Geçenlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sitesinde Diyarbakır’a dair bölüme göz gezdirmek istedim. Elbette kültürlü olmak, şehir hakkında bilgili olmak elzemdir. Biz de eksikliklerimizi tamamlamak ve şehrimiz hakkında bilgi sahibi olmak için ilk müracaat etme kaynaklarından birini es geçmeyi saygısızlık biliriz.
Daha önce her ilin sitesini, o ilin Kültür ve Turizm Müdürlüğü hazırlardı. Şimdi merkezi ademiyetçilik esasına göre bu iş, ilgili bakanlıkça hazırlanır oldu. Bilgiler altında şu ibare yer almaktadır: Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.”
Bu tarz bilgilere rastlayınca, otuz senedir bildiklerimizi ya unutacak ya da karşılaştırma yoluyla yanlış bildiklerimizi düzeltme yoluna gidecektik. Büyük bir iştiyakla Diyarbakır’a ayrılan sayfayı incelemeye başladık. Kendimizce en olmadık hatalarla karşılaşacağımızı ummuyorduk, açıkçası. Karşılaştığımız hataları, yanlış ve eksik bilgilendirmeler karşısında şaşırdık, ne yapacağımıza dair uzun zaman düşündük. Nihayetinde bu resmî bir istedir ve yazılacak olanların kimseyi incitmemesi esastır. Aşağıda okuyacaklarınız, bizim eleştirilerimizi yaparken nezakete, etiğe oldukça dikkat ettik. Yine de okuyanın eleştiri okları ne olursa olsun, söylediğimizin arkasındayız ve bunu şehri araştırmacılığının bir gereği olarak yaptığımızı, bunun bir sorumluluk gereği olduğunu ifade etmek istiyoruz. Diyarbakır Yazarlar Birliği kurucu üyesi olarak, Türkiye Yazarlar Birliği Üyesi ve site yazarı sıfatıyla yazdıklarımızı sizinle paylaşmayı gerekli gördük.
Bu aşamada ne yapmalıydık? En iyisi bu hataları düzelterek, ilgililere yardımcı olmayı, daha uygun bulduk. Yaptığımız düzeltmeleri, her iktibastan sonra “Düzeltme” notuyla vermemiz, olabilecek karışıklıların önüne geçme amaçlıdır.
Diyarbakır’da gezilecek ve görülecek alanların ne olduğu merak ettik ve ilgili bölümü okumaya koyulduk. “Cami ve Kiliseler” başlığı altında Ulu Camii için söylenen “Diyarbakır 639 yılında Müslüman Araplar tarafından işgal edildiğinde, aynı alan üzerinde bulunan bir kilise kısmen camiye çevrilmiştir.” İfadesi ilk etapta gözümüze çarptı. Bir önceki bilgi, Ulu Camii için, “Selçuklu Sultanı Melik Şah tarafından yaptırıldığı” şeklindeydi. Ayrıca Selahaddini Eyyûbî Camii bilgisi, Diyarbakır Ulu Camiî başlığı altında verilmişti:” Diyarbakır'ın 77 km doğusunda, Silvan'da 1185 yılında yapılmış, zarif görünümlü Ulu Cami, kemer kapıları ifade eden ince taş kabartmaları ile görülmeye değerdir.”
Düzeltme: Diyarbakır kuşatılmış ve bu yolla fethedilmiştir. “işgal” ifadesi, bu bilgiyi veren kim ise, etik davranmamıştır. Yüz senelerdir Mar Toma denilen efsanenin, bugünkü Mesudiye Medresesi olduğunu belirtmeye gerek var mıdır? Mesudiye Medresesine girişte sol tarafa bakıldığında Mar Toma Kilisesinin kalıntı duvarı görülebilir. Biz, “Ulu Camiî Kilise Değildir?” isimli makalemizde konuya dair düşüncelerimiz ifade etmiş ve Ashab-ı Kehf ile bu yapı arasındaki ilişkiyi de detaylıca açıklamıştık. İsteyen okurlar ve konuya duyarlı kişiler,www.tyb.org.tr ‘de yer alan “Ulu Camii Kilise Değildir” başlıklı makalemize bakabilir.
Bu bilgiyi Bakanlığa kim vermiş ise öncelikle “işgal” kelimesinin ne mana taşıdığını belirtmelidir. Yalan yanlış bilgilerle bir şehrin tanıtımı bu derecede verilmez. Mar Toma Kilisesi’ni inşâ edenler, Hazreti İsa(a)’ya “Allah’ın Oğlu” isnadını getirmeyen isimlerdir. Bu gün, buranın, bu mekânın kilise olduğunu belirtenlere, Ashab-ı Kehf’in bu mekânda kaldığını bilip bilmediklerini sormak gerekir.
