendini ve aklını putlaştırdı. Aklıyla her şeyi açıklayabileceğini ve çözebileceğini zannetti. Sonuçta, Tanrı fikrini kaybetti: Kendi tanrılığını ilan etti: Ve tabiatı da, insanı da, kıtaları da kontrol ve kolonize ederek bütün medeniyetleri, bütün insanlık tecrübelerini yok etti.
* * *
Bunun neresi özgürleşme? İnsanlığın, medeniyet tecrübeleri yoluyla geliştirdiği birikimlerin, gerçekleştirdiği yolculukların bitirilmesini, insanın özgürleşmesi olarak görmek, insanın da bitirildiğini görememek demek aslında!
Ta yarım asır önce, Batı'nın vicdan sahibi düşünürlerinin, sözgelişi, Levi-Strauss'un, Batı uygarlığının gerçekleştirdiği saldırı nedeniyle, "kurtarılması gereken kültürlerin çeşitliliğidir" diye haykırmaları da, insanın özgürleşmesi değil, bitirilmesi olgusunun, insanlığın en temel gerçeği olduğunu görmemize yetmiyor mu?
* * *
Bildiğimiz dünya, artık bitti: Batı uygarlığı, bir asırdır yaşadığı felsefî krizi atlatamadı ve fiilen çöküş sürecine girdi. 2008 yılında patlak veren, küreselleşen ve sonunda Avrupa'da derinlemesine köksalan ekonomik kriz, bu çöküş sürecinin önemli göstergelerinden biri.
Batılılar, nihâî çöküşün önüne geçmek için, Soğuk Savaş sonrası süreçte benim Bizantinizm olarak tanımladığım yeni bir din icat ettiler: Bizantinizm, önce de belirttiğim gibi, görünüşte hiçbir dinin, felsefenin, gücün doğrudan düşman olarak konumlandırılmaması; yapılacak mücadelenin dolaylı yollarla, ayartıcı şekillerde sürdürülmesidir: Sözgelişi, küresel sistemin önünde rakip olarak görülen bütün "aktörler"in Yeni Roma Amerika'nın Bizantinizm dini içinde eritilmesi, direnç noktalarının kırılması ve böylelikle küresel sisteme entegre edilerek itiraz imkânlarının yok edilmesidir. Tıpkı Konstantin'in, Hıristiyanlığı, pagan Bizans egemenliği içinde eriterek Bizans hükümranlığına boyun eğdirmesi gibi.
* * *
Yeni dünya dini Bizantinizm de, seküler bir teslis / üçleme stratejisi üzerinden işletiliyor: Birinci strateji, Batı-dışı dünyanın hızla kapitalistleştirilmesi stratejisidir: Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Türkiye gibi ülkelerin kapitalistleştirilmesi, rekabete dayanan kapitalist sisteme, "hayat öpücüğü" sunacak, böylelikle, kapitalist küresel sistem, Batı uygarlığının ömrünü -ve hegemonyasını- bir süreliğine de olsa uzatacak.
İkinci strateji, kapitalistleşen ülkelerin, kaçınılmaz olarak tüketim toplumlarına evrilmeleridir.
Üçüncü strateji ise, tüketim toplumlarına dönüşen Batı-dışı toplumların hızla ve hazla sekülerleşmeleridir. Batı-dışı medeniyet havzalarının toplumları ne kadar hızla kapitalistleşirler ve tüketim toplumlarına dönüşürlerse, o kadar hazla sekülerleşecekler ve böylelikle kendilerini de, medeniyet iddialarını da yitirecekler.
* * *
Yeni dünya dini, Bizantinizm, önce Doğu / Sosyalist Avrupa'yı kendisine boyun eğdirdi; sonra renkli devrimlerle Balkanları ve Kafkasları hizaya getirdi; şimdi de Arap Baharı'yla İslâm dünyasını dize getirmeye çalışıyor.
Tunus veya Libya değil, Mısır, bu açıdan önemli bir "işaret taşı": Mısır'da yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler'in adayının başkan seçilmesi üzerine, "ülkeye hükmeden konsey"in devlet başkanının yetkilerini iptal etmesi, yaşananların -bizim açımızdan- bir "gerçek şakası" olduğunu göstermeye yetmiyor mu?
Bu tartışmaya, Pazar günü, kaldığım yerden devam edeceğim.
22.06.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.