• İstanbul 18 °C
  • Ankara 13 °C

Bir Sahaf Piri PİRE MEHMED

M. Çetin BAYDAR

Erzurum hakkında çok şey bilirdi. Kitaptan baş kaldırmamış, yıllar boyu okumuş, yazmış, araştırmış, derlemiş, birikdirmiş, sıraya koymuş ve çok işe yarayacak haylî notlar ve vesikalar edin­mişti. Bu notlar ve bir takım haşiyeler, zamanla hızını kaybederek bir köşeye bırakılmış ve toz top­rak altında kalmış olmasına rağmen yine de kıy­metlerini kaybetmemişlerdi.

En büyük meziyeti şu idi.: Sorulanı mutlaka cevaplandınr; ne biliyorsa söyler, nesi varsa ortaya döker; hele memleketi için hiç bir şeyi esirgemez; olanca cömertliği ile önümüze sererdi. Onu resmî ve askerî vazifelerin­den ayırıp, kitapçı, kütüphaneci ve bilhassa kitâbiyatçı yapan da hep bu memleket sevgisi, bu ta­rih düşkünlüğü idi. Erzurum'daki İLİM OCAĞI bu aşk ile açılmış, KÂN köyündeki kütüphane, yi­ne bu gaye ile kurulmuştu.

İnsan kadri bilmiyenler, nedense çekemeyen­ler, bir acayip rûh hastalığı için değer ve değerliye daima gözlerini kapayanlar için "makbul adam" sayılmamıştı. Yaşadığı müddetçe Erzurum'un her dâvasına karışmıştı. Küçücük boyundan ve cirminden umulmayacak büyük işlerin basma geçmiş, hayli fe­dâkârlıklara katlanmış, çektiği işkenceler arasın­da idama götürülmek tehlikesine bile uğramıştı. Fakat dâvasından, gayesinden şaşmamış, gittiği yolda yılmazdı. Her mânada irfanlı bir insan olan münev­ver şeyhlerden ve "şettâriye" den KOL AĞASI ALI RIZA merhuma da yaptıkları gibi bu zavallının da arkasından söylemediklerini bırakmadılar. 

Böyle olmakla beraber bu kıymeti bilinme­yen insanın Erzurum için yapmadığı bir şey yoktu. Onu kimse bildiği yoldan  döndürememişti.

Onun kadar kendisini Erzurum a vermiş, onun kadar zayıp çizmiş insanı az gösterebilirim. Talebeliğinden, gençliğinden, askerliğinden beri Erzurum sevgisi ile yaşadı. Bunun için okudu; bu­nun için topladı. Bir satırlık bile olsa ufacık bir ve­sikaya, titrer,. Onu çeyiz sandıklarında saklar gibi sakladı. Bir yaprağını yitirmedi. Gönlünü ve ömrünü yalnız bu işlere vermişti. Yazıp çizmesi, derleyip topla­ması, hattâ biraz fazla gibi görünen konuşması, sa­dece bu sevgiden ileri geliyordu. Yalnız bu dilberin sevdalısı idi.

 

Sorulanı mutlaka cevaplandınr; ne biliyorsa söyler, nesi varsa ortaya döker; hele memleketi için hiç bir şeyi esirgemez; olanca cömertliği ile önümüze sererdi. Onu resmî ve askerî vazifelerin­den ayırıp, kitapçı, kütüphaneci ve bilhassa kitâ-biyatçı yapan da hep bu memleket sevgisi, bu ta­rih düşkünlüğü idi. Erzurum'daki İLİM OCAĞI bu aşk ile açılmış, KÂN köyündeki kütüphane, yi­ne bu gaye ile kurulmuştu.

Erzurum'un iç tarihinden, içtimaî hâdisele­rinden başka idarî hayatı ile de uğraşırdı. Kuman­danları, valileri, belediye reisleri, defterdarları, mektupçuları hakkında hayli notlar ve bilgiler top­lamıştı.

Yerli esnaf teşekküllerinden Ilıca'lara, Çer­mik'lere, hattâ mahalle meczuplarının eskimiş hâ­tıralarına, masal ve menkibelere kadar yazılmakla bitmeyen çok zengin bir bilgi malzemesine sahipti. Lâkin ne yazıktır; evet pek çok yazıktır ki Erzu­rum ile ilgili her konuda, her çağda işe yarayacak olan bu çeşitli ve geniş malûmatı, bir cilt içinde toplayamadı. Bildiklerini, yazdıklarını, bir kitap haline getiremedi.

Yine pek çok esef olunur ki, arkasında kalan bu perişan notlar ve madde halindeki dağınık ya­zılar, okunaklı, düzgün bir şekilde yazılmadığın­dan bir kısmı da kurşun kalemle acele karalanmış bulunduğundan bunlann bir çoğu, içinden çıkılır şeyler değildir. Faide sağlanması çok çetindir.