O halde Ashab-ı Kehf, neden bunca sıkıntıya katlandı ve neden suçlama ile idam edilmek istendi? Tek Allah inancı sebebiyle karşılaştıkları sıkıntılar neden göz önüne alınmaz? Dakyanos, birbirinden seçkin gençlere neyi kabul ettirmek istemiştir? Gençlerin cevabı nedir? Neden, Ashab-ı Kehf’in şehrimizde olabileceği ya da olduğu nazar-ı dikkâte alınmaz?
Silvan Ulu Cami için belirtilenler, Ulu Camii ile iç içe verilmiş olup, bilgi ayrıştırılmalıdır. Bu arada “Selahaddini Eyyûbî” ismi mi zikredilmek istenmemiştir veya unutulmuş mudur? Bunu bilmiyoruz.
Kale Camii için söylenen de dikkat çekici:
Kale Camii (Hz. Süleyman–Nazıriye Camii)
“Nisan oğlu Ebül Kasım tarafından 1155-1169 yılları arasında yaptırılmıştır. Cami bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman’ın mezarları bulunmaktadır.”
Düzeltme: Bu Camii ismi için Nasırriyye de söz konusudur.”Nazıriye” yanlış isimlendirmedir. Bu Meşhed ( Bilmeyen için “Şehitler” manasını taşır) içinde sadece Halid bin Velid’in oğlu Süleyman’a değil, yirminin üzerinde sahabenin mezarı vardır ki bu mezarlar, bugün görülmeye kapalıdır ve kast edilen sadece yapılan sembolik türbedir.
Diyarbakır Kalesi için belirtilenler oldukça önemli görünüyor:””Diyarbakır Kalesi, il merkezinde bulunmaktadır. Sur duvarlarının uzunluğu 5700 m’ye ulaşmaktadır. Surlar yer yer 12 m. yükseklikte ve 3-5 m. genişliğindedir. Kalenin dört kapısı ve seksen iki burcu vardır. Burçlardan en önemlisi 1208 yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih Memduh tarafından inşa ettirilen Yedi Kardeş Burcu’dur. Burç üzerinde çift başlı kartal, kanatlı aslan kabartmaları bulunmaktadır. Kitabesi bir kuşak halinde burcu çevrelemektedir. M.S. 349 yılında Romalılar zamanında inşa edilen kale, İslami dönemlerde de birçok kez onarılmış ve yapılan eklemelerle günümüzdeki görünümüne kavuşmuştur. “
Düzeltme: Kalenin sadece dört kapısı bulunmamaktadır. Seksen iki burç(Yıkılanlarla toplam sayı) beraberinde İç kale’de Osmanlı Dönemi yapılan 16 burç sayılmamıştır. Madem ki yıkılan burçlar ile seksen iki sayısı elde ediliyorsa buna İç kale ve Hemedek Tepe burçları da dahil edilmelidir.
Surlar başlığı altında verilen bilgi şu şekildedir:” Dünyanın en eski ve en sağlam surlarından olan Diyarbakır kalesi Çin Seddi'nden sonra en uzun surdur. Diyarbakır kalesi,5.700 metre uzunluğunda,10-12 metre yüksekliğinde, 3-5 metre, 82 adet burcu, 4 yöne açılan ana kapıları bulunmaktadır. Burçlar üzerindeki görkemli kabartmalar ve kitabeleriyle dünyanın ender kalelerindendir.”
Düzeltme: Metni kaleme alan şahıs kim ise, surla kale arasındaki ayrımın farkında değildir.:”Diyarbakır Kalesi, Çin Seddinden sonra en uzun surdur” Roma yapısı şehirlerde şehrin dört yöne açılan kapıları söz konusudur. Şehir genelde bu yol ile dört parçaya bölünür.
Kiliseler faslında anlatılanlar da oldukça ilginç. Onları aktarmadan geçmek olmaz:
“Diyarbakır'ın önemli kiliseleri arasında Mart Thoma, Meryem Ana, Kırklar Kilisesi ve Mart Pityon Kilisesi sayılabilir. Meryem Ana Kilisesi, şehirde kalan az sayıdaki Süryani cemaati tarafından halen kullanılmaktadır.”
Düzeltme: Mar, Süryanice’de , “Aziz” anlamını taşır. “Mart Pityon” denilmemesi gerekir. Adeta Ulu Camii içinde yer alan Mesudiye Medresesi’nin inşa edildiği alandaki Mar Toma Kilisesi faal gösterilmektedir. Bu da metni hazırlayan yazarın ne denli ilgi sahibi olduğunu gösterir.
“Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi: Ali Paşa Mahallesi’nde yer almaktadır. Bugün faal durumda olan tek kilisedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Geç Roma dönemine tarihlenen bir kapısı ve mihrap üzerinde kalıntıları görülebilen mimari bezekler bulunmaktadır. Geçirdiği birçok onarım sonucu planında değişiklikler olmuştur. En son 18. yüzyılda onarım görmüştür. “
Düzeltme: Meryem Ana Kilisesi, geçtiğimiz yıllarda esaslı bir restorasyondan geçmiştir.
“Saint Georgi (Kara Papaz) Kilisesi: İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer alır. Yapım tarihi kesin olarak bilinememektedir. Ancak inşa tarzı ve yapıda kullanılan malzemeden dolayı M.S. 2. yüzyıla ait olduğu düşünülen kilise Artuklular döneminde sarayın hamamı olarak kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda Artuklu hükümdarlarının bu hamamda ve sarayda Cizreli bilgin El Ceziri’nin imal ettiği mekanik sistemleri kullandıkları yazılmaktadır.”
Düzeltme: Saint George Kilisesi olarak kayıtlara geçen yapının Roma Dönemi 100-200 senesinde yapıldığı belirtilmektedir. Bu alanın İç kale Sarayı olduğu, yapılan en son kazılarla gün ışığına çıkarılmıştır. Osmanlıya kadar olan zamanda oldukça dar bir alana sahip İç Kale’de bu denli muazzam ve büyük bir yapının kilise olarak kullanılması düşünülemez. Bu kilise ise İç kale’de meskûn olanlara bizim kalacakları bir yer bulmamız gerekir, açıkçası. Kimisi Kara Papaz ibaresine bir tapu kaydında rastladığını, burada iki kilisenin olduğunu ifade etmektedir. İç kale, sadece zor durumlarda yönetimin bulunduğu, en çok korunan ve devletin erkânının bulunduğu mekândır. Bu alanda iki kilise varlığı söz konusu olmaz. Şayet, kilise olarak belirtilen ve hamamdan sonra gelen yapının Dicle’ye bakan kısmında yer alan kitabe okunursa ne dediğimiz kolaylıkla anlaşılır. Karacadağ Dergisi’nde şehrin uzmanı olan merhum Süleyman Savcı’nın iki makalesi konuyla alakalıdır ve mutlaka okunması lazım gelir.Bir de “Georgi” isminin İsevî literatörde bir karşılığının olmadığını belirtelim. “El-Ceziri” yerine “el-Cezerî” denilmesi daha uygundur.
İç Kale faslında yer alan bir not:”Binyıllar içinde; Hurri-Mitanniler, Urartular, Persler, Romalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigranlar, Araplar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Mervaniler, İnaloğulları, Nisanoğulları, Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, İlhanlılar, Diyarbakır tarihine izler bırakırlar.”
Düzeltme: İlhanlıların şehrimizde bıraktıkları kalıcı bir eseri yoktur. Urartulara dair eserlere günümüzde rastlanmamıştır. Büyük Tigranlar’dan kalan eserlerin ne olduğunu da merak ediyoruz, gerçekten.
Müzeler ele alınırken Ahmed Arif Müzesi ve Kütüphanesi hakkında bir bilgiye rastlamıyoruz. Cahit Sıtkı ve Ziya Gökalp’e ait müze ev yer alırken, Ahmed Arif’e dair bilgiye rastlamıyoruz. Demek ki site uzun zamandır yenilenmemiş ve bu sebeple eski bilgilerle yayınına devam etmektedir.
Anlaşılan, Şehir Araştırmacılığı bir dertti, başımızda. Baksanıza yazdıklarımız karşılık şimdi bizden bu bilgileri nereden öğrendiğimize dair bilgilerle kaynaklar istense işimiz gücümüz yok, bir ay boyunca bunun savunmasını yap ve dosyasını hazırla. Bakanlık yetkililerine ve ilgililere diğer şehirlerle ilgili bilgileri de gözden geçirmelerinin şart olduğunu bu vesile ile belirtiyoruz. Yaşadığım şehirde hazırlanan bu şehir sitesi, hakikatten benim bilgime bilgi katmaktan uzaktır ve şehrimi yanlış tanıtmaktadır.
Şimdi ne yapmalıyız? İlgili Bakanlığa daha önce bir tanıtım kitabındaki yanlışlıkları bir bir yazmıştık ve bu kitabın toplatılmasına karar verildiği tarafımıza yazılmıştı. Şehrin merkezinde on altı kalenin yer almadığını belirtmiş ve bu bilginin doğrulanması için yetkililere iletildiği bilgisi bize ulaştırılmıştı. Bir şehirde on altı kaleden kastedilenin sonradan büyük burçlar olduğu anlaşıldığı için, on altı kale tek bir kaleye indirgendi: Diyarbakır Kalesi. Şimdi de Diyarbakır Kalesi ile Çin Seddi karşılaştırılıyor. Bu ne hikmettir, bilinmez. Resmî yazı ile gelen bilgiden sonra yanlış açıklamanın kaldırıldığı sitede şimdi de bu hatalara rastlamaktayız.
Bizim iyi niyetle kaleme aldığımız bu makalede ısrarla bilgiler savunuluyorsa, en azından Diyarbekir’in Müslüman Araplarca neden işgal edildiği noktasına değinilmelidir. Diğer bilgilere emin olun kimsenin aldırdığı yok.
Koskoca şehrin tarihi sadece şu şekilde ele alınmıştır: Diyarbakır tarihinin, önceleri M.Ö.3000 yılına kadar uzandığı bilinirken, son zamanlarda Çayönü kazıları ile yapılan araştırmalar sonucunda uygarlık geçmişinin M.Ö.7500 yıllarına kadar uzandığı belirlenmiştir. Diyarbakır ve çevresinde Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar hüküm sürmüştür.”
Ben, şehrin tarihine dair bu açıklamaları okurken, halen şu soruyu sormadan edemiyorum: Benim şehrimi Müslüman Araplar neden işgal etti?
Şimdi şehrimi öğrenmek isteyen biri, bu siteye girerken, bu eksik, yanlış bilgilere dayanarak, şehrimi tanımaya başlarken, Müslüman Arapların bu şehri işgal ettiğini okuyacaktır. Bu şehir, kaç kez el değiştirmiştir? Bu şehrin Müslümanlara Roma’dan geçmesi kötü bir şey mi olmuştur? Bu soruya cevap bulmakta zorlanıyoruz. Sahi Roma, Diyarbakır’ı alırken fethetmiş midir yoksa işgal mi? Osmanlı Bizans’ı İstanbul ve çevresi ile alırken işgal mi etmiştir?
Dönemin kaçınılmaz savaşlarında işgal demek için taraflı olmak lazımdır. Bizans’a meyli olanlar, İstanbul’un alınmasını işgal görebilir de Diyarbakır’ın Müslüman Arap Egemenliği’ne geçmesini işgal olarak görme, kimi dertlendirir?
Ben, bu şehrin tanıtım sitesine baktığımda “Keşke bu siteyi incelemeseydim ve yazılanları okumasaydım ve belirttiklerimi yazmasaydım” düşüncesiyle karşı karşıya kalmadım değil. Biri bu hataları belirtmemiş ise bizim belirtmemiz, bir görevdir.
Bu açıklamalar, bizim şehir araştırmacılığımızın olmazsa olmaz bir sorumluluğudur. Gerçekten bu şehir tanınmak ve tanıtılmak isteniyorsa, bu tarz sitelerde herkese seslenebilen ve kimseyi incitmeyen ifadeler, yer almalı sitelerde. İhtilaflı konularda kesin konuşuluyorsa ve belirtilenler kesin kaydıyla yer alıyorsa, bizim sessiz durmamız, söyleneni onaylamaktır. Bildiğimiz kadarıyla birçok resmî kurumla kuruluş, bu şehri tanıtan siteyi sanal ortama taşımakta ve şehri öğrenmek, bilmek isteyenlere bu sayfayı link olarak vermektedir.
Bu siteyi hazırlayanlara, tavsiyemiz yazılanları tekrar gözden geçirmeleridir. İkinci kez ele aldığımız bu hususta dostane tavsiyemiz, şehrin hakkında derme-çatma bilgilerin sağlıksız sonuçları doğurmasının kaçınılmaz olduğudur. Diğer sitelere bakmadığımız için eksik bilgilenmelerle yanlışlıkların olup olmadığını bilmiyoruz, hakikatte. Şehir araştırmacıları, kendi şehirleri hakkında ayda bir şehirlerini tanıtan siteleri bir yoklayıp, bu tarz olumlu eleştirilerde bulunmalıdır. Gerçekten amacımız kurumu yıpratmak değil, sadece yanlışlara ve eksik bilgilendirmelere dikkat çekmektir. Bu yazıyı maksadını aşan bir çalışma olarak kimsenin görmemesini istiyor, yetkililerin öz eleştiri içinde eksiklikleri bir an önce tamamlamalarını ve bilgi yanlışlıklarını düzeltmelerini bekliyoruz.
Mehmet Ali ABAKAY- www. mehmetaliabakay@hotmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.