O gece bizlere “Hakikat Medeniyeti” başlıklı bir sunum yapan Amina Hanım, Bosna Hersek’i sadece Bosna Hersek olarak görmeyen, orasının bir medeniyetin halkalarından biri olduğunun farkında olan biri. Parçada takılmayıp bütünü gören biri yani. Şimdiye bakıp dünü unutmayanlardan. Meyvenin tadına bakmakla yetinmeyip meyveyi veren ağacın yeryüzünü kuşatan köklerini görenlerden…
Güzel bir geceydi. İnsanların ‘kal’den çok ‘hal’ ile anlaştığı bir geceydi. Amina Hanım’ın bizi çıkardığı ufuk turundan notlar aldık.
Boşnak edebiyatı Osmanlıca yazıldı
Amina Hanım, Boşnak edebiyatı ve günümüz Boşnaklarının bu edebiyatın neresinde durduklarını anlatarak başladı sözlerine: “Osmanlı dönemindeki Boşnak edebiyatının büyük bir kısmı Osmanlıca yazılmıştır. Ama aradan geçen zaman, bizi de kendi medeniyetimize yabancılaştırmıştır. Benden kitap öğüdü isteyen bir üniversite öğrencisine 18. yüzyılda sade bir dille yazılmış ‘Bosna’da Günlük Hayat’ adlı bir kitabı öğütlediğimde, öğrenci bana kitabın kendisinde olduğunu ama çok sıkıcı olduğu için okuyamadığını söyledi. Oysa kitap sade bir dille yazıldığı gibi, içinde yaşadığımız toplumu tanımamıza yardımcı oluyordu. Mahallenin hem delilerini hem de velilerini anlatıyordu. Demek ki biz, daha dün denecek kadar yakında verilmiş olan ürünleri anlayamayacak kadar medeniyetimize yabancılaşmışız.”
O medeniyet kimindi?
Zihnimizi hem Bosna’da hem de Bursa’da gezdirmeye devam eden Amina Hanım, medeniyetimize yabancılaşmamızı şu birkaç cümleyle çarpıcı şekilde açıklayıverdi: “O medeniyet kimindi? Hepimizindi. Ama biz artık bireyselleştik. Ben Türk’üm, ben Boşnak’ım demek hoşumuza gidiyor (Not: Burada ‘Türk’üm’ ve ‘Boşnak’ım’ sözcüklerinin ‘En iyisi, en üstünü benim, başkasından bana ne!’ anlamında dışlayıcı bir anlamda kullanılmasına vurgu yapılmaktadır.) ama bunu demek de bizi o medeniyetten uzaklaştırıyor.
Oysa Osmanlı medeniyeti dendiğinde Mağrip’ten Çin’e uzanan bir coğrafya anlaşılırdı. Bu coğrafyada Türkçe, Arapça, Farsça, Urduca, Boşnakça vb. konuşulur, bu dille eserler verilirdi. Şimdi uzak düştük onlara.”
Vatan, coğrafyayla sınırlı değil!
Amina Hanım, vatan kavramına da değişik bir şekilde yaklaştı: “Neden hakikat medeniyeti, hakikat vatanı tabirini kullanıyoruz? Çünkü vatan dediğimiz şey, dille, ırkla, coğrafyayla sınırlı bir şey değil. Medeniyeti ve medeniyetin hakikatini bildiğimizde, bunların hiçbir anlamı kalmıyor.
İnsanoğlu baktığında mecazları, yani zahiri görür. Oysa gönül ehli olanlar, baktıklarında mecazları görmezler, hakikati görürler. Mecaz, görünen; hakikatse görünmeyendir. Bu yüzden gönül ehli olanlar beşeri vatanın değil hakiki vatanın; beşeri aşkın değil, ilahi aşkın peşindedirler. Bu yüzden de Batı’nın en has şairleri bile mecazi aşkın ötesine geçemediler.”
Yusuf’a âşıktı Züleyha
Amina Hanım, edebiyatımızın hasılasına bakıldığında, sevgililerin hep kadın olduğuna dikkat çekerek bunun istisnasının da olduğunu şu sözlerle anlattı: “Edebiyatımızda sevgililer hep kadındır. Ama Yusuf u Züleyha kıssasında sevgili Yusuf’tur, ona âşık olan da Züleyha’dır. Yusuf’un, âşık olunan olması, Allah’ın bir lütfudur. Şairlerimizin bazıları yaptıkları için Züleyha’yı suçluyor ama bu konuda Züleyha’ya söz söylemek yanlış. Çünkü Züleyha, âşık olmanın gereği neyse onu yapmaktadır.”
Amina Hanım’ın sohbetini dinledikten sonra bir kez daha gördük ki, hem coğrafyamıza hem de gönüllerimize çizilen sınırlar birer mecaz. Ehl-i dîl olanın umursamadığı ve bizim de umursamamız gereken sınırlar bunlar. Bursa-Bosna yolunun kutlu mimarlarına selam olsun.
Ahmet Serin notlarını paylaştı
www.dunyabizim.com






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.