Aslında hep aynı menkıbenin çocuklarıyız. Melül ve mahzun… İyilerin daima mağlup olduğu, kötülerin her daim kazandığı bir garip menkıbe… Yazanlar defter-ü divanımıza hüznü yazmışlar hep, kederi…
Aslında hep aynı tarihin tekerrür ettiği bir coğrafyanın çocuklarıyız. Uzak ve yakın bütün zamanlarda muhteşem mağlubiyetlerle yazılan bir tarihin… Sanki biz mağlup olmasak zaman çevrimini tamamlamayacak. Sanki…
1920’li yıllarda ne yaşanıyorsa 2010’lu yıllarda da aynısı yaşandı coğrafyamızda. Coğrafyamızın nazlı şehri Şam’da, Halep’te, kısacası Suriye’de… Gerçi gönül coğrafyamızın bütün şehirleri yağmalanmış, yakılmış, yıkılmış. Geçmişte ne varsa el-an o var. Kan var, ölüm var, acı var, gözyaşı… Şimdi olmayan tek şey Emir Şekib Arslan sanırım. Hatırlamıyoruz da onu. Unutmak da olmamak anlamına gelmiyor mu? Evet, Suriye ve Emir Şekib Arslan… Etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacak olan… Emir Şekip ve şanlı Suriye direnişi…
Günümüzde Esed ve rejimi hangi katliamları nasıl işlediyse ve işliyorsa, aynını 1920’lerde Fransa, Suriye’de uygulamıştı. Gökten yağmur yerine yağan demir mermiler, varil bombaları, yerden tanklar, toplar… Medeniyetimizin en güzel şehirlerinden Şam-ı Şerif’in camileri, evleri, hanları, kütüphaneleri, türbeleri o zamanlarda da yerle bir edilmişti, aynı bu zamanlardaki gibi. Halep’in bağrından içli acılar yükseliyordu. Anaların bahtına en koyu ağıtlar düşmüştü; çocukların bahtına sürgünlük, mültecilik… 1920’li yıllar Fransa’nın insan hak ve hürriyetleri bağlamında sicilinin en bozuk olduğu dönemler. Gerçi ne zaman sicilleri düzgün oldu ki?!
devamı için: http://www.dunyabizim.com/portre/25044/birligin-cigligi-emir-sekip-arslan



































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.