Beşeri zaaflardan kurtulamıyan her fâni gibi birazcık kendini beğendiği ve anlattıklarının bir kısmına "mübalağa" kattığı olurdu. Lâkin kabul etmek lâzım gelir ki bu şekilde bilgi ve yetkisine inanması, güvenmesi, büsbütün de yersiz değildi. Bunun içindir ki bir çok işlerde kendisini başta ve önde göstermek istemesini, onun şahsına mahsus bir zevki ve âdeti olarak bellemiştik. Hoşumuza giderek dinlerdik. Bu tarafı, yan ciddî, yarı lâtife olmakla beraber gerçekten pek de uzak olmadığı için, söylerken yakıştırmasını da bilirdi.. Yakınla­rının çok iyi bildiği bu halini, ben de her vesile ile görüp öğrendiğim için, tatlı tatlı dinlerdim. Bu hal yıllarca böyle devam etti. Çünkü biliyordum ki, konuşulurken icap edenleri seçmek ve süzmek,

"HUZ MÂ SAFA DA' MA KEDER" gereğince dinleyene aittir.

Söylediğimiz gibi bu kıymetli insanın kendi yurdunda nedense kıymeti pek biîinmemişti. Hak­lı olarak kendisine kıymet verilmesini, hürmet gös­terilmesini isterdi. Bunun içindir ki küçük bir te­bessüm ve takdirkârlık, iltifatlı bir bakış, orftı bir çocuk saffetiyle sevindirir, içinin susuzluğunu gi­derirdi. Lâkin bütün cömertliğine, bütün fedakâr­lıkla nna rağmen, memleketi için yaptıklarının değerlendirildiğini görmek, kendisine kısmet olmadı. İçinde sakladığı bu yıllanmış arzu ve özleyiş nihayet kendisi ile beraber ahiret'e götürdü.

ÇELEBİ'miz her sene istanbul'a gelip giderdi. Fakat "daimi" olarak yerleşmesi 1957 den sonradır. 3000 liraya yakın bir para harcayarak ki kütüphanesini buraya getirmişti. Sadece yerleştirilmesi aylarca süren bu kütüphanede gece yarılarına kadar çalışır; geçmişin hâtıralarını, bu günü olaylarını bir araya getirmeğe uğraşırdı. "Hâtırat ı bitiremiyeceğine çok üzülüyordu. Hiç değil TARÎH ANAHTARI dediği küçük fihristinin bastınlıp, dağıtıldığını görmek istiyordu. Teşebbüslerinin sonucunu almadan, hayatı sona erdi ve ya zık oldu...

Son yıllarını tamamiyle ilme, ibâdete ve mutalâaya vermişti. Cami ve kütüphaneden başka bir yere gitmiyor, her Cum'ayı ayn bir camide kılyordu. Allahına secde etmenin doyum olmaya safasmdan, hiç kaçırmadan bulunduğu Hafız Cemiyetierinden, Mevlidlerden ve indirdiğ "Hatm şerif" lerden sevdiklerine, dostlarına bir münasebetle bahsederken mâsûm bir çocuk sevinci yasardı.

Yaşı 81 i aştığı halde bir delikanlı gibi çalışmaktan yorulmazdı. Sıhhat ve hayatından hi bir şikâyeti yoktu. Son günlere kadar neş'e ve enerjisini kaybetmedi. Eskiden olduğu gibi kitap ve kalem elinden düşmedi.

Bir cumartesi günü akşamı yatsı namazır kıldıktan ve elinden bırakmadığı Kur'anı Kerim kapadıktan sonra yatağına girdi. Sabaha karşı 80 bu kadar yıllık hayatının kitabı kapanıverdi (14 Ekim 1961).

O gün bir Erzurum'lu dostunun Mevlid Cemiyetine gidecekti. Onu Kadıköy'ü "Koşu Yolu”ndan alıp, ahiret yoluna uğurladılar1..

 

Erzurum'da yaşlı bir münevver, eski bir "Kitabiyatçı" (kitap ilmi -Bibliyografya) olan MEHMET NECATİ ÇELEBİ'nin ebedî ufûlü karşısın-içten üzüntü duyarak söyleyeceğimiz en kısa şudur:

ÇELEBİ'miz kimseye benzemiyen orijinal şahsiyetine, etraflı bilgisine ve kabul etmemiz lâzım gelen yetkisine ilâve olarak elinde yığın yığın vesika bulunduğu, bir çok tarihî olayların da bizzat içinde yaşadığı halde ne eseri ile, ne kalemi ile memleket tarihçisi olamadı; tarihçiye rehber olarak  kaldı. İstemiş, biraz da himmet etmiş olsa idi yurdunun tarihini yazabilecek, hattâ bir çokla­rına öğretebilecek durumda idi.

 

Kaynak Tarih Yolunda Erzurum Aralık 1961 9-10 sayı Cemalettin Server
Bu yazı toplam 2686 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim