• İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

Erol Göka: Müslüman saati ve melankoli

Erol Göka: Müslüman saati ve melankoli
“Şimdi bana açık gelen şu: Ne gelecek var ne geçmiş. Kesinlikle ‘geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman diye üç zaman var’ demek de yerinde olmaz. Belki de ‘Üç zaman vardır: geçmiştekilere ilişkin şimdiki zaman, şimdikilere ilişkin şimdiki zaman ve gelecektekilere ilişkin şimdiki zaman’ demek daha doğru olurdu. Çünkü bu üç çeşit zaman zihnimizde vardır, onları başka yerde göremiyorum. Geçmişteki şimdiki zaman bellek; şimdideki şimdiki zaman doğrudan sezgi, gelecekteki şimdiki zaman da beklenti olarak vardır.” Böyle diyor Augustinus “İtiraflar”ında. Katılıyorum, saat zamanına takılıp kalmayan herkesin de katılacağını sanıyorum. Zaman üzerine sonsuz şekilde fikir, görüş hatta bilim üretmek mümkün, bütün beşeri bilgiyi, tarih’in bir alt-dalı haline getirerek okumak da imkân dâhilinde ama kim ne derse desin, yaşayıp giderken zaman bizim dünyamızda olup biten psikolojik bir yaşantı. O içsel zaman hissimiz olmasaydı ne hatırlama ve özlem, ne bekleyiş ve umut olurdu. Saat zamanının kuru bir tik taktan başka manası kalmazdı.
İçsel zaman algımızı oluşturan ise esasen yaşadığımız hayatı anlamlandırmamızı sağlayan kültür, inancımız ve dünya görüşümüz. Ahmet Haşim’in 1921’de Dergah’ta yayınlayıp “Gurebahane-i Laklakan” eserine de aldığı “Müslüman saati” yazısı, bu halin edebi ispatı olarak klasikleşti. Tekrar okumanın zararı değil faydası var:
 
“İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. ‘Saat’ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de ‘saat’lerimiz ve ‘gün’lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle, haberdar ederlerdi. Zaman namütenahiy bahçe ve saatler orada açar, gah sağa gah sola mail, güneşe rengarenk çiçeklerdi. Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik ‘gün’ tanılmazdı. Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler…
Bu haber toplam 1058 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim