Dünyabizim ekibi olarak başladığımız ziyaretlerimizden ikincisini, Marifet Yayınları'nın sahibiÖmer Ziya Belviranlı’ya gerçekleştirdik. Erhan Erken, Mehmet Erken, Mehmet Emre Ayhan, Kamil Büyüker ve Yusuf Tunçbilek'ten müteşekkil ekibimiz ile Cağaloğlu yoluna düştük ve Marifet Yayınları’nın Çatalçeşme Sokak, Defne Han’daki ofisine vardık. Konya’nın önemli ailelerinden birinde yetişmiş Ömer Ziya Belivranlı ile ailesinden başlamak üzere, Konya yılları, Yüksek İslam Enstitüsü, Yeniden Milli Mücadele hareketi, ANAP ve Marifet Yayınları'na kadar pek çok konuda uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Bu sohbet sonrasında, Ömer Ziya Belviranlı ile uzun soluklu bir röportaj yapmanın elzem olduğu fikri ile ayrıldık. Sohbetimizden bazı parçaları sizlerle paylaşıyoruz.
Konya yıllarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Doğumum 1946. İmam hatp lisesini Konya'da tamamladım. Bizim sülale mâruftu. 27 Mayıs ihtilali oldu, Ali Kemal [Belviranlı] Abimi, babamı, sürükleyerek götürdüler. Çok zengin bir kütüphanemiz vardı, ona zarar verdiler. Islah-ı Medaris diye bir yer vardı. Burada Arapça tedrisatı esastı. Hatta Mustafa Kemal bir defa geliyor buraya, fevkalade beğeniyor. Fransızca, Arapça dersler okutuluyor. M. Kemal Ankara'ya döndüğünde, hemen kapatıyor bunu. Eğitim kurumlarımızın en kalitelilerinden biri. Dedem de burada okumuş ama son senesinde, kapandığı için bitirememiş. Konya'da onun ekolü, Hacıveyiszade Mustafa Efendi, onun babası Hacıveyis efendi, vd. Sürekli Kur'an-ı Kerim okuttukları için, ulum-u diniyye dersleri okuttuğu için bunlar karakola götürülür her hafta, her hafta dövülür fakat onlar çıkarlar ve ders yapmaya devam ederlerdi. Bodrumlarda, kömürlüklerde ders verirlerdi. Ali Ulvi [Kurucu] Abi'nin babası mesela Konya'nın en büyük Kur'an-ı Kerim üstadı olan birisi, hafız yetiştirir. O da izbelerde okutur. Pas kokusundan insanın tahammül edemediği yerlerde okutur veya minare boşluğunda okutur. Bunlar Konya'ya böyle hizmet etmişlerdi. Ali Ulvi Kurucu da bunların en büyük temsilcilerinden birisidir. Mecburiyetten gitti Konya'dan.
Siz Hacıveyiszade'ye yetiştiniz mi?
Evet, Hacıveyiszâde Mustafa Hocamız bizim iki sene dersimize geldi. Zaten Konya'da İmam Hatip'in kurulması, açılması, bir çok vilayette kampanyalarla filan binasının yapılması hep onun gayreti ile olmuştur. Kayseri'ye kadar gitmiştir. Kayseri'de de meşhur Abdullah Saraçoğluvardı. Onların da çok büyük gayreti olmuş. Onlar da orada benzer bir hizmet yürüttüler. İmam hatipler o zaman farklıydı biraz tabi. Her ne kadar devlet erkanı “cenaze yıkayacak adam yetiştireceğiz” dese de, o mahrumiyetler sebebiyle çocukların manevi hayatının şekillenmesine, en azından çocuklarımızın dinden uzak olmamasına vesile olmuştur.
Hacıveyiszade'nin öğretmenliğine dair neler hatırlıyorsunuz?
Derste öyle ciddiydi ki... Besmele hamdele salvele ile derse başlanır. Tövbe istiğfar edilir, öyle ders başlar. Derste kimseyi tanımaz. Arapça, akaid, belagat (o dönem Belagat dersi müstakil bir dersti) derslerine girerdi. Arapçası mükemmeldi. Kendisine has Konya konuşması ile dersini verirdi. “Sual soracaklar tenefüste gelsin yanıma” derdi. Her tenefüste 2 rekat nevafil kılardı. Okulun müdürü polisliğe niyetli birisiydi, ama o müessesenin devam etmesi Hacıveyiszade hocamızın gayreti ile olduğu için ona da saygı gösterirdi. O saygı sayesinde orada vazifesini yaptı.
Hatta Ali Ulvi abi de anlatır hatıratında: Bir gün hoca Aziziye Cami'inde görev yaparken, müdür de Aziziye Camii'ne geliyor. Ona çok iltifat ediyor Hacıveyiszade efendi, onu cemaate övüyor, “imam hatibimizin müdürü”, vs. diye. Bazı Konyalılar da garipsiyor, “bu adam münafık, niye bu adama bu kadar değer veriyor” diye düşünerek. Orada söylediği harika bir söz var, “ben bir talebe için 40 tane münafığın kahrını çekmeye hazırım” diyor. Hakikaten de öyle yapmıştır. O sayede Hayrettin Karaman, Ahmet Baltacı,Mustafa Ateş, Mustafa Feyzi Belviranlı abim yetişmiştir ve bu isimlerin hepsi bir sonraki nesil ilahiyat camiasında ciddi etkileri olmuş isimlerdir.
Siz kaç kardeştiniz?
6 kardeşiz. Bir tane ablamız vardı. Bunların arasından bir ben yarım hafızım. Onların hepsi hafızdı. Ali Kemal Abimin çok kuvvetli hıfzı vardı. Hatta Ali Kemal Abim vefatından önceki 1.5 aylık o en zor alzheimer döneminde sürekli Kur'an-ı Kerim okur namaz kılardı. Bizleri bile tanımıyordu. Biz takip ediyorduk; 2 cüz okurdu mesela, bir tane hatası çıkmazdı. Ali Kemal Abim musikişinastı aynı zamanda. Sırf Ali Ulvi Abi'den bestelediği 50 tane ilahi var. Klasik formlarda ve şarkı formunda meselleri var. Onun yanında İslam'ın Nuru mecmuasını çıkarmıştır. Bizim camianın çıkardığı ilk dergilerdendir. Mükemmel bir mecumaydı. Her sayıda öyle bir yazı kadrosu vardı ki. Sami Ramazanoğlu Efendi hazretleri falan muhasebesini tutardı. 24 sayı çıktı. Her sayıda muhakkak bir hat ilavesi vardı. Enteresan bir adamdı. Yazmış olduğu İslam Prensipleri kitabı çok büyük bir boşluğu doldurdu. Onun dışında cami musikisine -özellikle Anadolu'da- önemli bir hava getirdi. Güftelerde çok dikkatliydi. Bektaşi nefesleri gibi bizim akaidimiz açısından zor şeyleri seçmezdi. Birinci tercihi de Ali Ulvi abi olmuştur.
Ali Kemal Abimin İstanbul'daki hizmetleri de fazlaydı. 1944'de İstanbul Tıp Fakültesi'ne geliyor.Kemalettin Erbakan, Asım Taşer gibi isimlerle aynı dönem. O dönemler zaten insanlar mahduttu biraz. Var olan 6-7 tane şeyhin birbirleri ile rekabet havasında değil tamamlayıcı olduğu bir dönem yaşandığını hep söylerdi. Mesela Sami Efendi hazretlerinin "aman haAbdülaziz Bekkine hazretlerine gidin" gibi teşvikleri olurdu, ihvanı diğer hocalara, şeyhlere gönderirlerdi. Birbirlerine muhakkak bayramlaşmaya giderlerdi. Katiyyen müritleri arasında biri diğerini küçültücü en ufak bir konuşmaya dahi izin vermezlerdi. Böyle bir saygı vardı. Şimdi tamamen farklılaştı.
Siz de İstanbul'a liseyi bitirdikten sonra geliyorsunuz değil mi?
İmam hatip lisesini bitirdikten sonra Yüksek İslam Enstitüsü'ne geldim 1965 yılında. O zaman imtihanla sınırlı sayıda insan alınıyordu Yüksek İslam Enstitüsü'ne. Yüksek İslam Enstitüsü Fındıklı'da Namık Kemal İlkokulu'nun çatı katındaydı. Biz Yüksek İslam'ın 4. dönemiyiz. Abim oranın ilk mezunlarındandı. Geldik, çok sıkı bir imtihan vardı. O imttihanlara 100 kişi giriyorsa 30 kişi alınabiliyordu. Çünkü fazlasına müsade edilmiyordu. Çok kaliteli hocaların bizi sahiplenmesiyle gerçekten çok iyi bir eğitim aldığımıza inanıyoruz. Bir de ek dersler vardı. Mesela hepimiz Sadrettin Yüksel Hocaya giderdik. O Arapça okutuyordu. 1969'da mezun oldum.
İlahiyattaki hocalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Enstitüde bize yön veren en kıytmeli hocalarımızdan birisiMahir İz idi. Ondan Çok şey öğrendik. Hocamız derslerde din, diyanet meselelerine gelince yapılan haksızlıklara kesinlikle tahammül edemez ve celallenirdi. Hatta bir defa Mahir İz hocanın ben evine gittiğim bir vakit hanımı bana tenbih etti, “aman hocanız kendisine hâkim olamaz, hamaset yapmaya başladığı zaman, sen el kaldır, konuşmasını mutlaka normalleştirsin, frene bassın” dedi. Bir gün yine heyecanlanmıştı, son zamanlarda hepimizi üzen hadiseler yaşanmıştı ve hoca da konuşmaya başlamıştı. Zaten hocanın hemen dudağı titrmeye başlardı sinirlendiğinde. Aşkla şevkle anlatıyor. Biz tabi fevkalade memnunuz. O anda ben elimi kaldırsam, arkadaşlar da üzülecek. Ama ben vazife olduğu için kaldırdım elimi, "indir be" dedi. "Şimdi konuşmayınca mezarda mı konuşacağız; şimdi konuşmamız lazım, bu kadar zaman sustuk" dedi.
Çok tatlı bir insandı. Onun amel-i salih anlayışı bize modeldir yani. Şu anda bazıları bunu uygular. “Aldığınız maaşın kuruşu daha kursağınıza gitmeden %2,5'unu hemen verin. Mutlaka bereketini göreceksiniz, huzurunu hissedeceksiniz” derdi. Hayrettin Karaman abi başta olmak üzere bütün talebeleri, maaş alanlar, memur olanlar buna riayet etmiştir ve çokca bereketini görmüştür. Maaş daha kursağına girmeden zekat oranını vermek. “Bunu yaparsanız mutlaka bereketini görürsünüz” derdi.
Bir de sohbetleri çok çok güzeldi. Şiire çok fazla vâkıf da olduğu için, “şiirsiz meclis olmaz” derdi, “mutlaka divanlardan ezberinizde 10-20 beyit olacak” derdi. “20 tane divandan en azından birkaç beyit bilmeniz lazım” derdi. “Bir Osmanlı münevverinin bilmesi elzem şeylerdir bunlar” derdi. “Hat, tezhip, ebru gibi sanatlara aşina olmanız lazım” derdi. “Bunları yazmasanız da anlamanız” lazım derdi. “Camilerde sadece namazı kılıp çıkmayacaksınız, orada yazılanların ne olduğunu değil, kimin yazdığını bile bileceksiniz” derdi. Maaşının çoğunu hayır hasenata harcardı.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/23546/1-talebe-icin-40-munafigin-kahrini-cekebilirim.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.